Hızır bir darağacında öldü, İlyas öbür darağacında. Derken Deniz, Hüseyin, Yusuf; kimseyi öldürmemiş, kimsenin canını yakmamış, kimseye kötülük etmemiş, ama belki birilerini gagalamış üç genç kuş çıkıp geldi. İkisi Hıdrellez’in iki omzuna-omuzların biri İlyas biri Hızır’dı- biri de başına kondu.
Sabaha kadar öttüler. Ertesi gün öttüler. Bir ertesi gün yine öttüler. Ötüşleri ağıttı başlarda, sonra şarkı oldu, türkü oldu, cesaret oldu. Ertesi ay, ertesi yıl, ertesi beş yıl, ertesi on yıl, ertesi kırk yıl o şarkılar çınlayıp durdu her yerde. Her 6 Mayıs’ta Hıdrellez’i tekrar tekrar astı cellat, üç genç kuşun sesini kesemedi, onları susturamadı, müziklerini durduramadı. Gençlerin güllerini solduramadı.
O 6 Mayıs’ta Hıdrellez öldü, bir ülkenin en özel günlerinden birisi öldürüldü.
En güzel bayramlarından birisi. Asılarak, boğularak, nefessiz bırakılarak, ateşe atılıp yakılarak. Fakat rivayete göre Hızır ve İlyas Ab-ı hayat suyunun kaynağını bulmuş ve o sudan içmişlerdi. Asılsalar da yakılsalar da öldürülemezlerdi.
Çocuktum, Hıdrellez henüz asılmamıştı. Güneş yerinde duruyordu, Ay yerinde, mavi yerinde, gökyüzü yerinde. İnsanların gözleri parlıyordu, Yer gök “Bugün bayram.” diyordu.
Bayramda ne yapılır? Sevinilir, gülünür, eğlenilir, gezmeye gidilir. Bizim oralarda da öyleydi. Komşulardan birinin kamyonuna doluşulur Sakarbaşı'na Hıdrellez pikniğine gidilirdi o gün. Hep gidilirdi. Babam izin vermediği için biz gidemezdik.
Nasıl olduysa bir keresinde izin veresi tuttu ve bizi, o kocaman kamyonun kasasına bindirip gönderdi. Kırmızı burunlu bir kamyondu, çok büyüktü. Kasa insanlarla doluydu. Aralarına karışıp oturduk annemle.
Hiç Unutmam o günü, o sevinci, o sevinç rengini. Sevinç, sevincin karesiydi, küpüydü. Nasıl diyeyim ki? Tarif edilemeyecek kadar büyüktü. Her şeyin rengi o gün sevinç rengiydi.
O günden aklımda kalan manzarada Sakarya’nın görkemi var. Fokur fokur kaynayarak doğduğu yerden ayrılmakta acele edişi. Karadeniz’e doğru yola çıkarken nazlı nazlı süzülüşü. Salkım söğütlerin dallarını okşayıp geçişi. Yer yer telaşa düşüp ileri atılışı. Koşarken kayalara, taşlara çarpışı, kendi canını acıtışı. Gözyaşlarını etrafa sıçratarak ağlayışı.
Kulağımda kalan sesler ise hep neşeli sesler. Şarkılar, türküler, panayır müzikleri, kahkahalar, bazen de elbet, neşeli seslere karışan çocuk mızıklamaları.
Kurulan sofrada en önemli yiyecek kalakay. Kalakay hıdrellezde mutlaka pişirilir. Hiçbir hıdrellez kalakaysız geçmez. Biz öyle biliriz. Artık geçiyor. Artık kimse kalakay pişirmiyor Hıdrellez gününde.
Sonraki Hıdrellezlerin birinde Hıdrellez’i astılar çünkü.
Bayram öldürmeyi seven daha başkaları da oldu sonrasında, ama bayram öldürmek pek akla uygun bir şey değildi. Çünkü Hıdrellez’in küllerinden Deniz, Hüseyin, Yusuf doğdu. Cellat ve karar verici takımı, onların da Hıdrellez’le birlikte öleceklerini, sonsuza dek gömüleceklerini sanmışlardı, ama yanıldılar. Onlar sürekli şakıyan kuşlar oldular, Simurg oldular. O günden sonra doğan her on -hadi yüz olsun- çocuktan birinin adı uzun bir zaman Deniz oldu. Bugün bile doğan Denizler var. Hep de olacak.
Hıdrellez, boynunda urgan, her 6 Mayıs’ta boğulmakta, 1 Mayıs tutuklu, Nevruz hepten yasaklı; 23 Nisan, 19 Mayıs ve 29 Ekim’in kolları bacakları alçıya alınmış, dondurulmuş; varlıkları yoklukları kuşkulu.
Artık panayırsız, ateşten atlamasız, neşesiz, kalakaysız mı geçiyor 6 Mayıslar?
Hayır.
Simurg’un -biraz buruk, biraz hüzünlü de olsa her zaman umutlu olan- şarkısına umutla eşlik ederek. Yine ateşlere atlayarak, yine ateşlerden atlayarak, içimizde panayırlar kurarak.
Bayramlarımızı asmayınız beyler. Çünkü bu boş bir uğraştır.
Bayramlar ölmüş görünebilirler, ama ölmezler.
Hızır ve İlyas her 6 Mayıs’ta, sabaha karşı bir gül ağacının dibinde buluşur, Hıdrellez (Hızır ve İlyas) olurlar. Omuzlarında Deniz, Hüseyin ve Yusuf oturur ki onlar da Simurg olmuşlardır.
Nevriye Tuna 5 Yıl Önce
Muhteşem Ayselcim. İçim kanayarak okudum. Kalemine sağlık.