Bir Mayıs sabahına, Mozart’ın sol minör 40. Senfonisi’nin en popüler olan birinci bölümünü dinlemekle başladım.
Allegro molto (çok hızlı) olan 8 dakikalık bu bölümde, trajik bir avunma ve gizli bir acının açıklanışı olmak üzere iki tema işlenmiştir. Mozart bu yapıtını; maddi sıkıntısının ve 6 aylık kızının ölüm acısının hat safhaya ulaştığı bir dönemde bestelemiştir. Bu senfoniyi uzmanlar; trajik, patetik(dokunaklı) ya da romantik olarak tanımlar. Tüm yapıtlarında olduğu gibi, bu yapıtında da melodi ve armoni zenginliği kolaylıkla göze çarpar.
Tanrı vergisi bir sanat harikası olan Avusturyalı besteci Mozart’a bir kez daha merhaba!
***
Elimde Herkese Bilim, Teknoloji, Kültür ve Eleştirel Düşünce Dergisi’nin 207. sayısı var.
Atatürk’ün, Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşat Galip’in sorusuna yanıtı, her sayının ilk sayfasında hazır durumda.
“Manevi Mirasım Bilim ve Akıldır!” sözü başlık olmuş.
Yanıtın tamamı şöyle: “Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır… Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişinin, mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve bilimin gelişimini inkâr etmek olur… Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olur.”
Dergilerde yer alan bazı bilimsel araştırmalarsa şöyle: Venedik-Mıkhitharistler Manastırı Müzesi’nde sergilenen, arsenik bronzdan üretilmiş yaklaşık 40 cm.lik kılıcın, uygarlığın en eski merkezlerinden Doğu Anadolu-Arslantepe’de 5000 yıl önce Kalkolitik Çağ’da üretilmesi, kenevirin antibiyotik özelliğinden yaralanma olanağı, avcı ve toplayıcı toplumların da sosyal ağ kullanmaları, Mısır’da Firavun Tutankamon’un mezar odasının ötesinde yeni bir alanın daha olabileceği, örümceğin genetik kodunun çözülmesiyle birlikte uzmanlaşmış mikropların örümcek ağı ipeği üretebilmeye başlaması, sıçanların da birbirlerine zarar vermekten kaçınmaları, köpeklerin sıcaklıkları da belli uzaklıklardan algılayabilmeleri…
Dergide yer alan dizi yazılardan biri de, Bahçeşehir Üniversitesi’nde HBT’nin dizi konferanslarına aitti.
Konferansta, yazar Prof. Dr. Mustafa Çetiner ile felsefe öğrencisi Pelin Dilara Çolak, bilim ve sanatın doğum noktası merakı tartıştılar. Çetiner, Albert Einstein’den yaptığı “Bilim, bilebileceğimiz inancı üzerine kuruludur.” alıntısına dayanarak, her şeyi bilemeyebileceğimizi ama bilmek için her şeyi yapmalıyız deyip burada itici güçlerden birinin de kuşkusuz merak olduğunu belirtti. Bir örnek de, Antonie van Leeuwenhoek adlı zengin bir tüccara aittir. Kendisi kumaşlarının kalitesini anlamaya dönük olarak kullandığı mercekleri geliştirirken mikroskopu icat etmiştir. Bugün mikrobiyolojinin babası olarak biliniyor. Zamanında deli olarak yaftalanmıştır. Yaptıklarının özünde elbette merak vardır. Merak, insanı bildiğimizi sandığımız ve alışılagelenin dışında bir şeyler aramaya iter. Bu nedenle merak, anarşist ve devrimci bir güdüdür. Çetiner, bir de rastgele merak (Komşuya kim geldi?) ile yıkıcı/yaratıcı merak (Evrenin bir sınırı var mı?) arasında çok önemli farka dikkat çekerek merakın, bilinmezin bilinir hale gelmesi için itici bir güç olduğunu belirtmiştir.
Aynı zamanda sanat tarihçisi olan Çolak, insanlığın ilk imge ürettiği ilk andan, 60.000 yıl öncesinden itibaren sanat ürettiğini, toplumsal bilinçte değişmeler oldukça sanatın da değiştiğini belirtiyor.
İmge üretimi mağara resimleriyle başlasa da, estetiğe dayalı sanat anlayışı, 200 senelik Avrupa buluşudur. İlk insanlar için sanat; “Nasıl hayatta kalırım?” sorusuna dini ve ritüelistik bir yanıtın karşılığıdır. Yani daha çok araçsal bir meraktan kaynaklanır. “Ben neden burdayım?” sorusuna verilen iki temel yanıt; bilim ve sanattır. Orta Çağ ve hatta Rönesans’ta bilim ve sanat arasında çok net ayrım olmadığını, henüz Mimesis’e, yani yansıtmaya dayalı sanatın değer görmediğini belirtiyor. 7 özgür sanat şöyle: gramer, diyalektik, retorik, aritmetik, geometri, astronomi ve müzik. Bilimde ne anlatmak isteniyorsa net şekilde anlaşılması istenir. Oysa sanatta standartlaşma yapılamaz, anlatmak istenen yoruma açıktır. İlkel sanat ve felsefede, bir araçsallık ve metafizik öğeler vardır. Oysa bilimsel merak “pür seküler”dir. Antik Yunan okullarının girişinde “Biz bu dünya için öğreniriz” yazısı bulunur. Sanatta merak Rönesans ile başlar. Felsefe metinleri yaygınlaşır ve insanlar sorgulamaya başlar. Artık bilim ile sanat bir noktada kesişir. Leonardo da Vinci, sanat aracılığıyla bilimi icra ettiğini açıklar. Sanat da, dogmalardan ve önkabullerden uzaklaştıkça özgürleşir…
***
Geçen yazıda “Kuş ve Bulut” adlı şiirin kime ait olduğunu sormuştum.
Elbette “Garip Şiir” ekolunun mimarlarından Orhan Veli. Şiir ilk kez Varlık Dergisi’nde 15 Mart 1940 günü yayımlanmıştır. Arkadaşlarından birinin çocuğu için yazılmıştır. Şiiri bir kez daha veriyorum:/Kuşçu amca/Bizim kuşumuz da var/Ağacımız da/Sen bize bir bulut ver sade/Yüz paralık. Arkadaşları Oktay Rifat (10 Haziran1914-18 Nisan1988) ve Melih Cevdet Anday (13 Mart1915-28 Kasım2002) ile Orhan Veli’yi (13 Nisan1914-14 Kasım1950) bir kez daha analım.
Işıklar içinde uyusunlar…
Sağlıklı ve huzurlu günler dileğiyle…