Ajans Bakırçay
2021-02-15 11:43:46

Efendi Babamız

Aysel Korkut

15 Şubat 2021, 11:43

Birilerine ithaf edesim var bu öyküyü

ama kimlere uygun düştüğünü bilemediğimden

ithaf edemiyorum.

Uygun bulan, uygun bulduğuna ithaf edebilir.

Serbesttir.

Efendi Babamız

Babamız çok efendi bir adamdır. Kendimi bildim bileli sabah akşam bizlere en büyük hayalini anlatıp durur. O en büyük hayal, bizleri de kendisi gibi efendi yetiştirmektir. Tahmin edeceğiniz üzere bu hayali gerçekleştirmek için elinden gelen her şeyi yapmıştır ve yapmaya devam etmektedir. Yaptığının en büyük kanıtı ağzımdaki eksik dişlerle vücudumdaki kırık kemiklerdir.

Ne alakası var demeyin, elbet alakası var. Babam her sabah, evden çıkmadan önce bizleri tembihler: “Okulda efendi olun. Kimseye kötü söz söylemeyin. Birilerinin size kötü söz söylemesine sebep olacak şeyler yapmayın. Kimseyle laf dalaşına girmeyin. Kimseyle dövüşmeyin. Kimseye elinizi kaldırmayın. Kimseye vurmayın.”

Biz de onun sözünü dinler kimseyle dalaşmayız. Okulumuza efendi efendi gider geliriz. Laf atanlara cevap vermez, sataşırlarsa duymamış gibi davranırız. Döverlerse sopamızı yer, ağzımızı burnumuzu kırarlarsa da bir koşu eve gider, kanayan yerlerimizi aceleyle temizler ve okulumuza geri döneriz. Babamız, “Sakın kimseyi kimseye şikayet etmeyin.” dediği için bizi dövenleri kimseye şikayet etmeyiz. Günlerden bir gün, birisi dayağın dozunu iyi ayarlayamadı, benim ön dişlerimi avucuma döktü. E ama artık bu kadarı da fazlaydı. Abilerimle ablalarım da efendilikleri bozulmasın diye beni kurtarmaya çalışmadılar. Ağlaya ağlaya eve gittim.

Annem her okul dönüşü bizleri kan revan içinde görmeye alışmıştı. O yüzden fazla telaşlanmadı ama biraz canı sıkılır gibi oldu. Telefona sarılıp babamı aradı. “Bey, bey, bizim oğlanı dövmüşler, ön dişlerini hep dökmüşler. Çabuk eve gel." dedi. Babam ne dedi duyamadım ama annem, “Çıkmaz." dedi. “Süt dişi mi ki bunlar yerine yenileri çıksın?”

Babam yine de mesaisi bitmeden eve gelmedi. Gelince de ilk işi, bunu kimin yaptığını sormak oldu. Sonra ağzımı açtırıp dişlerimin boş yerlerine baktı. Bir daha baktı. Durdu, az sonra bir daha ağzımı açtırdı, yine boş ağzıma baktı. Sızan kanlara boş boş baktı. “Aman oğlum, sen sakın onlara vurma e mi? Hep efendi ol.” dedi.

“Tamam baba.” demek için ağzımı açtım ama dişsiz ve kanayan ağzımdan çapul çupul sesler çıktı. Babam ablalarımla abilerime döndü, “Siz de sakın kimseye vurmayın. Efendi olun." dedi. Sonra hepimizi tek sıra halinde karşısına dizdi ve kısa bir nutuk attı:

“Bu memleketin hırlısı hırsızı çok ama efendi insanı az. Siz siz olun, efendi olun. Bu memleketin efendi insanlara ihtiyacı var.” gibisinden, ne diyeceğini artık önceden bildiğimiz sözler işte.

En küçüğümüz araya girip, “Biz hep mi sopa yiyeceğiz baba?” diye sordu.

Babamız, “Sopa yiyecek şeyler yapmayın, o zaman yemezsiniz, efendi olun." dedi.

Ben, “Ben bir şey yapmamıştım ki. Şefik beni keyfi dövdü.” diyecek oldum ama ağzım, dibi yırtılmış boş çuvala döndüğü için ne dediğim yine anlaşılamadı. Konu böylelikle kapandı. Şefik ve çetesi de azdıkça azdı.

Bir keresinde bizim ufaklığın beslenme çantasını almış içini boşaltıp geri vermişler. Akşam babamıza söyledik. “Önemsemeyin." dedi. “Efendiliğinizi bozmayın.” Okulda aç kalan kardeşimizi de “Yedeğini yapıp çantana koyar annen, yine alırlarsa yedeğini yersin. Sen sadece dersine çalış. Başka bir şeye aklını takma.” diye teselli etti ve bir de tembihledi: “Tamam mı benim güzel kuzum?”

Ertesi gün benim beslenme çantamı alıp boşalttılar ve ertesi hafta artık hepimizinkini. Evde, hepimize yedek çanta yapacak kadar yiyecek olmuyordu bazen ve biz öğlenleri artık çoğunlukla aç kalıyorduk. Kalmadığımız zamanlar, Şefik’in başkalarına musallat olduğu zamanlardı. Öyle zamanlarda bize ilişmediği için seviniyor, Şefik’in musallat olduğu diğerlerini görmüyormuşuz gibi yaparak yemeklerimizi yiyor, karnımızı doyurup kenara çekiliyor, ıslık çalarak başka taraflara bakıyorduk.

Şefik ve çetesi artık kendi beslenme çantalarını getirip götürmez olmuşlardı. Bazen bizim, bazen başkalarının çantalarından aldıkları yiyeceklerle besleniyorlardı. Hem de karşımıza geçip göstere göstere yiyip içerekten.

Bazen aklıma bu işte bir yanlışlık olduğu takılıyordu. Kendimizi savunmamız, hakkımızı aramamız gerekmez miydi? Sahiden de bir şeyler yanlıştı. Yoksa değil miydi? Bilmiyordum ki… Kardeşler kendi aramızda bunu enine boyuna konuştuk ve bir gün aşka gelip babamıza danışmaya karar verdik. “Baba onlar hırsızlar. Yiyeceklerimizi zorla alıyorlar.” dedik. “Kendimizi savunmamız, yemeklerimizi almalarına izin vermememiz gerekmez mi?”

“Gerekir tabii yavrularım.” demesini beklediğimiz babamız, “Hırsız demeyin yavrularım, ayıptır." dedi. Biz, “Aç kalıyoruz ama.” diye mızırdanınca da “Böylesi daha iyi, nefsinize hakim olmayı, açlığa dayanmayı öğrenirsiniz, akşam eve gelince çok çok yersiniz. Evimizde çok şükür bol yemeğimiz var." dedi. “Hem bir çeşit oruç tutmuş gibi de olur, belki sevaba bile girersiniz.”

“Eh!” dedik. “Babamız öyle diyorsa öyledir. Demek ki doğrusu buymuş.”

Şefikgiller son zamanlarda bir de okuldaki kızlara sarkıntılık etme huyu edinmişlerdi. İki ablamla kardeşim Zeyno bundan rahatsızdı. Yok ablamın eteğini kaldırmışlar, yok Zeyno’nun saçını çekmişler, yok öbür ablamın memesini ellemeye kalkışmışlar falan gibi sözleri sık sık duyar olduk. Ama bu kadarı da fazlaydı artık. Buna bir dur dememiz lazımdı. Babamıza danıştık. “Kıralım mı burunlarını? diye sorduk. Babamız, “Hiç olur mu öyle şey yavrularım?” dedi. “Çocuk aklı işte, yaramazlık yapıyorlar akılları sıra. Gülüp geçin siz onlara. İlişmeyin. Dersinize iyi çalışın. Aklınızı böyle şeylere takmayın.”

Derken günlerden bir gün Şefik’i, Aslıcan’ı kenara sıkıştırmış mıncıklarken gördüm. Bir kıza nasıl yaparsın sen bunu? Hem de Aslıcan’a? Hangi hakla? Aslıcan’ın o menekşe gözleri yaş içinde, sağa sola bakınıp yardım arıyor. Sesi çıkmıyor ama ağladı ağlayacak. Kan beynime sıçradı. Dişlerimin kırılmasını falan unuttum, atladım Şefik’in üstüne. Bir yumruk ağzının tam ortasına, bir yumruk gözüne, bir yumruk kulağına… Şefik böyle bir şeyi hiç beklemediği için gafil avlanmış, benden sopa yiyordu. O sıra çetesindekiler yetişip geldi. Hep birlikte üstüme üşüştüler. Vur ha vur, sağlam yerim kalmadı. Nöbetçi öğretmen onları benden uzaklaştırmaya uğraşıyor ama nafile. Abilerim ablalarım gelmiş, efendi efendi dikiliyor, kenardan bakıyorlar. Babamdan tembihli hepsi, hiçbirisi kılını kıpırdatmıyor.

İdareciler dersen hiçbiri ortalıkta yok. Dayağın arasında kulağıma, “Müdür Şefik’in babasının adamıymış, ondan bu kadar cesur davranıyormuş. Aman biz de karışmayalım.” diye bir şeyler çalınıyor. Çevrede epey bir seyirci kalabalığı birikmiş. Sanki ringe çıkmış dayak yiyen boksörü seyrediyorlar. Maçtayız yani. Müstahdem amcalarla teyzeler yetişip gelmeseler Şefik ve çetesi galiba beni öldürecekti o gün. Bu olaydan üç kaburga, bir kol, bir çene kemiği kırığı bir de kafatası çatlağıyla kurtuldum.

Babam olayın üstüne gitmedi, hiç sesini çıkarmadı. Hasta ziyaretine gelip yatağımın ucuna oturan arkadaşlarımın dediklerine göre Şefik’in babasının yukarıda tanıdıkları varmış. Babam sesini çıkarırsa onu işten attırırmış. Yukarısı neresi bilmiyorum, bir şey anlamadım ama ben aylarca okula gidemedim. O süre içinde babam her akşam yanıma gelip saçlarımı okşadı, beni tembihledi: “Bir daha sakın öyle bir şey yapma oğlum. Efendiliğini sakın bozma oğlum. Bozunca neler oluyor bak gördün işte oğlum…”

Görmüştüm gerçekten. Çok canım yanıyordu. Ayrıca içimde de ağrıyan bir yerler vardı.

Benim okula gidemediğim zaman içinde okulda daha fena olaylar da olmuş. Bizimkiler akşamları anlattılar olayları günü gününe. Şefik sarkıntılık etmeyi pek sevmiş ve bunu her gün biraz daha arttırarak yapmaya devam etmiş. Bir gün Ayşe, bir gün Fatma, bir gün Esra, bir gün Arya… Derken kızlar toplanmışlar aralarında ve onlar bir çete kurmuşlar. Şefikgiller saldırıya geçince onlar da savunmaya geçmişler. Ama bu uzun sürmemiş. Birileri okulu basmış, kızları çete kurmak suçundan alıp götürmüşler. Ablamlar da o kızların arasında gitti. Aylardır yoklar. Haber bile alamadık. Sağlar mı öldüler mi bilmiyoruz. Küçük kız kardeşim korkudan artık okula gitmiyor. Duyduğuma göre Aslıcan da okulu bırakmış. Abimler mezun olurlarsa belki ben de bırakırım. Tek başıma ne yaparım o okulda ben? Ablalarımı da öyle çok özledim ki.

Yaşananlardan bezen veliler geçen hafta karakola gitmiş, Şefik ve çetesinden şikayetçi olmuşlar. Çoğu bizim komşumuz zaten. Polis gelip bizi de sorguya götürdü. Babam buna çok öfkelendi. Dönüşte komşularımıza hafiften ters baktı.

Annem, kolundan tutup babamı çekti. “Aman bey sakın konuşma." dedi. Sonra da babamın kulağına, “Bu itirazcıların arasında gören mören olur, bizi de onlardan zannederler. İçeriye gir de başımıza iş açma.” diye fısıldadı.

O sıra büyük abim, komşularımıza, “Bir kere siz efendi değilsiniz efendim.” diyordu. “Efendi olsaydınız karakollara gidip kimseyi şikayet etmezdiniz.”

Babam dayanamadı yine diyeceğini dedi: “Bizimki bizim kendi iç meselemiz efendim. Biz bunu efendi efendi kendi aramızda hallederiz. Siz buna karışamazsınız. Kendi sorununuzu kendiniz çözün. Bizim iç işlerimize karışmayın."

Küçük abim, kendisini içeriye çekiştirirken de sözlerine devam etti: “Ne münasebet efendim, ne münasebet! Biz kimseden şikayetçi değiliz.” dedi.

Babam efendi adamdır ama çok nadir de olsa bazen böyle öfkelenir işte.

Neyse efendim, o gece Şefikgiller olduklarını tahmin ettiğimiz birileri gelip hepimize birden tecavüz ettiler. Annem, babam, abilerim, küçük kız kardeşim, ben… Hepimiz.

O günden beri çok daha efendiyiz. Şefikgiller olduklarını tahmin ettiğimiz birileri her gece gelip bizi beceriyorlar ve biz efendiliğimizi hiç bozmuyor, kimsenin kalbini kırmıyor, kimseye saygısızlık etmiyor, kimseyi ayıplamıyoruz.

Geçen hafta küçük kız kardeşim öldü. Kaç günden beri bağırsakları dışarıdaydı. Ben epeydir kıçımın üstüne oturamıyorum. Önceki gün büyük abim, gururu kırılmışmış, intihar etti. Bugün onu gömdüler. Efendi babamız, “Sizin sorununuzun ne olduğunu anlamıyorum." dedi. “Sizin sorununuz başka bir şeye benziyor ama... Rica ederim biraz daha efendi olmayı deneyin.”

Efendi babamızdan bizim efendiliğimizi takdir etmesini bekleye bekleye yaşayıp gidiyoruz. O takdir etse biz çocuklar da her geçen gün biraz daha sevinecek, mutluluktan kesme şeker misali dört köşe olacağız ama nüfusumuz da günden güne azalıyor. Ne olacak bu halimiz bilmiyorum.

Benim içimdeki ağrı mı, evet efendim, o ağrı her geçen gün biraz daha artıyor. Bu acayip bir şey. Yakamı bir türlü bırakmayacak gibi. Bildiğim kadarıyla görünür bir sebebi de yok. Yine de bir doktora falan mı danışsam acaba diyorum. Ne yapayım bilmiyorum. En iyisi efendi babamıza danışmaktır belki de. Tez zamanda ona bir sorayım.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.