Ne oldu da oldu anımsamıyorum ama aklıma birden Yaşar Kemal Vakfı düştü. İnternete girip aradım, buldum. Sayfalarını geze geze yazıları okudum. Derken Yaşar Kemal takvimi gözüme çarptı. Sonra, aşağıya aldığım paragrafı içeren takvim sayfası. Paragrafı okurken bir anı gözümde canlandı, karşıma dikildi. “Yaz beni, yaz beni.” diye diretti. Vakit gecenin bilmem kaçı. Oturdum aşağıdaki yazıyı yazdım. Söz konusu takvim yazısındaki bir cümleyi de yazıma başlık yaptım.
Yazı şöyle:
Efendim, İki binli yılların başlarında bir gün, bir sebeple BESAM’a* gitmem gerekmişti. İstiklal’e indiğim bir gün Tünel civarındaki büroya uğradım. Yanımda kitapsever bir arkadaşım vardı.
Kurucu üyelerden Alpay Kabacalı henüz hayattaydı ve o sıra BESAM başkanıydı.
Büroda, Alpay Kabacalı dışında, onu ziyarete gelmiş Yaşar Kemal de vardı. Masanın etrafına oturmuş çay içip sohbet ediyorlardı. Ben Alpay Kabacalı’yı BESAM’da, Yaşar Kemal’i de fuarlarda birkaç kez görmüştüm ama arkadaşım ikisini de ilk kez görüyordu. İkisinin de sıkı okuruydu. Çok sevindi, çok heyecanlandı.
Ayaküstü tanıştık ettik, oturmamızı rica ettiler, oturduk. Alpay Kabacalı o her zamanki nezaketiyle bize çay getirtti. Çay içerken sohbet koyulaştı. Arkadaşım Kürt, Yaşar Kemal Kürt, başladılar Diyarbakır, Van, Urfa, Ağrı’dan anılar, olaylar anlatmaya. Çay çayı, sohbet sohbeti kovaladı. Yarım günümüzü, şöyle bir uğrayıp çıkacağımız BESAM’da, koca seslerin, uzadıkça derinleşen sohbetiyle geçirdik. Büronun duvarları genleşti, genleşti, büyüdü, ta caddeye taştı. Pencereden caddeye sohbet kuşları uçtu, gelip geçenlerin omuzlarına kondu. Bundan kimsenin haberi olmadı.
O günlerde Diyarbakır’da bir etkinlik vardı. Yaşar Kemal, “Beni davet ediyorlar. Gider miyim hiç? Issıza düşürüp Sabahattin gibi beni de öldürecekler.” dedi. O günkü sohbetten aklıma çakılıp kalan bu sözleri olmuş. Hafıza hain bir şey, bu sözleri çivilemiş ama o muhteşem sohbetin geri kalanını unutturmuş bana.
Arkadaşım, yanlarından ayrılmadan önce kendilerine kitap imzalatmak istedi. Bir yere gitmemelerini rica ederek kitap almaya çıktık. Yaşar Kemal ardımızdan bir kitabının adını söyleyerek seslendi ve “Onu alın.” diye bizi tembihledi.
Mephisto idi sanıyorum, İstiklal’de BESAM’a yakın bir kitapçıya gittik. Ben Bir Ada Hikayesi’nin ilk iki kitabını okumamıştım, onları aldım. Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana ve Karıncanın Su İçtiği. Diğer ikisi daha basılmamıştı. Belki yazılmamıştı bile. Alpay Kabacalı’dan da bir kitap aldım. Adını şu an anımsayamadım, Kabacalı’nın sevenleri affetsinler beni.
Arkadaşım her iki yazarın kitapçıda ne kadar kitabı varsa hepsini aldı. Baktık, Yaşar Kemal’in arkamızdan seslenip adını söylediği kitap, kendisinin en ince ve haliyle fiyatı da en ucuz olan kitabıymış. Kitapçıdan dönüşümüzde Yaşar Kemal, arkadaşımı payladı: “Ben sana kitap adı demiştim. Onu alman yeterliydi. Niye masrafa girdin?”
Okurunun masrafa gireceğini dert edinip telaşa düşen koca yürekli adam, ruhun şad olsun. Ve diğer koca sesli adam, senin de ruhun şad olsun. Ve Alpay Kabacalı, senin de.
Şimdi fark ettim de… Bir ben kalmışım o günkü dörtlüden.
İçimde utanç gibi bir his, hâlâ yaşadığım için…
Oysa ben de diyorum Yaşar Kemal ustanın şu dediklerini:
"Siz ne derseniz deyin, ben bıktım. Nah burama geldi. Neredeyse öfkeden, çaresizlikten boğulacağım. Kendimi kandırmaya çalışıyorum. İyi olacak, iyi olacak! Başkalarını da kendimle birlikte kandırmaya yöneltiyorum belki, iyi olacak, iyi olacak. Ne zaman? Çok yakın mı? Ya da bin yıl sonra mı? Siz ne derseniz deyin, ben bıktım. Nah burama geldi."
Ama sonra ben de kendimi ve başkalarını kandırmaya girişiyorum: İyi olacak. Bir gün iyi olacak.
İyi olacak diye diye ölüp gidiyoruz.
Ne de olsa umut fakirin ekmeği, ye Memet ye!
Artık umuttan da yiyemiyoruz, çünkü gişeler kapandı, umut yok satıyor. Var olanın umudu da kendine kadar.
Koskoca bir ülke, hepimiz içimizden “Nah burama geldi.” diyoruz ama hiçbirimiz dışımızdan söylemiyoruz.
Oysa dışımızdan söylesek ne gür çıkacak sesimiz.
“Neyi iyi olduracaksak olduralım artık. Yeter be, yeter! ‘Nah burama geldi.’” diyen seslerle çınlayacak evrenimiz.
Çınlamıyor mu?
Ama neden?
Acı dağa taşa verilmiş, dağ taş orta yerinden çatlamış da aynı acı insana verilince insanın kılı kıpırdamamış ya, işte ondan.
Ama…
"Siz ne derseniz deyin, ben bıktım. Nah burama geldi.”
-------------------------
* Bilim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği
Turan Fırat 4 Yıl Önce
Muhteşemsiniz. Kaleminize, bilginize sağlık.
Alev Subaşı 4 Yıl Önce
Aaa olur mu hiç ?? Bu ülkede her kuşak tatmalı bu hissi .Nah burasına kadar gelerek , sıtkı sıyrılarak , hafakanlar basarak yaşama sırası bizde !! Başka türlüsünü bilmiyoruz ki hiç :((