Güzel bir gün başladı diye fısıldadı güneş, açtı gözlerini güzel çocuk. Yundu yıkandı, koştu mutfağa. Az ötede çakarlı porşeler geziniyor, evde bir cephanelik gizleniyordu. Ailenin oto galerileri ile uçsuz bucaksız tarlaları birbirlerine sesleniyordu. Ve yoksulluğun uğramadığı o ev her gün neşeliydi.
Varlık içinde yüzen evde kahvaltı edemedi çocuk. Bir bardak su içeyim bari diyecekti ki “Olmaz diye bir ses yükseldi, “Ekmek gibi su da herkes için değil artık.” dedi. “Tarım için değil, insanlık için değil, eğlenirken terleyenleri yıkamak için ve elbet ödeyip alabilenler için yalnız. Bakalım seninkiler ödediler mi?”
“Tabii ödemişlerdir ama yine de bir sorayım.” dedi çocuk. Lakin soracak kimse yoktu. Abilerin biri tütüne katıp met mi içmiş ne, arkadaşlarıyla köpek öldürüyor; babası namazını kılmış zikre gidiyordu. Evin amcasıyla flört mü ediyordu, cephane mi indiriyordu neydi annesi meşguldü, yine de bir es verip çocuğa döndü. “Uslu dur, sana gelinlik alırım.” dedi.
Bir eşekarısı uçup geldi o sıra insan kılığında, çocuğu tehdit etti: “Uslu durmazsan eğer, elif ba’n ile dereye gömerim seni!”
Elif ba’sını alıp kursa gitti çocuk. Dönüşte yitti. Yitip gitti. Herkes gördü, kimse görmedi. Suç ortaklığı pazarında paralar döndü, çocuk tarlaya gömüldü. Ev aramasında bir cephanelik bulunduğu sıra çocuk çürüdü. Köylü ya sustu ya yalan söyledi. Dökülüyordu çocuk artık, tarladan dereye götürüldü.
Vaat edilen parayı şıpınişi alamayan ihbarcıya mı borçlandık biz, yoksa olay daha da karışsın, içinden çıkılamasın mı istendi bilemedik, yerini o söyledi: “Derede bir çuvalın içinde.” dedi.
Her günü dolu gözlerle geçirip ağlayamamak ve çocuğun sıkılan boğazıyla birlikte daralan nefeslerimizi ne edeceğimizi bilememekle meşguldük. Yetmezmiş gibi bütün kurumlara güvenimizi yitirmiştik. Ne edeceğimizi yine bilemedik, kendimizi çaresiz hissettik. Çaresiz hissettikçe öfke büyüttük. Öfkemizi ona buna yönelterek kendimizi tükettik.
Buldular çocuğu. Morarmış boynu, çizilmiş kulağı, leğen kemiği, kaval kemiği bir bir kendisini terk etmişti. Otopsi masasında bilindi hepsi.
Okul açıldı, çocuğun yaşıtları okula gitti. Sanki genç kız imiş gibi, sözlüymüş nişanlıymış gibi, evlenmekten başka hiçbir hayali yokmuş gibi, evlendirmeye götürüyorlarmış da yolda ölüvermiş gibi, sekiz yaşında yaşamı bitirilen çocuğun tabutuna, okulların açıldığı gün, duvaklı gelinlik örtüldü.
Köylüler toprağa verdiler Narin’i, annesiz babasız ki sorgudaydı kendileri. Hem zaten artık ikisi de Narin’e lazım değildi.
Yetkililer toprağa verdiler Narin’i. Emir alıp emir veren, faillerle yan yana Narin izi süren yetkililer. Her şeye hakimmiş, her şeyi biliyormuş, her şeyi kontrol ediyormuş gibiydiler ki onlar da Narin’e artık lazım değildiler.
Siyasetçiler falan toprağa verdiler Narin’i. "Bizlerin bazen bilmediği, bazen de bilip söylemememiz gereken şeyler var." dediler. Cümle mi düşüktü, söylenen şey mi bilemedik; yoksa "Bildiklerinizi sakın söylemeyin ha!" diye bir tehdit miydi pek de üstünde düşünmedik. Ve cenazede fotoğraf çektirmeler, "Narin bizim derdimiz değil, boy gösterme nedenimiz." demek miydi biz onu da bilemedik.
Cenazede yürüyemeyen kadın, ya yakınlarına ya gazetecilere, "Gidin yalan söyleyin." diye çemkirdi diye, kameralar önünde bir adamdan başına yumruk yiyen kişi miydi, evde yumruğun devamı mı gelmişti, biz yine bilemedik.
Daha dün, "Neye göre çocuk, kime göre çocuk?" diyenler de cenazedeydiler.
Bugün iktidar ortağı olan bir partinin, domuzbağlı işkencelerle insan öldürüp evlerin altına gömdüğü dönemden sonra, şüpheli diye tutuklanmış ve şüphesiz bırakılmış olan amcagiller neyse ki o sıra içerideydiler ve neyse ki karanlık kişiler Narin’e artık zarar veremezdiler.
Gelinlik alıp getirmiş ve tabutun üstüne örtmüştü birileri. Birileri de gelinliği tabuttan alıp küçük mezarın üstüne örttü. Çocuğun çocuk olduğunu hatırlayan bir gazeteci abla, gelinliğin kucağına bir oyuncak ayı bıraktı. Ertesi gün kayıplara karışacak olan bir ayıcık.
Magazinciler haberin sansasyonu ile akıllarını yitirdiler. Çığlık atıp bol bol fotoğraf ve video çektiler. Reytinglere çok sevindiler ve Narin’in acısını oburca sömürdüler.
İstanbul’a gitti incelenmek için Narin’in kaval kemiği, o sıra yirmi bir kişi tutuklandı, sorguya çekildi. Şüpheli listesine sonra, köy imamı ile amcalardan birinin (Ne acayip geliyor kulağa) ikinci eşi de eklendi.
Narin koskoca bir ülkenin ciğerine gömüldü. Sorular hiçbir yere gömülmedi. Çok çabalandı soruları da Narin’le birlikte gömmek için ama gömülemedi. Her bir soru kuş olup ellerinden kaçtı, yeni sorular yumurtlayıp insanların kucaklarına verdi. Her bir soru bulut oldu, yeryüzüne yağmur gibi, dolu gibi soru indirdi.
Katil kimdi? Olayın çözülmesi katilden başka kimin işine gelmiyordu? Narin niye öldürülmüştü? Görmemesi gereken bir şey mi görmüştü? Zoraki çocuk gelin mi edilmek istenmişti? Yüzde doksan dokuz met içen ve şuurunu yitiren abi ona zarar mı vermişti? Herkesi söyleten devlet baba, katili niye söyletemiyordu? Suç başkasının üstüne mi yüklenecekti? Birisi korunacak birisi feda mı edilecekti?
Egemenler kimi harcamayı tercih edeceklerdi? Herkesi alıp cinayet unutulana kadar içeride tutacak, sonra Leyla’nın katilleri gibi tümünü evlerine mi göndereceklerdi?
Zeytin ağaçlarının yerinde yükselen gökdelenleri rahat ettirmek ve oy depolarını şenlendirmek için "öteki" insanlara ve çocuklara daha neler edilecekti?
Güçlü olup güçlülerle ahbaplık eden ve tüm köylünün korktuğu amcanın muhtar olduğu yerde şüpheli ölümler üstüne kim, ne düşünecekti? Düşünecek miydi?
Ustaca çocuk gömen alnı secde görmüş ihbarcı adam için, kim ne diyecekti? Ölen ablaların mezarları incelenecek miydi? İsimsiz mezarlarla ilgilenilecek miydi?
İfadelerdeki çelişkiler ne gösteriyor, neyi işaret ediyordu? Çoğunluğun korucu olduğu söylenen bu köyde cinayet sürekli mi işleniyordu?
Tavşantepe, sansartepe mi olmuştu, yoksa çakaltepe mi?
Korku nasıl bir şeydi? Kutsal aile nasıl bir şey? Karanlık işler ne demekti? Namaz günahları siler miydi?
Senin suç dediğin, öbürünün övündüğü bir şey miydi? Dava adı verilen şey, vicdanı yok eder miydi? Bu toplumun ahlakı nereye gitmişti, onun bedeni de mi çürümüştü?
Kim, kimi, niçin, neye yönlendiriyordu?
Bilmiyor, bekliyorduk. Yemeden içmeden kesilmiyorduk elbet, yiyip içip geğiriyorduk.
Hoş, bu satırları yazan kendini suçluyordu da ne oluyordu? Narin’in utanmaz arlanmaz, adi, şerefsiz, kirli, leş katili, kendini kurtarmaya uğraşıp duruyordu. Acaba daha önce çok kereler kurtarmış mıydı? Bundan da kurtulacağından emin miydi?
Bilmiyor, bekliyorduk.
Hepimiz suç ortağı mıydık artık, susan herkes gibi suç ortağı. Çok fazla konuşup reyting kasanlar gibi, bile isteye olayı saptıranlar gibi suç ortağı mıydık? Resmi kameraların hepsi ve gökteki güneş gibi, ay gibi, yıldızlar gibi… ve "Eskiden böyle şeyler olmazdı, bunlar hep Siyonizm’in etkileri, Batı özentileri" diye saz çalan ağustos böceği gibi…
Hepimiz… Kadın, çocuk, ağaç ve köpek cinayetlerinin, hepsinin suç ortağı mıydık artık?
Ne münasebet!
Siz öldüreceksiniz acıyı biz çekeceğiz öyle mi?
Öyle değil vicdanını, onurunu pazara çıkarmış satılık adamlar, ayıplı ticari mallar sizi!
Siz öldürmeyeceksiniz, insan olmayı öğreneceksiniz; sizlere bunu öğreteceğiz. Öğretmek zorundayız. Öğretmenin bir yolunu bulacağız. Bulacağız ve siz, çocuklardan, kadınlardan, ağaçlardan, sokak köpeklerinden, uçan kaçan her canlıdan ellerinizi çekeceksiniz.
Adam olacaksınız, adam! Olamıyorsanız uygar yaşamdan gidecek, on bin yıl öncesinin mağaralarına, vahşi hayvan yaşamlarınıza döneceksiniz.
Ve o zaman bir daha, narinin narini Narinler ölmeyecek.
Başka yolu yok.
Alev Subaşı 2 Ay Önce
Korkuyorum.Bu ülkede yaşadıklarım neticesinde şaşırma hallerimin , üzülme duygumun , acı çeken yüreğimin , sızlayan vicdanımın , öfkemin , isyan ve çığlıklarımın nasır tutmasından ve insan olmaktan giderek uzaklaşmaktan çok Korkuyorum.