8 Mayıs 1976. Cumartesi…
Genco Erkal İzmir Elhamra Sineması’nda, Nazım
Hikmet'in şiirlerinden oluşan ‘Kerem Gibi’ yi oynuyor…
Doğuma az bir süre kaldığı için, bir hafta önce İstanbul’da DİSK’in düzenlediği ilk yığınsal bir 1 Mayıs’a katılamayan eşim Nuran, hiç değilse bu etkinliği kaçırmak istemiyor ve ısrarı üzerine ‘Kerem Gibi’ oyununu seyrediyoruz.
Nazım Hikmet'in güzelim şiirlerini Genco Erkal o kadar mükemmel okuyup oynuyor ki, Nuran o heyecanla başlayan doğum sancılarını bile hissetmiyor.
Oyun bitiyor, tüm salon Genco Erkal’i alkışlamak için ayağa fırladığımızda eşim yerinden kalkamıyor, telaş ve korkuyla ‘çocuk geliyor’diye fısıldıyor…
O fısıltı ben de ‘hemen bir taksi çağırın, eşim doğuruyor’
çığlığına dönüşüyor.
Genco Erkal sahnede,
seyirciler yerlerinde şaşkın,
ben eşimi kaldırıp kapıya yönlendirmeye çalışıyorum ve son süratle hastaneye varıyoruz, yaklaşık on dakika sonra da kızımız Evrim doğuyor…
Kısa süre sonra tarih, Mayıs’ın ikinci Pazar’na ‘Anneler Günü’ne evrildiği için doktor ve hemşireler, “Gözünüz aydın, Anneler Günü hediyesi geldi!..” diyorlar…
Ben de “Hayır, Nazım Hikmet ve Genco Erkal hediyesi…” dediğimde de, bir şey anlamadıkları için şaşkınlıkla yüzüme bakıyorlar…
Nazım’ın şiirlerinin muhteşem yorumunun coşku ve heyecanı sonucu,eşimin ağrısız doğumuyla kızımızın dünyaya gelmesine vesile olan o büyük ustayı, büyük tiyatrocuyu, her yönüyle insan Genco Erkal’i kalbimize gömerek sonsuzluğa uğurladık…
Genco Erkal denince ilk aklımıza gelen eleştirel, politik ya da devrimci tiyatro…
Ne diyordu?
“Bizim gibi aydınlanma devrimi tamamlanmamış toplumlarda tiyatro yön göstermeli, bir ışık olmalıydı…”
Oyunlarına taşla da saldırdılar, molotof kokteyliyle de…
Her türlü baskıyı uyguladılar,
oyunlarını yasakladılar…
Nazım şiiri okudu diye ne kelepçelenmesi kaldı ne de DGM’ye (Devlet Güvenlik Mahkemesi) götürülmesi…
Oyununda aksesuar olarak kullanılan bir bıçak vardı.
Bıçak ha!..
Al sana gözaltı…
Pasaportuna el kondu, yıllarca yurt dışına çıkışı engellendi…
Ama…
Hiç sözünü sakınmadı.
Ne sanatsal anlayışından taviz verdi ne de siyasal duruşundan…
Tüm baskılara karşın, muhalif duruşuyla hep dimdik ayaktaydı…
Bizim kuşak AST ve onun 1969’da kurduğu DOSTLAR tiyatrosunun oyunları ile faşizme, baskıya, zulme karşı direncimizi pekiştirdik…
Ne diyordu?
“Benim işim insanlara moral vermek, ümit aşılamak;
eleştirmenin, sorgulamanın tadını alsınlar, birlikte daha güçlü olduklarını görsünler… ”
Yürekten ayakta alkışladığımız,bende iz bırakan oyunlarından bir çırpıda ilk aklıma geliverenler:
Alpagut Olayı” oyununda onunla birlikte Çorum’da maden işçilerinin arasındaydık…
“Şili’de Av” oyununda Faşizme karşı direnen Şili’li devrimcilerle birlikte haykırıyorduk:
‘El Pueblo Unido Jamas Sera Vencido” (Birleşen Halk Yenilmez)…
“Asiye Nasıl Kurtulur”da Asiye ile birlikte seslendik:
‘Yoksulları kader deyin uyutun
Uyananı para verip susturun
Susmayanı zora koyun çektirin
Böyle gelmiş böyle gitsin sürdürün
Davrananı yok edin
Direneni gebertin
Ezin vurun öldürün
Devam etsin bu hayat…’
“Rosenbergler Ölmemeli” oyununda, ABD’de komünizme karşı ölümcül bir cadı avı olan McCarthy’ciliğin kurbanı iki onurlu insan, Ethel ve Julius’la birlikte,
özgürlüğümüze ve çocuklarımıza kavuşma pahasına bile olsa üzerimize atılan suçu kabul etmedik…
“Galileo Galilei” oyununda Engizisyon’da Galileo ile birlikte yargılandık ve dünya dönüyor diye haykırdık…
“Havana Duruşması”nda Fidel Castro ve Che Guevera ile birlikte ABD emperyalizmine karşı direndik…
“Abdülcambaz”da, Gözlüklü Sami’lerin çıkarcılığına,
vurgunculuğuna karşı, iyi ve doğruyu simgeleyen Abdülcambaz’dık…
“Gün Dönerken”de Almanya’da Hitler faşizmine karşı mahkemede dimdik ayakta duran Dimitrov’duk…
Bir ülkenin faşizme sürüklenmesinde, gelişine seyirci kalanların da payının olduğunu seyrediyorduk…
“Sivas 93”, “Ezenler, Ezilenler,
Başkaldıranlar”, “Yalınayak Sokrates”, “Aslan Asker Şvayk”… ve daha niceleri…
Yalnız sahneler mi?
1 Mayıs’lardan, 1 Eylül Barış yürüyüşlerine, Demokrasi ve Özgürlük direnişlerinden hak alma mücadelelerine… meydanlarda hep onun okuduğu şiirlere eşlik edip coşmadık mı…
İlerici-toplumcu sanatını tüm baskı dönemlerinde de aralıksız sürdüren Genco Erkal, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın vatandaşlara açtığı hakaret davalarından da nasibini aldı ve 4 yıl 8 aya kadar hapsinin istendiği yargılamada beraat etti.
Ne dedi savunmasında?
“Ben 60 yıldır politik tiyatrolar yaptım.
Dünyada ve ülkemizde gördüğüm haksızlıkları,
baskıları, adaletsizliği ve bağnazlığı eleştiriyorum.
Bu nedenle askeri ve sivil tutucu iktidarlar benim bu faaliyetlerimden hep rahatsız olmuşlardır.
Bu konularda bir çok kez yargılandım ve aklandım.
Evet ben Cumhurbaşkanlığı sistemine,
çevre katliamlarına,
laik bir ülkede sürekli din olgusunun siyasi malzeme olarak kullanılmasına,
ifade özgürlüğünün kısıtlanmasına,
insanların düşünceleri nedeniyle hapis yatmasına,
yoksulları daha da yoksul kılan bir düzene karşıyım.
Buna ilişkin görüşlerimi de eleştiri sınırları içerisinde aktarıyorum.
Paylaşımlarımda suç unsuru yoktur…”
Bir büyük tiyatro ustasını,
devrimciyi yine ayakta alkışlayarak uğurladık son yolculuğuna…
Anısına saygı ve sevgi…