Hem şarkılarda hem türkülerde sıkça geçen feleğin peşine düşelim biraz. Yanılma payımı saklı tutarak söyleyeyim: Başka bir dilde ve dinde karşılığı bulunduğunu sanmıyorum. Dinlerde çeşitli adlarla anılan Tanrılar var, şeytan var, kader, talih, alınyazısı gibi kavramlar var ama felek? Kim, diye sordum başlıkta; çünkü bir insan gibi çıkıyor karşımıza. “Bari felek ben yüzüne söyleyim,” dendiğine göre yüzü var. Şarkının sonraki dizelerinde, “Aman felek sohbetini neyleyim,” dendiğine bakılırsa kendisiyle oturulup sohbet de edilebiliyor. Bir başka şarkı da doğruluyor yüzü olduğunu. “Şu felek yüzüme gülmeyiversin / her gün başka gülen yüzlerin yeter”. Yine bir başka şarkıdan öğreniyoruz ki elleri de var. Gerçi şarkıda bu Osmanlıca bir tamlama olarak dile getiriliyor ama “Dest-i gaddar-ı felek aldı da can yoldaşımı / Koydu hummalar içinde şu çilekeş başımı” derken sözü edilen ‘feleğin acımasız eli’.
“Oy felek, ay felek, ah felek!” diye hep ünlemlerle sesleniliyor kendisine. Kimi zaman kambur oluyor, kimi zaman “kahpe” diye niteleniyor. Bu son niteleme kadın olduğunu düşündürüyorsa da bu konuda başka veri yok. Tıkır tıkır işleyen düzeni bozuyor, pişmiş aşa su katıyor: “Bir sevda geldi başıma / Felek su kattı aşıma”. Bir de acımasız ki! O kadar olur! “Ben feleğe neylemişim, beni her bahar ağlatır,” diye yakınılan o! “Dil şad olacak diye kaç yıl avuttu felek” diye gönülleri aldatan o. İnsanlara acı çektirmek için elinden geleni yapıyor. Gurbete düşürüyor: “Ben ne kusur ettim sana ey felek / Diyar-ı gurbete yar ettin beni”. Dokunduğu her şeye üzüntü, keder, hüzün bulaştırıyor:
“Bugün benim efkârım var zarım var / Değme felek değme, değme gülüme benim”.
Kırk yılın başında “Eşi yoktur bana bir sevgili vermiş ki felek / Civelektir, civelektir, civelek,” dendiği oluyorsa da buluşmalar, kavuşmalar “Mevlam seni bana versin,” denerek, “Tanrı buluşturacak mahşerde ikimizi,” denerek Allah’tan isteniyor. Felek hiç iyi şeyler vermiyor, hep kötülük peşinde. Gerçi başa gelenlerin, acıların, çilelerin dünyanın adaletsizliğine bağlandığı (Adaletin bu mu dünya / Ne yâr verdin ne mal dünya), kaderden bilindiği de (Çekerim her cevri sineye kaderdir diyerek) olmuyor değil ama genellikle bütün kötülükler feleğin başının altından çıkıyor: Bitmez çilelere düşüren (Ben küskünüm feleğe / Düştüm bitmez çileye), dert üstüne dert veren (Bilmem feleğin kastı ne / Dert verdi derdim üstüne), insana her kötülüğü yapan (Felek beni kul eyledi / Yaktı yıktı, kül eyledi) hep o. Zulmettiği yetmiyor gibi, “Âlemde felek zulmedecek bir beni seçti ” dendiğine göre bir de seçiyor zulmedeceği kişiyi.
Aslında “gökyüzü” demek “felek”. Zamanla “dünya, evren, âlem” gibi yan anlamlar kazanmış ve yan anlamları gerçek anlamının önüne geçmiş.
Eller hep gökyüzüne açıldığı, yüzyıllardan beri Tanrıların yukarılardan, gökyüzünden insanlara baktığı varsayıldığı için olmalı, gökyüzü ile Tanrı kavramı arasındaki yakınlık kurulmuş. “Gönlümdeki arzuyu / Dinmeyen bu sızıyı / Tanrı yazmış yazıyı / Kul neylesin neylesin”, diyen sözlerin söylediği gibi alın yazısı denen kaderin belirleyicisi Tanrı! Ama felek kavramı o kadar güçlenmiş, o kadar ağır basmış ki insanın alnına Allah tarafından yazıldığı varsayılan alın yazısının bile feleğe mal edildiği olmuş: “Ne gelen ne soran var, acı geçti günlerim / İçtim sabaha kadar yaşla doldu gözlerim / Felek böyle istemiş, böyle yazmış yazımı”.
Ancak bizim şarkılarımıza, türkülerimize bakıldığında Allah ile felek arasında adeta bir işbölümü var. Kötülükleri, acıları, belaları Allah’a bağlamak günah! Ne yapmış halk zekâsı? İçini boşaltacağı, öfkesine hedef seçeceği başka bir varlık icat etmiş. İyilikleri Allah’tan beklemiş, kötülükleri feleğe bağlamış. En açık örneğini yine bir şarkıda bulabiliriz. Sevgilinin ölümü Allah’a değil, feleğe bağlanıyor; merhamet ise felekten değil, Allah’tan isteniyor:
“Aldı felek, çaresi yok, acısın Allah bana.”
Türkçe notu:
1.“Kapalı spor salonu” denip duruluyor. Salon ise kapalıdır zaten. Açık salon olur mu ki kapalısı olsun?
2. Özellikle TRT anonslarında “Toplu taşım araçları”nda dikkatli olmamız konusunda uyarılıyoruz. “Toplu taşım aracı” diye bir şey yok. Taşım: “kaynama sırasında taşma” demek. Yemek tariflerinde “iki taşım kaynatın,” dendiği gibi. TRT’nin dediği ise taşım değil, “toplu taşıma aracı”.