Okul ve İbadethanenin Bu Hayaldeki Yeri ve Önemi ve Okul Öncesinde Mescit Meselesi
Devlet kavramı ortaya çıktığından beri, irili ufaklı her yöneticinin hayali, toplum denen karmaşık yapıyı, tek tıkla kumanda edilebilir bir kitleye dönüştürmek olmuştur. Bu dönüşümü gerçekleştirebilmek için de çeşitli araçlar kullanılarak pek çok yöntem denenmiştir ve bu denemeler bugün de devam etmektedir.
Dönüştürme yöntemlerinin uygulandığı yer ve nesnelerin ibadethane, okul, sinema salonları, gazete, kitap, dergi, televizyon ve son olarak da sanal platformlar olduğunu çoğumuz biliriz. Öğretilmiş bilgiyle değil, üzerinde düşünüp araştırarak, kurcalayarak ya da arada bir ortaya çıkıp kaybolan sezgilerimizle biliriz.
Yapabilirsem bu yer ve nesneler üzerinde düşündüklerimi, öğrendiklerimi ve bize-bana öğretilenleri uzun uzun yazmak isterim ancak bu yazıya sadece ibadethaneler ve okullar sığar, eğer sığabilirse.
Öyleyse “Nedir okul ve ibadethaneler?” diye başlayalım.
Okul günlerimizden -bugünümüze bakmayarak ama- bir tanım yapacak olursak şöyle diyebiliriz: “Okul, insan yavrusuna insan olmayı öğreten, düşünmeyi, sorgulamayı davranış haline getiren, onu bilgi beceri yönünden geliştiren, kısacası insanı eğiten bir yerdir.” Diyebiliriz evet ve dersek hiçbir yerimiz ağrımaz. (İbadethane için de tanım, “sorgulama” sözcüğünü tanımın içinden çıkarırsak üç yaklaşık böyledir.)
Biz bu okul tanımına inanırız. Çünkü bizlere tekrarlana tekrarlana böyle öğretilmiştir ya da biz, öyle olsun istediğimiz için öyle olduğuna kendi kendimizi ikna etmişizdir. Üzerinde tartışılabilir.
Okul tanımını, E. A. Rauter, Düzene Uygun Kafalar Nasıl Oluşturulur* adlı kitabında (hem de tee geçen yüzyılda) şöyle yapmıştı:
“Okulda insanlar imal edilir. İnsan yapma olayına eğitim denir. Aile çevresi, sinema, televizyon, tiyatro, radyo, gazeteler, kitaplar ve afişler de bir anlamda okuldur. Yani tüm bilgi ileten yerler okuldur.”
Söz konusu kitaptan yapacağım diğer alıntıları okurken, ibadethaneleri de okul olarak düşünmemizin iyi olacağını belirtmek gerekli mi, gereksiz mi bilemedim. Çünkü ikisinin de işlevlerin aynı olduğunun, ikisinin de birer okul olduğunun zaten farkındayız. Kör göze parmak durumu yaratmamak mı gerek acaba?
Neyse… (Yazının sonundan not: Zaten alıntıya yer de kalmadı.)
Okul ve ibadethane… İkisinin de yaptığı, görünürde iyi insan yetiştirmek ama gerçekte içleri düşmanlık dolu insanlar üretip topluma salıvermek...
Ağır mı oldu son cümle? Çok da ağır değil aslında. Bu cümle, sadece üzerinde düşünmek istemediğimiz ve hatta aklımıza bile getirmediğimiz, getirmek de istemediğimiz ama azıcık düşündüğümüzde hepimizin kolayca kurabileceği bir cümle. Ve biraz ağır olduğu da belki doğrudur.
Ama aşağıya yazacağım birkaç soruya dürüst yanıtlar verirsek, okulun kapısının gerçekte neye ve nereye açıldığını görebiliriz. Değilse, dipte yatan gerçek niyetleri bilmez, okulun bize attığı cila ile pırıl pırıl ırkçı veya dinci parlayarak ömürlerimizi geçiririz.
Gelelim sorulara.
Okullarda insanların kafalarına, kendinden olmayanı düşman diye yazmak var mı, yok mu? Herhangi bir düşmanlığı, sabah akşam çekiç gücünde sözcüklerle defalarca çakmak var mı, yok mu?
Ve bunu, ortak mutluluk kaynakları yaratmaya yönelerek değil, ortak düşmanlıklar üreterek, ‘düşman’ sözcüğünün altını kalın kalın çizerek, ortak düşmana karşı ortaklaşmayı ideal diye sunarak yapmak var mı, yok mu?
“Ama öyle olmasa olmaz mı? Kimseye düşman olmasak, kimse de bize düşman olmasa olmaz mı?” diyenleri ve hatta demeyi aklından geçirenleri sınıf, okul ve toplumdışına atmak var mı, yok mu?
Okuldan uzaklaştırmak, mahalle baskısıyla ezmek, yalnızlaştırmak, görünmez kılmak, alay konusu yapmak; biraz daha büyüdüğünde bu soruları soranı linç etmek, aforoz etmek, hapse tıkmak, diri diri mezara gömmek; daha da olmuyorsa iki elini birden kaldırıp idamını onaylamak ve asmak var mı, yok mu?
Okullarda ve ibadethanelerde bize öğretilenlerin başında “iyi insan olmak” varmış gibi göründüğünü ama gerçekte bunun böyle olup olmadığını sorgulamaya teşebbüs edenleri cezalandırmak var mı, yok mu? Bunun aslında hiç de öyle olmadığını söylemek için ağzını açmayı deneyenleri veya kazara cıs bir soru sormuş olanları, ağzını açtığına, soru sorduğuna, fikir belirttiğine bin pişman etmek var mı, yok mu?
Peki okullarda, öğretmene, onun kendine sormaktan korktuğu, çekindiği ya da varlığından bile haberdar olmadığı sorular sormak, “Neden? Nasıl?” demek mümkün mü, değil mi?
Soru sormak gerektiğini söyleyen, okulun amacının öncelikle düşünen beyinler yaratmak olduğu iddiasını dillendiren özel okullarda bile öğrencilere, öğretmenine, yanıtını bileyemeyeceği ya da yanıtlamak istemeyeceği sorular sormadan yaşamanın en rahat, en yararlı şey olduğunu alttan alttan sezdirmek var mı, yok mu?
“Biz” kavramını öğretmenin ne güzel olduğunu ama “Bizden değil”in, “O bizim düşmanımızdır”ın öğretilmesinin, insanları ve toplumları ve hatta dünyayı ne korkunç sonuçlara götürebileceğini söylemeye kalkanı silindirlerle, tanklarla ezmek, sonsuzca susturmak var mı, yok mu?
İbadethanelerde, bazı şeylerin sorgulanmadan inanılmasının mutlaklığını, sorgularsan sümme haşa kafir olacağını akıllara yerleştirmek, dahası akılları bu soruları soramayacak, sormaya fırsat ve zemin bulamayacak kadar karıştırmak ve tazecik beyinleri sorgusuz sualsiz kılarak felç etmek var mı, yok mu? İbadethanelerde, “Neden? Nasıl?” sorularının sorulamayacağının öğretildiği gerçek değil mi?
Ya yönetenlerin akılları…
O akıllarda, “Şu çocuklar aklen gelişemeseler de ileride soru soran nesiller olmasalar daha mı iyi olurdu acaba?” benzeri fikirler var mı, yok mu? Öyle bir fikir yoksa eğer, insanları sinemaya, tiyatroya, konsere gidebileceği, yeterli ve dengeli beslenebileceği maddi güçten yoksun bırakmak; daha da mı olmadı, uyuşturucuyu yaygınlaştırmak, zihinleri uyuşturucularla uyuşturmak neyin nesi? Uyuşturulmuş beyinlerin ana babalarına, çocuklarını tedavi etme sözü vererek ardında neler yaşandığı bilinmeyen birtakım kapılardan içeriye almak ve onları kişi olmaktan çıkarıp birer itaatkara, birer gönüllü kula, birer hizmetkara dönüştürmek falan neyin nesi?
Yetişkinlikte ise, toplumdan bir tık daha farklı düşünebilen insanların, haykıran sorular soramamaları, sorsalar da bir yanıt alamamaları, bir arpa boyu yol gidilemediğini görmeleri ve buna tahammül edememeleri sonucunda darmadağın olmaları ve antidepresanlara sığınmaları, herhangi bir zorlamaya gerek bile bırakmadan kendi kendilerini susturmaları, kendilerini mümkün olduğunca tahammüllü yaparak yaşamaları neyin nesi? Bunun sebebi ne?
Nasıl da iç içe geçmiş şeyler değil mi bunlar? Hepsinin aynı hedefe yönelik olduğu aşikâr değil mi? Ve bunların çoğu, okulun da ibadethanelerin de devamlı yaptıkları şeyler değil mi?
Bence öyle, evet yaptıkları şeyler.
Peki niçin?
Tek tuşla kumanda edilebilir toplum hayalini gerçekleştirebilmek için değil mi? Dizginleri her saniye elde tutabilmek, üzerinde “hurra” yazan tuşla, hem de bir saniyede, tüm düşmanlığı aynı yöne çevirebilmek, velhasıl ekmek parası kaygılarına gark olmuş insanları bir anda savaş diye bağıran insanlar haline getirebilmek için değil mi? Tek tuşla dostluk ve düşmanlık yönetmek için değil mi?
Bakalım Amerika ve Avrupa’nın son dakikalarına… Hamas’ı niye olgunlaştırdıklarını, o bereketli ürünü, Filistin halkının haklı davasını haksız kılabilmek için tek tuşla nasıl kullanabildiklerini, başka bir tek tuşla tüm batı dünyasını nasıl ayağa kaldırabildiklerini, hepsini nasıl da kolayca Filistin düşmanı yapabildiklerini göremeyecek denli kör müyüz?
Tekrar soralım: Okullar, açık alanlardaki zahiri okullar, ekranlardaki sanal okullar, ibadethane adlı okullar, hepsi de tek tuşla dostluk ve düşmanlık haykıracak kitleler yaratmak için değiller mi? Yönetenlerin, kitlelerin öfkesini dilediklerince yönetmeleri ve o öfkeyi, kendilerine asla yönelmeyecek biçimde programlamak, o dehşetli öfkeye başkalarını, hep başkalarını parçalatmak için değil mi?
Peki, sevgili arkadaşlar, biz, büyük devletleri küçük devletlere dönüştürmek için yükseltilen ulus devlet modeli için, tüm dünya okullarında milliyetçilik adı altında ırkçılık öğretilmesini sorguladık mı? “Ben kimseye düşman olmak istemiyorum.” dedik mi? “Anne babası şu milletten diye kimseye düşman olmak istemiyorum.” diyebildik mi? Bırakın demeyi, bunu akıl edebildik mi, ne olmakta olduğunu fark edebildik mi?
Sevgili öğretmenler, biz, “Ben ulusumu çok seviyorum ama bu sevginin altından ırkçılık devşirilmesine yardım etmek istemiyorum. Öğrencilerimin içini ırkçılık zehriyle doldurmak istemiyorum.” diye itiraz ettik mi, edebildik mi?
Peki bugün, günün ihtiyacına uygun dinci insan yetiştirme modeline uygun kafalar yontma girişimine yeterince güçlü bir sesle “Hayır!” diyor muyuz? Minicik çocukları teslimiyetçi ve erke bağımlı kafalar yapmak için okullara sokulan imamlara “Hayır!” diyor muyuz?
Batı’nın şimdi de bunu istediğinin farkında mıyız? En korkunç soykırımları haklılıkla yapabilmesi için yarın kendilerine “hayvan” veya “canavar terörist” diyebileceği insanları okullarda yontmaya başlamaya ihtiyacı olduğunun, bunu da kuklalarına yaptırdığının, kuklaların da bunu biz kuklacıklarına yaptırmak istediklerinin farkında mıyız?
Değilsek ve itiraz etmiyorsak zaten müstahakızdır deyip kenara çekilemeyiz. Çünkü bizler de okul denen yerlerde pısırık, suskun ve korkak olacak biçimde yoğrulup pişirilmedik mi? Öğrencilerimizi de bize öğretildiği gibi yetiştirmedik mi? Ne yaptığımızı, yaparken düşünme şansı bulabildik mi? Dün milliyetçi olmalıydık, bugün dinci olmalıyız. Bugün bunu görebiliyoruz ama dün görebiliyor muyduk?
Aklımızdan soru işaretlerini uzak tuttuğumuz ve damarlarımıza zerk edilmiş olanca edilgenliğimizle, aslını kaybetmiş en asimile hallerimizle itiraz etmediğimiz, edemediğimiz her gün yaşanacak Ortadoğu’da ırkçı ve dinci sürgünler, soykırım ve katliamlar. Dün milletler arasında olan karşılıklı kıyımlar, bugün dinler arasında yaşanacak. Ve hep Batılı amcalar haklı olacaklar. Hem zaten hep onlar haklı olsunlar, hep onlar kazansınlar diye ölmüyor muyuz, bombalanan hastanelerde, pazar yerlerinde, gar önlerinde, hava alanlarında; üstümüze gaz sıkılan miting meydanlarında yüzlerle, binlerle?
Alt tarafı bir mescit yapacakmışız okul öncesi bebelere şimdi, çok mu? (!)
Mescit yapımı tamam mı? Okul öncesinden hizmete başlayalım mı? (!)
Ya da amcalar, bu sorularla akılları kurcalayanları mıhlayacaklar diye, daha da susalım, daha derinlere pısalım, soru soranlardan uzaklaşalım, kendimizi korumaya mı alalım, yani aldığımızı mı sanalım?
Yoksa soru işaretlerinin nükleer silahtan daha güçlü olduğunu nihayet görüp soruları ve soru soranları çoğaltmaya mı bakalım?
Tercih bizim değilmiş gibi görünse de aslında tercih bizim. Yeter ki hangi gemiye bineceğimizi iyi düşünelim, düşünmeden hiçbir gemiye binmeyelim. Karadeniz’de de Akdeniz’de de batırıveriyorlar çünkü sevmedikleri gemileri. Ve o batırılan gemiler -neden acaba- hep bizim gemilerimiz oluyor.
(Devam edecek…)
Alev Subaşı 1 Yıl Önce
Devletlerin tanımladığı eğitimin heflerinden biri de " ideal vatandaş " yetiştirmektir .Günümüzde idalize edilen , makbul vatandaş tanımı değişince haliyle içerik de buna hizmet ediyor .Yazık ki böylesine hayati alanda kasıtlı / kasıtsız ciddi ihmaller yapılırken kimsenin kenara çekilme gibi bir lüksü olamaz. Yirmi yıla kalmadan bu pespayeliğin sonuçları burnumuza dayandığında en azından dürüstçe kendimize şunu diyebilmeliyiz ." Tüm bunlar yaşandığında ben de oradaydım "
LeylaK 1 Yıl Önce
Etmeli