Ön Not: Bu bir köşe yazısı değildir. Gülmek isteyeni güldüren, ağlamak isteyeni ağlatan, oynamak isteyeni de oynatan, çalgılı çengili, şarkılı türkülü karışık ve ‘denişik’ bir türdür. Oyunumuzda- yazımızda oyun-sayfa arası yoktur. Bir kez izlenmeye- okunmaya başlanınca bitirmek mecburidir. Pasaportlar yasaklı, kaçış yolları kapalıdır. İsterseniz başlamayabilirsiniz ama kötü haber, başladınız bile. İyi seyirler- iyi okumalar efendim.
CUMHURİYET
Perde 1
(Görüntüde, C’si çelik kapı gibi dik, diğer harfleri farklı biçimlerde dağınık duran bir CUMHURİYET sözcüğü maketi yer almakta. Anlatıcı söz konusu harflerin başına tek tek geçerek anlatmakta.)
Anlatıcı:
“C çok sağlam ancak diğer harfler perişan.
Gördüğünüz gibi kiminin bacağı alçıda, kiminin başı sargılı, kimisinin gözü çıkarılmış.
Bakın harflerden biri bu, Birinci U. Mal varlığına çökülmeye karar verildiğinden -tam da bu anda- lağıma ittirilmekte ve o, iyi bakın, düştü düşecek, cansiperane bir savaş vermekte… İşin tuhafı, o da bir zamanlar başkalarının malına çökmüş. Cumhuriyet’in adını kötüye çıkarmak için de araya sızmış. Konu çok karışık. Aslını, astarını bilmiyorum efendim. Ben U’nun yalancısıyım.
Harfimiz M, devletin derinliklerinde zulalı birileri tarafından yakalanmış, eli kolu, gözleri bağlanmış, gördüğünüz gibi karanlıkta tutulmakta ve kendisine yapılan işkencelere direnmeye çalışarak debelenmekte… Sorguda sorulan tek soru şu: Bu Cumhuriyet’in altınları nerede? Harfimiz M, paranoyaklık düzeyinde huzursuz bu sorgucu adamların Cumhuriyet’e sonradan eklemlendiklerini iddia ediyor.
Saygıdeğer H’nin etrafını palalı kafa kesiciler sarmış. H, vahşi çığlıklar eşliğinde ölüm dansı yapan haplı insanları, sanki gafil avlanmış gibi şaşkın ve üzgün bir ifadeyle çaresizce izliyor bakın. H, bu adamların aslında hep var olduklarını, Atatürk’e etmediklerini bırakmadıklarını, Cumhuriyet’in o yüzden, çok zor bir doğumla dünyaya gözlerini açabildiğini, geri bir ülkenin başına talih kuşu gibi konabildiğini iddia ediyor.
İkinci U, otuz altı saatlik bir nöbetten yenice çıkmış, içi uyuyarak ve ne yaptığının bilincinde olmayarak arabasını bir TIR’ın altına doğru hızla sürmekte. U’nun ikizi diğer U’nun dediğine göre, insanların mutluluğu aslında hiçbir zaman ön planda tutulmamış ama bu son zamanlardaki mutsuzluk dayatma kıskacı, daha önce hiç görülmemiş bir faciaymış. İkinci U da bütün diğer meslektaşları gibi, mesainin M’sini, nöbetin N’sini bilmeyen bir oyuncakçı tüccarı tarafından yönetilmekteymiş. Toprağı bol olsun. Biz bu satırları yazana kadar o, TIR’ın altına girip canını yitirdi. Çok üzgünüz.
R, çok güzel bir kadın, düşmanı çok. Yaralamışlar, topallıyor. Eski Yeşilçam filmlerinde olup biten ama bugün yine hortlamış ve hatta Avrupa şehirlerine kadar ulaşmış, hani şu içeceğine hap atarak uyutma kurgusu var ya, işte bu kurguya mı kurban gidecek, bilmiyor. Yoksa karanlık bir köşede önü mü kesilecek, bindiği minibüste ırzına mı geçilecek, saç sakal topağı karanlık bakışlı adamlar tarafından tutulup üç paraya kadın pazarlarında mı satılacak, bilmeden yürüyor. Kendisinden beklenen sendelemesi ama o topallayan bacağına rağmen sendelemiyor. Az ötede Amazonlar var. Yeni çağın, gücünü barışçı eylemlerinden alan Amazonları. Biraz daha yürüse kurtulacak R.
İ, işinin ehli bir diplomat. İnsan ve devlet ilişkilerinin bütün inceliklerini biliyor. Ne var ki götürülüp bir dağın başına bırakılmış. Eline bir değnek verilmiş, sırtına bir kepenek örtülmüş. Kendisinden istenen, o dağın başındaki koyunları gütmesi. Yapmaya onu da yapar, koyunları da güder ama ayağına devedikeni batmış, önce onu çıkarması gerekiyor. Çıkardı çıkaracak.
Y, saygın bir üniversitenin rektörüydü. Hayvanat bahçesinden bir hayvan bakıcısını getirip kendisinin yerine rektör yaptılar. Kendisini de parmak sallayıp tehdit ederekten kapının önüne koydular. Kalbi kırıldı. Çok incindi. Tehditlerden korkup bir köşeye mi sinse, Yüksel’e çadır kurup da dirense mi diye düşünüyor.
E, halkın seçtiği sevilen bir başkan. Halkın seçimini hiçe saymış, başkanı tutup hapse atmışlar. O ise kendini klonlamış. Şimdi her yanda bir E var. Baktığın yerlerde birçok E görüyorsun. Ve haliyle insanların akılları karışıyor. E, akıl karıştırıcı bir harf. Demir parmaklıkların ardından sana, bana el sallıyor. Kızıyor, tutup bu kez mezara koyuyorlar E’yi. O, oradan da el sallamayı sürdürüyor. Başka tarafa bakacak olsan, “Şışt!” diyor, “Şışt, baksana, ben buradayım. Beni hırpalamasana.” Onun bu direngen tavrı, vatan millet diye diye politik koltuklara kurulan ama vatan millet yararına hiçbir şey yapmayıp sürekli zararına çalışan, milletin cebine sarkıttığı hortumu doğrudan kendi cebine bağlayan ve de millete yüksek yüksek bakan sömürgen kemirgenlerin canlarını sıkıyormuş. Halkın seçtiği sevilen başkan E, “Ben E’de isem sizler de E’desiniz, siz binlerce yıldır bu vatanda iseniz ben de binlerce yıldır bu vatandayım. Bana gösterdiğiniz bu negatif ayrıcalıklı yaklaşım neden?” diye sorup duruyormuş. Onun sorularını, Cumhuriyet’in gizli harfleri tarafından dişleri dökülmüş, çenesi kırılmış, sesi kısılmış, tırnakları sökülmüş, şimdi de itilip kakılmakta olan başı sargılı bir solcu cevaplamaya çalışıyormuş. Tıknefes edildiği için konuşmakta zorlanıyor, söyleyeceklerini yavaş yavaş söylüyormuş. Civarda bulunan genç doktorlar gelip ona destek veriyor, çocuklar ağzına hoparlör tutuyormuş. Ve ses yükseliyor, nihayet sağır kulaklara ulaşıyormuş.
T, bir sokak çocuğu. T, bir evsiz vatandaş. T, bir gecekondu sakini. T, bir kimsesiz. T, yetiştirme yurtlarında kalırken kendisini korumakla görevli birtakım devlet görevlileri tarafından büyük büyük adamlara pazarlanan bir kızcağız… T, bacakları kesilen bir yavru köpek. T, evine çökülmek için öldürülen bir yaşlı kadın. T, saçma sapan tren kazalarından birinde ölmüş çocuğunun ölümüne sebep olan sorumluları arayan ve ikide bir tutuklanan bir anne… T, sepetçi dekanı kabul etmeyen ve direnen, direndikçe dayak yiyip hakaret işiten öğrencilerden sadece biri… T, güreşçi müdürün emirlerinden bir şey anlamayan ve yurdu terk etmekten başka çıkış yolu bulamayan ve de gittikleri ülkelerde o ülkeleri abat eden gencecik süper beyinlerin en süperi. T, işkencelerle köreltilmiş, üstünden dozerler geçirilmiş, ülkeden kaçırılmış, gelecekleri karartılmış, idam sehpalarına çıkarılıp asılmış üstün zekalı gençleri. T, ormanı yakılmış köylüler, evleri sele kapılıp gitmiş kasabalılar… Deresini (Pardon ama ne yazık ki!) kendi devletinden korumak için direnirken her gün dayak yiyen kadınlar, erkekler, çocuklar… T, annesinin vurulmuş ve sokakta yatan bedenine, ancak pencereden bakarak günlerce nöbet tutan ülke evladı. Evladının ölüsünü dondurucuya koyup korumaya çalışan ülke anası. T, sen, ben, o… Bir harfe tıkıştırılmaya çalışılan ama tek bir harfe sığmayan ve de asla sığmayacak olan sen, ben, o.
Uzatıp ellerini, baştaki C’yi tutabilme, ona sarılabilme, onun yalnızlığını giderme, onun tekliğindeki çokluğu bulup çıkarma, onu olduğundan daha da güçlendirme, onu soğuk bir harf olmaktan çıkararak şefkatli bir insan yapma ihtimalleri olan sen, ben, o…
Beslenme yetersizliğinden dolayı iyice düşmüş güçleriyle koşacak olan.
Çarıksız ayaklarıyla dağlarda ateşler yakacak olan…
Korksun ve terk edip gitsin de evini geri dönüşüme sokalım diye mahallesine torbacılar dadandırılmış ama her şeye rağmen mahallesini korumaya çalışmakta olan…
Emeği, bedeni, hayalleri, umutları, inançları büyük bir aç gözlülükle sömürülmekte olan.
Ah bir kendi haline bırakılsa, ülkesini silahla değil çiçekle donatacak olan.”
(Anlatıcı bir an soluklanır. Tiradı bitmiştir. Metnin dışına çıkar, “Bu yönetmenin işi de zor be kardeşim!” diye haykırır. Acı acı gülümser, selam verir. O, sahneyi terk ederken perde titrek bir ivedilikle kapanır.)
Perde 2
(Başka bir anlatıcı ile perde yeniden açılırken yeni anlatıcı bağırmaya başlar.)
“Türkiye Cumhuriyeti laikti. Ateist değildi. O yüzden cenaze namazı kılınmalıydı. Namazı kılınmadan kimsesizler mezarlığına gömülmek üzere bekletiliyor. Oysa koskoca Cumhuriyet, öyle sönük, silik, fukara ölüsü gibi törensiz gömülmeyi hak etmiyor.”
(Sesini daha da yükseltir.)
“Siz, onun komada olduğuna inanmıyorsunuz. Yerine yeni bir şey kurulamadığı için Cumhuriyet’in hâlâ yaşadığını sanıyor ve öyle sanmayı sürdürüyorsunuz. Mesela dört duvarı ayakta durduğu için meclis var sanıyorsunuz. Mahkemeler yıkılmadığı için hukuk var sanıyorsunuz. Adaletin olmadığını biliyorsunuz ama Cumhuriyet’in de artık var olmadığını bilmiyorsunuz. Veya biliyor ama inkâr ediyorsunuz. İnkâr psikolojisinin, saldırganlık kadar endişe verici bir başka hâl olduğunu da söylüyorlar. Bütün bunları biliyor musunuz? Gün be gün yaşananların, artık iyice süreklileşen yıkımların farkında mısınız?”
(Sesi titriyor. Ağlamaklı. Yine de bağırıyor.)
“İnanmıyorsunuz. İnanmak istemiyorsunuz. İnkâr ediyorsunuz. Oysa gözünüzün önünde kesildi, biçildi, bıçaklandı Cumhuriyet. Canından can koparıldı, makinelilerle tarandı.
Bütün bunlar yaşanırken siz belki de başka işlerle meşguldünüz. “Cumhuriyetimize dokunmaya kimsenin gücü yetmez.” “Cumhuriyeti biz koruruz.” “Cumhuriyet biziz, biz Cumhuriyetiz.” gibisinden büyük büyük sözlerle masa başı muhabbetleri yapmaktaydınız belki.”
(Bazen bir kürsüye çıkıp bağırıyor, bazen bir bulutun üstünden. Bazen azarlar, bazen alay eder gibi konuşuyor. Mimikler de ani kontrastlar sergileyerek sık sık değişiyor.)
“Cumhuriyet bıçaklanırken sizin masaya çaylar gelmişti ve hoparlörlerden İzmir Marşı yükseliyordu belki de. Sizler çay içerek marş söylüyordunuz belki de. Haliyle Cumhuriyet’in çığlıklarını duyamadınız belki de. Hı? Öyle mi?
Öyle olduysa Cumhuriyet’in artık hayatta olmadığını bilmemeniz normaldir. Öldüğüne inanmamanıza da bu yüzden inkâr psikolojisi denilemez. Başka bir şey denir. Geçelim.”
(Durup düşünüyor. Tekrar konuşmaya başladığında bu kez bağırmıyor. Efendi efendi, tane tane. Yanında birileri varmış da onların saçlarını okşarmış gibi yumuşak hareketler yaparak konuşuyor.)
Gerçi Cumhuriyet için tam olarak “Artık hayatta değil.” de diyemeyiz. Çünkü hâlâ umut var, çünkü ölü değil, komada o. Ancak komalık bir hastanın yoğun bakıma alınması gerekir ki Cumhuriyet yoğun bakıma falan alınmış değil. Koma vaziyetinde, sokaklarda bir yerlerde yattığını duyduk. Yaşamaya, nefes almaya devam eden tek organı seçim sandığı imiş. Onun da kalbi durursa Cumhuriyet artık tamamen ölmüş, öldürülmüş olacakmış. O can çekişirken biz balkonlarımıza, üzerinde Cumhuriyet yazan balonlar, bayraklar asıyoruz ya bunun onu hiçbir yararı olmuyor. O balonlar, bayraklar onun acısını dindirmiyor.”
(Birden heyecanlanıyor. Sesi yükseliyor.)
Ya yetişip onu kurtarın ya da en azından kimsesizler mezarlığına gömülmesine izin vermeyin. Cenaze namazını kılarak kendi ellerinizle defnedin. Helalleşin. O kadarını olsun hak ediyordur çünkü değil mi? O inançlıydı, ateist değildi.”
(Anlatıcı kişi kendini yere atıyor ve sahne tahtalarını yumruklayarak bağırıyor.)
“Ben arıyorum gece gündüz ama bulamıyorum. Belki sizlerden biri bulur. Okey taşlarını, mahalle dedikodularını bir kenara bırakıp dışarı çıksanıza, onu arasanıza. Arasanızaaa…”
(Sözün burasında aniden susup sahneden salona atlıyor. Salondaki seyircilerden birisi korkuyla irkiliyor, konuşmaya başlıyor. Kekeleyerek…)
“Ben a- a- arı-rıı- arıyorum. Valla billa arıyorum. Hep a-a-arıyorum.”
(Seyirci derin bir nefes alıyor ve yanakları gittikçe pembeleşerek devam ediyor.)
"Geçen günkü aramam sırasında, çoktan beri görmediğim bir ağabeyime rastladım hatta. Bana, Cumhuriyet günlerini çok özlediğini söyledi. 'Biz cumhuriyeti sevmez, sosyalizmi getirmek isterdik. Canımızı yaktığı için çok öfkelenirdik. Eşitlik sağlamadığı için itici bulurduk. Bizlere işkence ettiği için onu sevmezdik. Emeğe yeterince saygı duymadığı için eleştirirdik. Adaleti yerleştiremediği, eğitimi Doğu’dan ısrarla esirgediği için kızardık. Ama yine de çok güzelmiş biliyor musun? O yarım yamalak haliyle bile çok güzelmiş. Şimdi o zamanları öyle özlüyorum ki anlatamam. Bulsam pamuklara sarıp saklayacağım inan.' dedi."
(Seyircilerin arasından birisi slogan atar gibi ses veriyor.)
"Solun sizden çok daha iyi olmadığını nereden biliyorsunuz? Sol bu ülkeyi hiç yönetmedi ki. Ne zaman yükselecek olsa, seslerini iftira yoğun çamur dağlarının altına gömdünüz. Yetmedi tepesine balyoz indirdiniz. Kendiniz de bir halt beceremediniz, ülkeyi öldürdünüz."
(Anlatıcı bir zıplayışta sahneye geri çıkıyor. Ancak o sıra ezberini unutmuş, kendi kendine konuşuyor.)
“Ay, ay, ay! Aşağıda rol çalanlar var. Az daha kalırsam işimden olacağım. Bana by.”
(Perde kapanıyor. Bu kez 'telaşlı bir ivedilikle' ifadesi yetersiz kalır.)
Perde 3
(Sahnede kalabalık kadrolu bir pantomim…)
Cumhuriyet’in C’si ile sarılıp koklaşan insanlar. Hepsi çok mutlu görünüyorlar. Bayraklar dalgalı deniz misali sallanmakta.
Kimileri C ile mutlu. Coşkulu. Ellerindeki kâğıt bayrakları sallayıp şiirler okuyor, şarkılar, marşlar söylüyorlar. C’nin mütevazı bir taçla ama yüksekte oturduğu fener alayının peşinden meşaleler koşturuyorlar. C her yerde.
Kimilerinin aynı C’den ödü kopuyor. "Bir bitiremedik şunun işini!" sıkıntısı içindeler. C’den küçük bir parça koparmak niyetiyle havaya boş ısırıklar atarak mırmır konuşuyor, mırmır konuşuyorlar.
Sahneye fabrikalarını, fabrikalara ait işçi lojmanlarını sırtlanmış işçiler çıkıyor.
Askeriyenin deniz manzaralı eğitim ve konaklama tesisleri, bütün yeşillikleriyle sahneye sökün ediyor.
İdam ipini boynunda taşıyarak, hep 17 yaşında kalacak olan Erdal giriyor.
Kendilerinin, vatanı ondan daha çok sevdiklerini zanneden şuursuz katillerce linç edilen Ali İsmail giriyor. O da hep öldüğü yaşta.
Ekmek almaya giderken terörist ilan edilip öldürülen Berkin çocuk giriyor.
Sahneye köy okulları, köy kütüphaneleri, köy öğretmenleri, öğretmen lojmanları, köy çocukları giriyor.
Pancar işçileri, tütün işçileri, pamuk işçileriyle sık sık dövülüp öldürülen mevsimlik işçiler giriyor. Hepsi de ellerinde, 'Biz artık yokuz.' yazılı pankartlar taşıyorlar.
Haydarpaşa Garı, Kuleli Askerî Lisesi, Hasanoğlan Köy Enstitüsü, Zeugma, Hasankeyf, Atatürk Hava Alanı; ellerinde, ‘Biz havuz problemlerini çözebiliyorduk.’ yazan siyah önlüklü, beyaz yakalı çocuklar sahneye giri… giremiyorlar. Çünkü artık yoklar. Fotoğrafları hayaletler gibi duvarlarda dolaşıyor.
Bu hayaletlerin arasında, başka hayaletler olarak, 'demokrasi, adalet, hukuk, güven, sevgi, saygı, doğruluk, insan onuru, ülke şerefi, huzur, ahlak, dürüstlük…' sözleri geziniyor.
Ardından…
Girişte Cumhuriyet’in C’si ile sarılıp koklaşan fakat sonra donmuş olan insanlar karanlıktan çıkıp hareketleniyorlar.
Ve pantomim bitiyor. Sahneye yeni birileri giriyor ve her kafadan bir ses çıkıyor. Bir cümbüş başlıyor:
“Çek la, sıkı tut la, hadi çıkak şuraya…” (Ellerinde U harfi olan bir grup insan.) (Bir süre hüdayda oynarlar.)
“Gıvırtmeden yürüycen gız, elinden düşüricen şuncağız şeyi, boyu devrilesice, ere sire hele bi önüne bakıveesane...” (Ellerinde M harfi vardır.) (Bir süre zeybek oynarlar.)
“A be gomşular, kız kızan hep birlikte el verdik, kaldırıp gettik sayılır, biraz daha dayanın… Ah bi de adını diyebileydik şu arfin.” (Ellerinde H harfi vardır.) (Roman havası eşliğinde sahnede biraz döktürürler.)
“Ha uşağum, ‘Giresun’a gireriken Giresun yazayi da çıkariken niye Çıkasun yazmayi daaa?’ diye sorup durmayı bırak da tut şu T’nin ucindan uşağım.” (Ellerinde U harfi vardır.) (Bir horon havası çalar, birkaç saniye horon teperler.)
“Üle saga sola sapmayasan, gaffanı gırarım ha. He, agırdir tabi lo, hafif mi olacağdı? El verin bakem, el verin gardaş…” (Ellerinde R harfi vardır.) (Lorke lorke diye türkü söyleyip halay çekerler.)
Eli kulağında, ezan okuyan bir imam gelir. (Elinde İ harfi…)
Okul şarkıları söyleyerek çocuklar gelir. (Ellerinde Y harfi…)
Arap oyun havası eşliğinde birkaç kişi gelir. (Ellerinde E harfi…)
Ellerinde deney tüpleri, T cetvelleri, büyüteçleri vesaireleriyle üniversite öğrencileri T’yi getirir.
1. Son
Ellerinde harf tutan insanlar Cumhuriyet’i yeniden yazacak şekilde sıralanırlar.
Tam harfleri havaya kaldıracakları sıra, havada dronlar uçuşmaya başlar, içeriye kara giysili insanlar doluşur. Silahlar patlar, harfleri tutan insanlar üst üste düşer, harfler parçalanır, kan revan perde kapanır.
2. Son
Ellerinde harf tutan insanlar, harfleriyle Cumhuriyet yazacak şekilde sıralanırlar. İçlerinden bir ikisi, tuttukları harflerle sahneden kaçarlar. Denge bozulur, harfler birbirlerinin üstüne yıkılır.
3. Son
Ellerinde harf tutan insanlar Cumhuriyet’i yeniden yazacak şekilde sıralanırlar. O sırada havada dronlar uçuşmaya başlar, içeriye kara giysili, eli silahlı insanlar doluşur. Hayır doluşamaz. Çünkü Cumhuriyet’ten kalan son şey, yani seçim sandığı, yuvarlanıp önlerine gelir. Bir bariyer gibi yollarını keser. Hızlarını alamayan silahlı tipler, üst üste yığılarak sandığın içine düşerler. Ellerinde deney tüpleri, T cetvelleri, büyüteçleri ve vesaireleriyle koşup yetişen genç üniversite öğrencileri, çevresini kuşatarak sandığı emniyete alırlar. Her biri bir oy pusulasına dönüşen silahlı adamlar, günün sonunda, diğer pusulalarla birlikte sayılır, paketlenip çuvallara doldurulurlar.
4. Son
Durup dururken ortalık yangın yerine döner. Kim kimi vuruyor görünmez, kim kimi öldürüyor seçilmez. Kim saldırıyor, kim direniyor, kim kalleşlik ediyor, kim kimi sırtından vuruyor bilinmez. Kim kazanır, tahmin edilemez. Bu bol silahlı, bol kanlı sahnede hangi devrim filizlenir kimse bilemez.
5. Son
Üzgünüz efendim, bizim beşinci bir son tahminimiz yoktur.
Zaten köprüden önce son çıkış sadece bir tane olur. O çıkış aşılırsa rota yeniden oluşturulur. Ve oyunlar yeniden yazılır ya da başka yeni oyunlar kurulur. Ve o oyunlarda belki de bizlere hiçbir rol yoktur. Ortamı gençler doldurur. Parlak genç beyinler, uyuşturulmuş genç beyinleri akıl denen silahla yener, ülke yeniden kurulur. Ve çocuklar, şişman kapital oyunlarını politikacıların ellerinden alıp çöpe atar ve onları, o günden sonra, gün yirmi dört saat democracy 4 oyunu oynamaya mecbur ederler. Olur mu olmaz mı bilinmez ama olsa bence çok iyi olur. Çünkü böylelikle belki, demokrasi sandıkları şeyin demokrasi olmadığını görür, demokrasinin ne olup ne olmadığını, çocukların oyunundan bir iyice öğrenirler. Ve kurulacak yeni ülkede, eğer yüksek bir yerleri olacaksa ve yönetim sistemi olarak demokrasi tercih edilecekse, belki bu kez doğru demokrasiyi getirirler. Paramparça ettikleri ya da paramparça edilişini, son an kadar lakayt tavırlarla seyrettikleri Cumhuriyet’in ahını almaz, bu kez hakkını verirler.
Son Not: Sürç-i lisan ettikse, ki galiba ettik, affola!
Slh kmr 3 Yıl Önce
Güzel bir yazı Kutluyorum Anlayana!
MUTAHHAR AKSARI 3 Yıl Önce
KORKUT, DİSTOPİK BİR TARZDA YAZMIŞ. BİR KERE OKUDUM. AMA BİRKAÇ KEZ DAHA OKUYACAĞIM. KARAKTERLERİ YERLİ YERİNE OTURTABİLMEK İÇİN. OKURUYLA SATRANÇ OYNAR GİBİ OYNUYOR KORKUT. AŞKOLSUN! STEFAN ZWEİG'İN "SATRANÇ" ADLI ROMANI GİBİ. HER HARFE, SÖZCÜĞE, PARAGRAFA SATRANÇ OYNAR GİBİ EMEK VERMİŞ KORKUT. İLK KEZ OYUN TÜRÜNÜ MAKALESİNDE KULLANMIŞ YANILMIYORSAM. OKURKEN, SAHNE IŞIKLANDIRMASINI ZATEN ZİHNİNİZDE YAPIYORSUNUZ. ŞİMDİLİK DİYECEKLERİM BU KADAR. BAŞARILAR...
Safire 3 Yıl Önce
Çok güzel bir analiz. Devamında çok seçenekli bir sentez. Çok emek vermişsin Aysel. Eline sağlık. Okurken üzüldüm. Hergünümüz bir girdap sanki. Dön , dön yine aynı yere gel.
Alev Subaşı 3 Yıl Önce
Biraz nostaljik , biraz romantik , bolca didaktik , Ditopik , son derece epik çok miktarda gerçeklik içeren enteresan bir yazı olmuş ! KUTLARIM ✌️