Biz 10 Ekim’i 9 yaşındaki Veysel’in günü diye biliriz. Veysel’le birlikte 103 ölü, 400’ü aşkın yaralı canın ve acıdan taş kesmiş toplumun, darmaduman olmuş ailelerin günü diye. Ankara Garı önünde bir kanlı gün diye. Çığlıklar, feryatlar, ağıtlar günü diye. Kan günü diye, ölüm günü diye. Bankların, otların, asfaltın üstüne, her yere ama her yere saçılan et, kemik, organ, can parçaları günü diye. Hem fiziken hem ruhen yaralanmış insanların üstüne gaz bombası atma günü diye. Aslında delirme günü diye. Delirtme günü diye. Canilik günü diye. Cinayetler günü diye. Gözü dönmüşlerin, gözü dönmüşler tarafından, barış isteyen insanların ortasına sabit fikir olarak salınma, bomba olarak atılma günü diye. Kara gün diye. Kanlı gün diye.
10 Ekim, akıl sağlığı ellerinden alınmış -ya da zaten akılları ancak o kadarmış- deli canilerin, sağlıklıların akıllarını başlarından alma, canları canlardan ayırma günü iken aynı zamanda Dünya Ruh Sağlığı Günü. Ne acayip bir tezat değil mi?
Her yerden her yandan tezatlar dökülüyor. Toplum iki kutba ayrılmış, kutuplardan biri, diğer kutba her şeyi layık gören bir hale gelmiş, getirilmiş, elde silah, vücut komple bomba, vicdan kirada, silahla hiç işi olmamış Veysel’in yanına, barış isteyen insanların arasına salınmış: “Alın size barış!”
Belki de ürkütücü, korkutucu etkisi nasıl diye uzaktan seyre bakılmış. Belki de “Hıım, iyi iyi, işe yaradı. Bunlar bir daha ortalığa çıkıp bağıramazlar. Korkar evlerine kapanırlar.” denmiş. Belki de. Kim bilir?
Kim bilir bilinmez ama vicdan konuşur. Bir susar, iki susar ama konuşur. Sesi hiç duyulmazsa bu kez tutar kabus olur uykuda konuşur. O yüzden kötü işler yapan canilerin çoğu, sonunda ya maddelere sığınır ya da çıldırırlar. Bütün bunları planlayanlar da bir gün mutlaka vicdanlarıyla yüzleşmek zorunda kalacaklar. Çıldırmak o zaman belki de en kolay seçenek olacak.
Ben kendi adıma, 10 Ekim Ankara Garı planlayıcılarının çıldırmamalarını diliyorum. Çıldırmadan vicdani acıyı yaşamalarını. Çok şey mi istiyorum? Belki de. Çünkü belki de vicdan hiç oluşmamış o insanlarda. O üç aylık organ oluşumu döneminde belki de beyinlerinin o bölümü hasar görmüş ve vicdan boğumu hiç oluşamamış. Ama ben, dediğim gibi vicdan acısıyla yansınlar, kabuslar içinde kıvransınlar istiyorum, diliyorum yine de. Bence bunu canı yanan herkes de dilemeli. Veysel, planlayıcıların rüyalarına girsin. Veysel o rüyada onların çocuğuymuş olsun mesela. Ya da torunlarından birisi olsun. Parça parça havada savruluyorken onlar çocuklarının, torunlarının ardından bağırsın, bağırsın, feryat figan etsin, acı çeksin, çok acı çeksin. Ama ellerinden hiçbir şey gelmesin.
Topluca dilemeli toplum bunu. Neden? Çünkü yasalardan umudum yok. 14 sanık hakkında "birden çok kasten öldürme" suçundan 100'er kez ağırlaştırılmış müebbet istenmiş ama içimden bir ses, ceza alsalar bile yarın afla çıkacaklarını fısıldıyor. Bu yüzden de o kişilerin vicdanları ceza versin istiyorum kendi kendilerine. Ah!
Toprağınız bol olsun Didem Mamak. Gelseniz şimdi ve "Siz aşktan ne anlarsınız bayım?" dedikten sonra, “Siz barıştan, siz insandan, siz candan ne anlarsınız bayım?" diye ekleyiverseniz. Sonra, "Ama vicdan konuşur bayım.” da deseniz. Sonra biraz soluklansanız ve Ahlar Ağacı’ndan biraz okusanız:
"…
Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan.
Binlerce yeşil gözü olan bir zeytin ağacı gibi,
Çok şey görmüşüm gibi,
Ve çok şey geçmiş gibi başımdan,
Ah... dedim sonra
Ah!
…"
"Ruh sağlığı olmadan sağlık olmaz." diyor Türk Nöropsikiyatristler Derneği, Bianet’te.
Oysa, sadece 10 Ekim değil, bütün diğer günler ve geceler itinayla delirtme günleri olarak çalışıyor. Delirtme mekanizmaları iş başında, yedi yirmi dört.
Biz ise karar veremedik bir türlü, delirsek mi iyi, delirmesek mi…
Sınırdayız. Araf’ta…
Veysel ve diğerlerinin parçaları toprağın altında.
Veysel bir şey soramaz belki ama Didem Mamak çoktan sormuş. Şöyle:
“Ya siz,
Nasıl bilirdiniz çocukluğunuzu ey cemaat?
Nasıldı
Öldürdüğünüz birinin cenaze namazını kılmak?”
Ah!
Oktay Kip 4 Yıl Önce
Yolu aşka düşmemiş, gözünü kan bürümüş örgütlü ve sıradan bir kötülüğün karşısına dikilip avazı çıktığı kadar haykıranların hayallerinin çalındığı, canlarının alındığı bir ülke burası. Burası bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi. Godot'u beklemek gibi vicdanların ayağa kalkması. Belli bir gün...
Alev Subaşı 4 Yıl Önce
Hafif acılar konuşabilir ama derin acılar dilsizdir. L. Annaeus Seneca Derin acılarımızın dili olan kaleminiz dert görmesin .Varolun Aysel Hanım