Önce müzik eğitimcisi, müzisyen Prof. Koral Çalgan’ın derlediği ”müzikle ilgili özdeyişler”den bir demet sunmak istiyorum:
ATATÜRK: Hayatta müzik gerekli midir? Hayatta müzik gerekli değildir. Çünkü hayat müziktir… Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir…
Martin LUTHER: Müzik sanatını bilen kimse, asil ruhlu insandır. O, her güzel şeyi yapmaya yatkındır…
Bernard SHAW: Müzik sanatı var olmasaydı, gerçeğin kabalığı katlanılmaz kılardı dünyayı…
KONFÜÇYÜS: Müziğe erişmiş olan bir kimse, erdemli bir kişi olarak kabul edilir… Müziği yalnız büyük insanlar bilirler…
Alphonse DAUDETDE: Müzik, insanların tümüyle mutlu olduğu başka bir gezegendir…
Eric SATIE: Müziksiz bir insan hiçbir zaman tamamlanmamıştır…
Wolfgang von GOETHE: Müzik kurtuluştur… Mimari, donmuş bir müzik; müzik ise erimiş bir mimaridir…
Cem MANSUR: Müzik insana uygarlık pasaportu verir…
CERVANTES: Müziğin olduğu yerde kötülük barınmaz…
SHAKESPEARE: Kötüler şarkı söyleyemez…
****
“Sarmal Çevrim” adlı Edebiyat ve Kültür Dergisi’nin 13. sayısını yakınlarda okuma olanağı buldum. Genel Yayın yönetmeni İbrahim Oluklu…
Mustafa Durak “Bir Varmış Bir Yokmuş” adlı yazısında; yakınlarda yitirdiğimiz şair Küçük İskender’in iki şiiri üzerine çalışmış. İletişim açısından anlamada, yapıta hem yakın hem uzak durulması gerektiğini belirtiyor. Üstelik şiir anlamaktan çok yoruma açıktır. Önce “kalpte ateşkes” adlı şiirin çözümlemesini yapmış.
Birkaç dize örneği: Bu şehre lanet okuyacağım / Sevgilim silah bırakacak /…/ mamafih, her şeyi yarısında terktir özgürlük / Annem doğurup başlattı, işi ne, artık o tamamlayacak!
Şair aşkın ve kavganın kavuruculuğundan bunalmış, dinginlik özlemi içinde. Aşk tek yanlı olsa bile. Daha sonra da dize dize değerlendirmeye geçmiş.
İkinci şiir “Haybeye Hüzün.” Birkaç dizesi şöyle: sana ağlaya ağlaya attığım bir tokat… gibi bu son öpüşümdeki çöl / …/ hey neyse, güzel görün bana, bana ait bu ayrılık gecesinde / nasılsa silahım, sadece hoyrat hayatın ensesinde.
Şairin şiirini, yaşadığı gibi, patlamaya hazır bir silah gibi kurduğunu belirtiyor...
Öner Yağcı, yazısında, toplumcu Türk şiirinin, Tevfik Fikret ve Nazım Hikmet’ten sonra ilk ustalarının 40 kuşağı olduğunu dile getiriyor.
“Fedailer Mangası” adını veren Attila İlhan, geleceğini tehlikeye atsa da “insan hakları ve demokrasi” savaşını başlatanın bu şairler olduğunu vurguluyor.
Ahmed Arif bu kendi kuşağının büyük ozan adlarını şöyle sıralamış: Rıfat Ilgaz, Vedat Türkali, Niyazi Akıncıoğlu, A. Kadir, Şükran Kurdakul, Arif Barikat(Damar), Muzaffer Arabul… Işıklarla…
Halil Şahan “şiiri örgütlemek” adlı yazısında İbrahim Oluklu’nun şiirini değerlendirmiş. Öncelikle şiir kaynağının çocukluğu, coğrafyasının ise Çukurova olduğunu vurguluyor. Şiirini daha çok eğretilemeler, düz değişmecelerle ve öykülemelerle yapıyor. Öykülemenin yoğunluğu incelttiğini de belirtiyor. Şair Oluklu, toplumcu gerçekçiliği savunduğunu ve vicdan devrimciliğinden beslendiğini açıklıyor.
“Sözcük ve Zaman” adlı şiirinden birkaç dize: Konuştuğun yerlerde başlardı / yaralı bir dost omzuna yaslanarak / Yürümenin tadı sözlerin / En açılmaz kapıları açardı / En umulmaz yerlerinde gecenin…
Derginin dosya konusu eleştirmen Mehmet Yaşar Bilen. Daha çok Ahmet Özer ve Veysel Çolak’a el yazısıyla yazdığı mektuplardan oluşuyor. Bir eleştirmen olarak yaşadığı çağa tanıklık ettiğini dost mektuplarından da anlıyoruz. 1972–1992 yılları arasında çoğu Devrek’ten yazılmış.
Mektuplarında; bazı yazarların ürünlerinde Doğu sorununda aydını sokmamalarının sıkıntısı, halkın umudu Ecevit’in bir mit olduğu yorumu, Dinamo ve Nihat Behram’ın şiirleriyle ilgili eleştirileri, faşizan baskılar olmasaydı Garip (birinci yeni şiir) ve ikinci yeni şiirinin olmayacağı düşüncesi, Anadolu edebiyat dergileri değerlendirmeleri, bir zamanlar Yazko Edebiyat’a ağırlık vermesi, İzmir’de” Dönemeç” dergisinin kapanmasının üzüntüsü, ayda kırka yakın mektup gelmesinin mutluluğu, çıkaracağı edebiyat dergisi için ayrıntılı çalışmaları ve ünlü ünsüz çok sayıda destekçiler bulmanın sevinci, dergilerinde edebi değeri olan kapsamlı bir soruşturmanın heyecanıyla yoğun çalışmaları, ağırlıklı olarak ele aldığı konular.
Dergi ayrıca değerli şiirlerle de destekleniyor.
Macar şair Endre Ady’nin bir şiirinin İngilizcesini, kendimce çevirdiğim Türkçesi ile verdim:
AUTUMN PASSED THROUGH PARIS:
Autumn sliped into Paris today,/Came silently down Boulevard St. Michel,/İn sultry heat, past boughs sullen and still,/And met me on its way. /As I walked on to where the Seine flows by,/Little twig songs burned softly in my heart,/Smoky, odd, sombre, purple songs. I thought/They sighed that I shall die. /Autumn drew abreast and whispered to me,/Blv. St. Michel that moment shivered. /Rustling, the dusty, playful leaves quivered,/Whirled forth along the way. /One moment. Summer took no need: whereon,/Laughing, autumn sped away from Paris. /That it was here, I alone bear witness,/Under the trees that moan…
PARİS’TEN SONBAHAR GEÇTİ:
Bugün sonbahar Paris’e girdi,/Sessizce St. Michel Bulvarı’na indi. /Boğucu sıcaklıkta dalları sıkıntıyla ve durgun geçti/Ve yolda bana rastladı. /Sen nehrinin aktığı yerde yürürken/Küçük, taze şarkılar yavaşça kalbimde tutuştu,/Dumanlı, sıradışı, hüzünlü, ateşli şarkılar. Düşündüm;
Öleceğime yazıklandılar. /Sonbahar sırayla gösterip fısıldadı bana,/St. Michel Bulvarı’nın o an ürperdiğini. /Hışırdayan, tozlu, oyuncu yapraklar titredi,/Yol boyunca fırıl fırıl döndü./Bir an: yaz aldırmadı: üstelik/Gülerek, sonbahar Paris’ten hızla uzaklaştı. /İnleyen ağaçların altında,
burada olduğuna, yalnızken tanık oldum…
Şiir inceliğiyle…