Geceler… geceler… Geceler, Bizi Mozart’ın çok sevilen “Eine Kleine Nachtmusik”e (Küçük Bir Gece Müziği’ne) götürüyor. 19 dakikalık Sol majör serenad (Akşam Müziği) yaylı çalgılar için bestelenmiştir. Birinci bölüm allegro (hızlı) tempoda, ikinci bölüm romanze (duygusal), üçüncü bölüm bir dans çeşiti olan menüetto ve son bölüm de neşeli bir havada bitiyor. Müzik tarihinde Mozart’ın en sevilen kısa parçalarından biri olarak biliniyor… Gelelim The Moody Blues (Karamsar Maviler) adlı İngiliz rock gurubunun "Nights in White Satin" (Beyaz Saten Geceler) adlı parçasına. Sonra "ilerici rock müzik" türüne geçen grubun bu şarkısının ilk dizeleri tarafımdan çevirileriyle şöyle: Nights in white satin never reaching to end (asla sona ermeyen beyaz saten geceler) / Letters I’ve written never meaning to send (asla gönderme niyetinde olmadan yazdığım mektuplar) / Beauty I’d always misssed with these eyes before (daha önce bu gözlerle hep özlediğim güzellik) / Just what the truth is, I can’t say anymore (sadece gerçeğin ne olduğunu artık söyleyemem) / Cause I love you, yes I love you (Çünkü seni seviyorum, evet seni seviyorum)… Bir de Türk pop müziğinden örnek alalım. Nilüfer’in Antalya’da gerçekleştirilen 1986 Uluslararası Akdeniz Şarkı Yarışması’nda ülkemize birincilik kazandıran "Geceler" adlı şarkısı. Söz ve müziği etkilenmemek için başka müzik dinlemediğini açıklayan Kayahan’a ait. Nilüfer için özel üretilmiş gibi.
İlk dizeleri verelim: Geceler katran karası geceler / Ellerim tütün kokar gecelerde / Geceler olmaz olası geceler / Açılır yelkenleri yalnızlığın / Vurur dalga sesleri yüreğimde / Geceler yar yar, dört duvar efkâr / Geceler yar yar, başımda sevdan…
***
Necati Tosuner bol ödüllü çeşitli kitaplarıyla edebiyat dünyamıza bir armağan. Son kitaplarından biri de "Sen ve kendin" adını taşıyan bir roman. Bu kitap anlatılmaz, okunur, hissedilir. Düşüncelere dalınır. İnceliklidir. Kendine ruhsal tanımlamalar yapıyor. Sanki kendi kendinin psikoloğudur. Kendisiyle baş başa. Yalnızlığın sürekliliğinin hüznü ve isyanını yaşayan bir kişi. İç sesler konçertosu da diyebiliriz. Daha ne diyeyim. Okuyup hissedin!..
***
İlhan Selçuk’un "Yüzbaşı Selahattin’in Romanı" ikinci cildi; kahramanımızın dolayısıyla askerlerin saray çevresiyle ilişkileri bir yandan direniş hareketinin askerler cephesinde örgütlenme çabaları, azmi ile başlıyor. Anzavur, Çerkez Ethem, Konya isyanlarıyla memlekette iç savaş da hüküm sürüyordu. Savaşın sonlarına doğru memetçiklerin yaşla değil kiloyla (45 kilo ile) alındığını biliyor muydunuz? Kahramanımız bir yandan da evlilik düşünmektedir. Çevresindeki büyüklerin tavsiyesi ise, ondan daha akıllı, soylu, zengin kadın almaması ve yoksul kalıp mutlu olması yönündedir. Ya bugün?.. Yaşadıkları "sonu bilinmeyen serüven" olarak yorumlanıyordu. "Umutsuzlukla umut arasında", "acı yalnızlık" başka çarpıcı başlıklar. Tehlikeli bir ortamda evlenme daha doğrusu evlendirme hareketleri şaşırtıcı! 8 Şubat 1920’de Anadolu kaynarken kahramanımız evlenir. Nimet adlı bir kız çocuğunu seçme nedenlerinden en önemlileri arasında; yaşının çok küçük olması, kendi karakteriyle ve idrakine göre biçim verebileceğini, kendisinden üstün olmayıp yol gösterebileceğini belirtmesiydi. İlginç bir yaklaşım. Ama evlilik asker evliliğidir, uzun süreler ayrı kalırlar. Bu arada Meclis de kurulur. Ama askerlerin görevleri bitmez, sürer… Eşi ile mektuplaşarak süren bir evlilik… Girdiği kurmaylık sınavlarının iptal edilmesi üzerine öfkeyle istifa ederek 11 Nisan 1920’de yüzbaşılıktan emekli olur. Çiftlik kurma girişimleri, bocalama dönemleri ve sonra istihbaratta çalışmaya başlamalar ve yine ailesinden uzak yaşamlar… İşsizlik ve eşi Nimet’in hastalık sıkıntıları, yoksulluk ve eşin kanserden ölümü ile bir dönem daha kapanır. Kahramanımız da sonra girdiği Bayındırlık Bakanlığı’nda ölünceye dek çalışır. Kitabın son sözünde; Osmanlı İmparatorluğu’nun son kuşağının serüveni olarak yorumlanır…
***
Beş dizilik bir kısa öykü size. Adını “Beş Şiirlik Aşk” koydum:
Öyküşiir-1
Aylardan Mayıs idi. Yeni bir yere taşınmıştı. Önceleri eşyalarını yerleştirmek epey vaktini alıyordu. Yeni oda arkadaşıyla uyum sağlama sorunları yaşayacak gibi görünüyordu. Çok yaşlıydı. Neden sonra yaşıtı olan bir bayan ile tanıştı. Onunla arkadaş olmak istiyordu. Kendini öyle yalnız hissediyordu ki. Yaşıtı bir insanla konuşmak gereksinimini o kadar çok duyuyordu ki anlatılamaz. Zaman zaman kafeteryada arkadaşı ile oturuyordu. Kendisi de ona katılmaya çalışıyordu. Ama bir sorun olacak gibi görünüyordu. Yalnız değildi. Bir erkek arkadaşı vardı. Kendisini tanıtma derdine düşmüştü. Şarkı söyleme, şiirlerinden bazılarını okuma gibi. Ne yazık ki bey kendisine yakın ilgi göstermeye başlamıştı. Ne yapacağını bilemiyordu. Öyle şaşkındı ki… Ayrı bir yerde buluşmaya başlamışlardı. Kendini bir tuhaf hissediyordu. Kendisi beyin etkisi altına girmişti. Âdeta sürükleniyordu. Otoriterdi. Birden bire değişip sertleşiyordu. Yine de şairliğine esin kaynağı olmaya başlamıştı.
***
Ondan etkilenerek yazdığı ilk şiir:
BİR SEVDA MI İSTERİM! (sevgiliye)
Bir elele bile tutuşamamak / Dudaklarıyla tatlanamamak / Ah pandemi ah! / Hüznü bol bir sevda mı isterim bilmem
Papatya sarısında buluşabilmek / Bir kedi okşamasında duyumsamak / Bir sohbetle varsıllaşmak / Anılar demetinde ortaklaşmak / Çok geç bulup da çabuk yitirmek mi?
Ah pandemi ah! / Hüznü bol bir sevda mı isterim bilmem
Uykularıma girsin isterim / Düşüncelerimle kucaklaşsın / Ah pandemi ah! / Hüznü bol, düşleri bol / Bir şiir yaratısında yeri olsun isterim. (4.5.2021 - saat: 02.56)