Derin mi sığ mı oldukları anlaşılamayan bazı devletler ve devlet adamları, vatandaşlarını karınca gibi görüyor. Sinek gibi, sivrisinek gibi, bit gibi, pire gibi… Sokak köpeği gibi, sokak kedisi gibi…
On bir yaşındaki çocukları mesela, mevsimlik işçi olarak görüyor. Fındık toplarken çok fındık yiyen ve midesini felç eden Viranşehirli işçi çocuğun neden çok fındık yediğiyle ilgilenmiyor. Neden öldüğüyle ilgilenmiyor. Çocuklar çalışmasın, çocuklar ölmesin diye hiçbir şey yapmıyor. Bırakıyor çalışsınlar, ölsünler!
Altı yaşındaki kızını evlendiren babayla ve o kızcağıza yıllar yılı tecavüz eden manyakla ilgileniyor da altı yaşında evlendirilen çocukları onlardan korumakla ilgilenmiyor. Bırakıyor aynı oluşumların içine. Ne halleri varsa görsünler! İçeridekini çıkarır salarız bir afla, devam eder gider aynı hayata!
Vatandaşın açlığı tokluğuyla ilgilenmiyor. Kendi korkunç şatafatlı yemeğinden arta kalanları vatandaşın önüne atıyor. Alın bu artıkla doyun! Çocuklarınızı da bu artıkla besleyin!
Çocukların eğitimleriyle ilgilenmiyor. Sınavlarda dünyanın bilmem kaçıncısı oluyor da çocuklar, derinlerin de sığların da yüzleri bile kızarmıyor. Aslında ne kadar sığ ki cehaleti seviyor, cehaleti alkışlıyor, cahilleri yere göğe sığdıramıyor demek pek mümkün.
Vatandaşlarını karınca gibi görüyor. Sinek gibi, sivrisinek gibi, bit gibi, pire gibi… Sokak köpeği gibi, sokak kedisi gibi…
Üstlerine gaz sıkılıp öldürülebilecek canlılar olarak görüyor. Ne yazık!
Maden dehlizlerinde grizu patlamalarında yanmalarında, göçük altında kalmalarında bir sıkıntı görmüyor. Grizu için, göçük için tedbir almıyor. Ölürlerse ölsünler, tünellere onların yerine yenileri girer nasıl olsa, girer ve çalışırlar, ben kazanmaya devam ederim diyor! Göçüğe isyan edenleri sakinleştirmek için ortama copluları, tekmecileri ya da din satıcılarını salıyor. Coplulara itiraz ediyor halk ama din satıcılarına çabuk kanıyor. Onlar bu konuda gerçekten işe yarıyorlar! Uyuşturucu gibiler… Nereye girseler orada itirazlar şıp diye susuyor! Bu da elbet kazanmaya devam edilmesini sağlıyor. Aynı tas aynı hamam!
Bazı ülkelerin vatan millet diye bağıran derin mi sığ mı belirsiz kişileri, vatanlarını hiç sevmiyorlar. Vatanlarının altını üstünü oyuyorlar. Vatanlarını çöl yapmak için inanılmaz bir çaba içine giriyorlar.
***
Arap ülkelerinin petrol zenginleri, ülkelerinden ev alıyorlar, toprak alıyorlar. Derin mi sığ mı belirsiz kişiler de bunun karşılığında onlara vatandaşlık veriyor ya...
Arap ülkelerindeki savaşlardan kaçıp gelenlere kapıları açık tutuyorlar, gelen giriyor, gelen giriyor ya... Seçimlerde iktidara oy vermeleri şartıyla onlara da vatandaşlık veriyorlar ya…
Sonra, Suriye savaşında insan boğazı kesmeye koşan ve savaşın bitiminden sonra ortalıkta kalan canileri de ülkeye alıyorlar ya... Onlara da vatandaşlık veriyorlar ya…
Sonra durup düşünüyorlar herhalde:
Onlar Arap Yarımadası’ndan, çölden, kumdan, kum fırtınasından çıkıp geldiler. Misafirperverlik şanımızda var. Ya özlerlerse diyorlar ya vatan hasreti çekerlerse!
Öyle bir hasret çekmesinler diye onlara çöl hazırlıyorlar. Bir uçtan bir uca ya ağaç kesiyor ya orman yakıyor, çölleşme bataklığına hunharca dalıyorlar…
İtiraz edenlerin üstüne sık gazı! Sık gazı! Hepsi sinek, böcek, karınca nasıl olsa değil mi? Vatandaş mı sanki? Vatandaş olan, kendilerine çöl hazırladığımız asiller!
***
Çok ırkçı bir yazı oldu bu…
Olmadı yani…
Ama Asmalımescit sokağından İstiklal’e doğru yürüyüşe geçen Afgan, Suriyeli, İranlı, Iraklı, Pakistanlı, Malezyalı gençlerden oluşma kitlenin “Yaşasın şeriat!” naralarını; Galata’da “Payitaht Hilafet, Resulümüz Muhammet!" diye toplaşıverip askeri kıyafetlerle koşuşturan Suriyelilerin videolarını izleyince insan, galiba hafiften ırkçı gibi oluveriyor. İster istemez.
İyi uykular Türkiye’nin sığ derini! Çöl hazırlığında hızlanmalısın!
Daha çok ağaç kes, insan kes, vatandaş kes! Kes ki acele tükenelim!
Ama tükenmeyiz ki biz! Uyur uyur, sonra uyanıveririz. Yeni bir Gezi kalkışması olur ise karşısına dikeceğiniz bu güruhlarla ne ederiz onu şimdilik bilmesek de onu da öğreniriz herhalde…
***
Demek istediğim şu aslında:
Vatan millet diye bağıranlar, vatanı da milleti de sevmiyorlar. Vatanın yeşil dağlarını, ovalarını çöl yapmaya çabalıyorlar. Milleti bölüp parçalıyor, birbirlerine düşman gibi bakmalarını sağlıyor, vatandaşların hepsini hasta ediyorlar. Vatanın çocuklarını bozuk para gibi harcıyorlar. Vatandaşın önüne saray artıklarını atıyorlar. Doy bununla diyorlar. Bodur kalma sakın, büyü diyorlar.
Kadınlara evde otur diyorlar, ayak altında dolaşma diyorlar. Üç doğur, beş doğur, yeter ki doğur, senin işin bu diyorlar. Sadece bu, anladın mı diyorlar…
Devleti sevdiğini söyleyenler, devletin per perişan haline gözlerini kapatıyor, kulaklarını tıkıyor, parasını yemeye bakıyorlar. Sevdikleri şey aslında devlet değil, devletin parası!
Vatanı sevdiğini söyleyenler, vatanın çölleşmesine gözlerini kapatıyor, kulaklarını tıkıyor, toprağın üstünü biçip altını oyuyor, çıkanları bölüşmeye bakıyorlar. Sevdikleri şey aslında vatan değil, vatanın varlıkları!
Derin derin dedikleri de sığ bir avuç paragöz amca, teyzeden ibaret. Akılları fikirleri para. O para için insanların iyi duygularını, kötü duygularını iliklerine kadar sömürüp kullanıyor, işlerine bakıyorlar. Çalsın sazlar oynasın kızlar; gelsin arabalar, uçaklar, gelsin paracıklar… gelsin güç, gelsin iktidar!
Vatandaşı hasta etmek için el ele verip hep birlikte çok çabaladılar çok ama başardılar mı başaramadılar mı bilinmiyor. Kimsede tık yok, öyle sessiz, dilsiz oturuyor herkes, oturuyoruz hepimiz. Katatonik gibi… Aman sen de bırak memleket işlerini, siyasete bulaşma, politikacılarla uğraşma, onların işine akıl ermez, sen anı yaşa!
Ya gelecek?
Zittir et geleceği, anı yaşa yavlum Mitat, anı yaşa diyoruz. Diyoruz da acaba nereye kadar?
***
Bu böyle gitmez de daha ne kadar sürer orası henüz bilinmiyor.
Vatan boydan boya çöl olduğunda görür belki bu sığlar ne halt ettiklerini ama belki de yine görmez, çölden nasıl para kazanacaklarıyla ilgilenirler. Sonra yine artıklarını vatandaşın önüne atar ye bunu, idare et derler.
Politikacılarla kurtulmayacak bu memleket, bunu anladık. Anladık da…
Politikacıların derdi zoru, güç, para, hırs… Hepsinin kaderi büyük bir güç tarafından çizilmiş. Her biri bir plan dahilinde ortalığa sürülmüş. Hiçbiri kendiliğinden değil, bunu anladık.
Üstelik hangisi derin, hangisi sığ anlaşılamıyor. Onları ortalığa sürenlerin de gerçekten derin mi sığ mı oldukları da pek anlaşılamıyor. Bize göre aptalca, kendilerine göre akıllıca işler. Bizim için zararlı, kendileri için yararlı işler…
***
Seçip ortaya saldıkları insanlar, hangi ülkede olurlarsa olsunlar vatanlarını şeriatçılara teslim ettiler.
Çalışma hayatlarını da patronlara endekslediler.
O ülkelerin zehir gibi beyinlerini kendi ülkelerine göç ettirdiler. Ülkeleri insan açısından da çölleştirdiler.
Geride kalanları da sinek, böcek, karınca, sık gazı üstlerine başlarına diye etiketlediler.
***
Olmaz böyle, olmaz arkadaş!
Birileri derin, birileri sığ ama sen sığ değilsin, sen anı yaşacı değilsin, sen uyusan ya da uyur gibi görünsen de olup bitenlerin farkındasın.
Uyan o -kan uykulardan- uyan artık!
-
"Kilim gibi dokumada mutsuzluğu
Gidip gelen kara kuşlar havada
Saflar tutulmuş top sesleri gerilerden
Tabanında depremi kara güllelerin
Duymuyor musun
-
Böyle yürek böyle atardamar
Atmaz olsun
Ses ol ışık ol yumruk ol
Karayeller başına indirmeden çatını
Sel suları bastığın toprağı dönüm dönüm
Alıp götürmeden büyük denizlere
Çabuk ol!
…” *
***
*Rıfat Ilgaz, Aydın mısın
Alev Subaşı 1 Yıl Önce
Gabriel García Márquez' in Kırmızı Pazartesi adlı meşhur eserini bilirsiniz. Kolombiya'nın sakin bir kasabasında işlenen gerçek bir cinayet anlatılır. Romanın ilk cümlesi ile yazar, kimin ne zaman öldürüleceğini açıklar. Romanda sadece okuyucu değil, tüm kasaba ahalisi de kimin ne zaman öldürüleceğini önceden bilmektedir. Kendimi Kırmızı Pazartesi romanındaymışım gibi hissediyorum. Aysel Hanım gibi aydınlar olanca sesleri ile bağırarak cinayeti insanlara ihbar ediyor ancak cinayetlere kimse mani olamıyor :(( Kalemine Sağlık Aysel Hanım.Çığlıklarınızın duyulması temennisi ile ..