“Acaba sen misin,” diye başlayan bir sözün (diyelim şarkının) nasıl devam edeceğini aşağı yukarı kestiririz değil mi? Ya “yoksa başkası mı,” diyecektir, ya “bir yabancı mı,” diye soracaktır. Çoğumuzun bildiği, sevdiği bir şarkı. Ben de çok severim. Belki de şimdi anlatacağım huysuzluk bu şarkıyı çok sevdiğim için. Şarkının TRT Nağme’de, “Acaba sen misin, kederin var mı?” diye anons edildiğini duyunca hemen sinirlenmedim. “Sunucunun dalgınlığına gelmiş. Solist şimdi doğrusunu okur,” dedim kendi kendime. Solist de öyle söylemez mi? O sırada telefon eden arkadaşıma, “Acaba şen misin kederin var mı, şarkısını nasıl okudular biliyor musun?” diye yakınmaya başladığımda aklım başıma geldi. Neyse ki işi Türkçe olan bir editördü arkadaşım ve bu müziği benim kadar severdi. Güzelim şarkıya böyle kıyıldığına dertlendiğim için saçmaladığımı anladı.
Sözcükleri yanlış söylemek kadar olmasa da konuşurken, okurken sese verilen biçim, duraksamalar, vurgular da anlamı belirler. Sözgelimi bir şarkıyı anons ederken vurguyu, “Solsan da sararsan yine,“ diye yaparsanız güfte şairine, “sevgilinin hep sararıp solduğunu” söyletmiş olursunuz. Ama şair bunu mu söylüyor acaba? Anons etmeden önce sözün tamamına bakmış olsanız şairin bunu değil, sevgilisinin solup sararsa bile gül pembe ağızlı olarak kalacağını söylediğini fark eder, “yine” sözcüğünü cümlenin ikinci yarısına bağlarsınız; vurguyu da ona göre yaparsınız. “Solsan da sararsan / yine gül-pembe dehensin” diyor şair; sevgilisinin sürekli sararıp solduğunu söylemiyor.
Kimi hataların nedeni bilgisizlik değil, söylediğine kulak vermemek. Bu da dersle, kursla giderilmez. Sunucu, bir ölüm haberinin ardından Şekip Ayhan Özışık’ın bir bestesinin çalınacağını duyururken, “Onun da bu yıl ölüm yıldönümü sevgili dinleyiciler,” diyorsa aklı kim bilir nerelerde? Yoksa niye bütün bir yıla yaysın bestecinin ölümünü?
Şarkı sözü yazanlarda hatalar ise çoğu zaman, dalgınlıktan ya da bilgisizlikten değil, ölçü ve uyağın zorlamasından kaynaklanır. “Aşk şarabı acıdır, ne yenir ne içilir / Ne belası çekilir ne ondan vazgeçilir,” diye yazan kişi, şarabın yenmeyeceğini bilmez mi hiç? Besbelli uyağı kurmuşken vazgeçmek istememiş.
Kimi zaman da ölçü zorlar anlamı.
-
“Güzel bir kumral uğruna
Küstüm esmer beyazlara
Bu akılsız garip başa
Şimdi vurun, vurun biraz,” derken 8’lik hece ölçüsünü bozmamak için “esmer” sözcüğünden sonra bir “ve” eklenememiş. Öyle olunca da esmer sözcüğü, beyazların sıfatı oluvermiş, “esmer beyazlar” diye değişik bir güzel türü çıkmış ortaya.
-
“Susayan ırmak arar, olmaz sevende karar
Güzelleri olmasa bu dünya neye yarar?”
-
Ölçü, uyak, ses düzeni zorlamasa bir çeşme, pınar, hatta dere bulmak daha kolayken susayana niye ırmak aratsın şair?
İncelemek için az çok anlamı olan güfteler seçiyorum. Kimi güftelerde gözetilen anlam değil, yalnızca uyak. Sözgelimi şu dörtlüğe bakalım:
-
“Gözlerin bir içim su
İçim yandı doğrusu
Öpeyim gözlerinden
Kalmaz gönül korkusu”
-
Ne demek gönül korkusu diye soracağım ama bir şey demek olmadığını biliyorum. Yalnızca “su” ve “doğrusu” sözcüklerine kolay bir uyak olmuş. Ama “Açılan bir gül gibi / Gir kalbe gönül gibi,” diyene, kalbe gönül gibi girmek ne demek, diye sorayım izninizle...
Dedim ya, hiç anlamı olmayanları değil, az çok anlamı olan güfteleri seçiyorum yakından bakmak için. Örneğin şu dörtlüğü ele alıp ‘Şair burada ne demek istiyor?’ diye sormanın gereği var mı? Bir şey demek istemiyor çünkü.
-
“Sevginin adı vardır
Başka bir tadı vardır
Özlenen yanı vardır
Sevgisiz yaşayamam.”
-
Bir de “şelale”nin arkasına saklanıp şu dörtlüğe giriveren “hilal”in orada ne işi olduğunu sorsam mı, bilemedim.
“Arzular bir şelale / Işık saçar hilale / Gül karanfil ve lale / Ne güzel şey yaşamak.”