Not: Yazarımız N.Kazım Öztürk, Madımak otelinde hunharca katledilen canlardan, ozan Metin Altıok’la sanal ortamda, şiirleri üzerinden ‘atışma’ yaptı. Bu şiir şölenini gazetemiz olarak sizinle paylaşmak istedik.
***
Öncesi; ‘Bir yanı hüzzam faslı, bir yanı çocukluğumuzun bayram yeri. Unutmaya başladığımız neredeyse yadsıdığımız korkularla, seslerle içli-dışlı. Bir İstanbul efendisi gibi rakı içiyor. Ceplerini ararsanız belki karanfil tohumu var’(1)
Sonrası; aldı âşıklar,
‘Bir acıya kiracıyım ben’
Gel bende kal, acıya kiracılığın bitsin. Pencereleri sarı hüzün rengine boyalı şaircik evinde kimsesizliğin ev sahipliğine ortak ol.
‘Koştum durmadan koştum o küçük yangınımla
Adımın çaresiz kıyılarında kendi göğümü bulmaya’
Büyük yangınları sürükledin pesin sıra, geçtiğin her yer gül kızılı.
‘Bunları yap, sakın unutma
Mum yak bir aşkın sıcak anısına
Cesedini bul bir yoluğun kıyısında’
Söylediklerini hiç atlamadan tek tek yaptım. Yalnız, bozkırın dondurucu ayazına inat, mum yerine ateşlerin en delişmenini tutuşturdum.
‘Çık yola bir sabah erkenden
Ya hiçbir yerde görünme
Ya da geç aynı anda üç yerden’
Kendimi bildim bileli, çözemedim bu bilmeceyi; Nedir bunun adı? Kendinden kaçmaca mı, yoksa bir yerlere geç kalmanın telaşı mı? Bilemedim.
‘Ölsem ayıptır sussam tehlikeli
Çok sevmeli öyleyse, çok söylemeli’
Bence de çok ama çok ayıp usta. Ölmek ve susmak yasak bize. Sen ayrılıkların güngörmüş öğretmeni, Bergama’nın bahar esintilerinde aşka dair bildiklerini anlat, ben özlemlerin çalışkan öğrencisi.
‘Avcılar ve köpekleri
Yaralı bir hayvanı kovalıyordu
Karın üstünde taze kan içleri’
Yaralı kuşkanadı telaşında ürkek. Gel pencereme kon, avuçlarımda kor ateş, karanlık soğuklara inat sakaklarımda kızıl yangınlar.
‘İnsan dediğin saçaktaki
Güvercinin farkında olacak’
Damlarda, kimsesizliğime yoldaş, yetim güvercinleri beslerim.
‘Bir akşam tek başınıza
Bir otele gidersiniz
İçinizde yaralı bir aşkla’
Bir akşam vakti 33 canla bir karanlık ötele git, içinde haylaz bir aşk. Tek kıymetli eşyan, hüznünü müdüriyete teslim etmeyi unutma.
‘Biri mutlaka vardır
Zonguldak’ta Sivas’ta
Yakında ve uzakta’
Uzaklara gittiğinde konuşmak için bir sese ihtiyaç duyarsan, hiç çekinme çaldır. Elini uzat omuzuma koy. Ben Zonguldak’tan Sivas’a her bir yanındayım yangın yerinin.
‘Ve ikimiz ölümden konuşalım’
Bu akşam, haddimi, aşıp konuşma konularını ben saptayacağım usta. Konular sırasıyla; yalnızlık, yalnızlık ve yine yalnızlık. Yine de bilirim; konu yalnızlık olunca kekeme kalır dillerim senin yanında.
‘Görmesen seslerden anlıyorsun
Kazdıkları çukuru, ördükleri duvarı’
Bozkırın soğuk akşamlarında duydum çakal ulumalarını, kanatarak avuçlarımı, doldurdum kazdıkları çukurları, söz bende usta, ben ki yüzyılların sokak çocuğu, bilirim her oyunun hileli zarlarını.
‘Yanımda bavulum, yılgın ve ihtiyar
Ne zaman bir dosta gitsem
Evde yoklar’
Kapım hiç kapanmadı dostlara. Gecenin ne vakti canlar çalsa kapımı, çay ocakta, ateşte karanfil yaprakları.
‘Ödedim fazlasıyla, borcum yok kimseye
İncitemez artık kanayan yüreğimi
Geçmişin inatçı çalar saati’
Bizde veresiye defteri tutulmaz. ‘Yârin yanağından gayri’ ne varsa ortada. Dolabın orta gözünde, dünden-kalmışsa - birazda peynir var, rakının yanına.
‘ Bir çakal uluması kulaklarımda
Çocukluğumun hasat gecelerinden kalma’
Çakal uluması değil usta o kulaklarında çınlayan sesler, çakallara inat, yetim çocukluğumuzdan süzülüp gelen delişmen dalgaların anne ninnileri.
‘Rüzgâr suskun bu gece’
İtler sussun, çocuklar oynamakta, rüzgâra karsı sidik yarışında.
‘Uzun uzun uluyor
Bir çakal paslı sesiyle’
Bağ evlerinin dam yatakları, sen alışıksın çakal ulumalarına usta, yine de, kuş cıvıltıları sabahların ılık umutları.
‘Alev sardı odunları
Toprak aydınlandı, görüyorum
Ama giden gitti ne gelir elden’
Alev yangını gözlerle, ölümü beklerken bölüşülen son sigaraların genzi yakan dumanı,
Giden gitti yazık çok yazık hiçbir şey gelmedi elden, otur yanı başıma da dinle, ben şimdi sana gelenleri anlatayım.
‘Bir ben kaldım şimdi
Tek yakın bana
Ama ben eskiden de
Hep böyle
Yalnız çıkardım yola’
El ele ölüm, düğün şenliği,
Ne yollara yalnız çıkılacak
Ne de dondurucu soğuğunda bozkırın
Otel odalarında kaydımız yalnızlık hanesine yazılacak.
‘Hey ahbap, niye düştün yollara
Kaçılacak yer yok ki!
Olmasın ne çıkar
Yoruyorum ya peşimdekini’
Ezbere biliriz biz, ayrılışa dair yazılmış her ezgiyi. Kaçmak değil bizim derdimiz, bizimkisi; kendine yetişmenin telaşı.
‘Bir iğdiş ve buruşuk zaman
Kimsenin dili yok dilinde’
Sessizce ölmek bizim ustalığımız, biz ki yalnızlıkların yılkı atları.
‘Hey yolcu; acıyım unutma
Ben de varım orda’
Sönmeyen ateş, bitmeyen şarkısınız siz. Sabaha ulaşmayan gece de sizi unutmak kimin haddine.
‘Acı, ey suskun yol arkadaşı anlatsana
Nerelisin, oğlun kızın var mı?
Nede çok kızların, oğulların varmış senin. Temmuz’un karasında ağlaşırlar benimle.
‘Bir hoşça kal bıraktım
Arkamda
Ve yarım bardak su
Yatağın başucunda’
Uzun sıcak gecelerde, eşikte yarım bardak su. Olur, da, terli gelir su istersin diye.
‘Tekinsizim size göre
İbret için
Yakılması gereken’
Ezberleri bozan bozguncu, ölümünle yaktığın ateş ısıtır içimizi.
‘Ben şimdi çıkıyorum
Belki geç gelirim’
Döndüğünde ben belki olmam. Anahtarın yerini biliyorsun; kapının üstünde
Rivayetlere dayanıyor
Belirsiz geçmişim
Bir fotoğrafın arabı gibi
Donuk bakıyor gözlerim’
Ürkekliğin, karalığın; kendinle hesaplaşmadan geriye kalan hüznün bakiyesi. Efkârlı çocuk seni.
‘Hipodromda yatıp
Kalkan bir adamın
Ölü bulunduğunu
Yazdı gazeteler
Haber olarak
Tokatlıymış
Ya da Çorumlu’
Ben, sana en çok bozkırı yakıştırırım. Anadolu’nun karanlık gecelerinden süzülmüş, taşra suskunluğu. Rakı ile dostluk bir de Kordon da. Sen olsa olsa Anadolulu doğar Anadolu’da ölürsün.
‘Gün bitti lambayı hazırla
Işık kalmadı girecek odamıza
Çek perdeleri sevdiceğim’
Karanlıklara inat ateş yakmak bizim zanaatımız. Yaktığımız ateşler tutuşturur soğuk zindanları.
‘Ben artık mümkünü yok ölürüm
Tabutum bile olmaz taşınacak’
Çok şanslısın be usta. Yalnızlığı yaşarken kendi sessizliğinde, dostlarınla, düğün alayı şenliğinde ölüme gitmek, her kula nasip olmaz. Kıskandırdın bizi.
‘Bağırsan neye yarar, nasılsa duymazlar
Ben bir kömür ocağının onulmaz göçüğüyüm
İçimde cesetler ve daha ölmemişle’
Adım gibi biliyorum; dışardaki çakal ulumalarına inat, sessizce şiir okudun dostlarına, ölüme giderken, yaşama dair.
‘Saçlarımı taradım, toparladım ortalığı
Çay demledim senin için
‘İçimde bir terminal kalabalığı’
Arka cepte tarak, yılların hüznü sakakları taramak için. Ancak senden beklenir; ölüme bile taranmış saçlarla gitmek.
‘Yaşamak sakaya gelmez ciddi bir iştir
Ancak bunu bilenler
Hayatı bazen hafife alabilir’
Senden öğrendim ben; yaşamı hafife almanın, aslında ciddi adam olmanın şartı olduğunu.
‘Osmanlı üç kıtaya yayıldı
Ama güngörmüş Anadolu
Yine de hiç Osmanlı olmadı’
Onun için dedim ya! Sen olsa olsa Anadolulu olursun. Gece masallarının atsız koşturanı.
‘İstanbul’dur derim elbet
Geçmişini, şimdisini
Çekinmeden yakan tek kent’
Ben gençliğimle İstanbullu sayılırım. Gel, sana İstanbul’u dolaştırayım. Gündüz; kavgamızın köşe başları, akşama; rakı, balık
‘İnsan usul usul ölmek için gelir dünyaya
Başlar her gün biraz daha insan olmaya
Ve ölürken usul usul ne tuhaf
Âşık olur kedi besler, isim verir eşyaya’
Şimdilerde senin doğduğun yerlere yakın, bir Ege kasabasında usul usul ölmekteyim ben. Adı Leyla, benden de tembel bir kedim var, şarabın kırmızısını içiyor, sadece ellerimle eşyasız yaşamayı beceriyorum. Aşk mı; o, zaten hiç bitmedi. Padişah gözdesi.
‘Uzandım usulca sigarama
Yavan ömrüme katık
Ben o gün öldüm gülüm
Bir daha ölmem artık’
Biz ki yaşamı öğreten şairler derlemesi. Yine de en iyi bildiğimiz konu ölmek. Bugünkü konumuz dünden yarım kalan; ölmeye dair çeşitlemeler.
‘Acının dudakları varsın benimle solsun
Kapım açık her ölüme nasıl olursa olsun’
Yola çıkmak, ayrılığa, ölüme gitmek için İzban kartında hep kredin vardır senin. Ne olur be usta, çok sarhoş ol da kartını denize düşür, gideme bu kezlik evde kal.
‘Ey otel ülkemin ta kendisisin sen benim
Bazen seni küçültmek için otellere giderim’
Bırak artık otel odalarını, bana yatıya gel, yer yatağı sererim, serin serin yatarsın. Yastığının yanında yazdan kalma bizim bahçeden gülkuruları.
‘Bu yasa geldim
İçimde bir çocuk hala sevgiler
Bekliyor sürekli benden’
İçimde sakladım, büyütmedim yetim sarı çocukluğumu. Hala, her akşam, yatmadan sevgi ninnileri ister benden.
‘İşte o öldü artık
Bir yas bıraktı arkasında
Ve çağ dışı bir korku
Hısıma akrabaya’
Sessiz çığlıklarınız Anadolu’nun virane dağlarında dolaşır geceleri, korkunuz dağları bekler, ateşleriniz aydınlatmakta karanlıkları.
Madımakta katledilen canlara saygıyla.
-------------------------------------------
Özdemir İnce- Kendinin Avcısı
Bekir Hoca 2 Yıl Önce
Canım hocam. Yine ağlattın beni. Kendimi buldum dizelerinin arasında. Birkaç zamandır seninle dertleşemiyoruz. Sadece uzaktan selamlaşıyoruz. Ama biliyorum ki o Selam çok şeyler konuşuyor aramızda. Ben de şu günlerde o kahredici yalnızlıklardan biraz Çocuklarım ve torunlarım ile kurtuldum geçici kısa bir süreliğine. Bunun tadını çıkarmaya, enerjisini depolamaya çalışıyorum. Sonra yine uzun süren yalnızlıklarımıza geri döneceğiz. Zaten yalnızlıklarımız bizim en yakın arkadaşlarımız... yalnızlıklarla da Mutlu olabilmeyi az çok öğrendik artık... zaten şunun şurasında ne kaldı ki... Yolun Sonu Görünüyor.... Kalemine, duygularına, yüreğine sağlık.... Saygıdeğer öğretmenim...