Vatanımızın toprağı, doğal ve beşeri unsurları…
Tarihin en eski zamanlarından bugüne kadar dayanmış tarihi eserleri…
Su altına gömülen Alliaoni, Hasankeyf, Zeugma, Horum Höyük, Tille Höyük ve daha nicesi.
Peribacaları, Pamukkale Travertenleri, yerleşime açılan koyları, körfezleri…
Kesilen ağaçları, yakılan ormanları, kazılan dağları, üstüne ev oturtulan verimli ovaları…
Cennetten daha cennet doğal güzellikleri…
Yurdumuzun yetişmiş insanları, yetişmekte olanları…
Bir gecede kapı önüne koyulan, taş yesinler diye kaderlerine terk edilen, yok sayılan akademisyenleri…
Aşağılanan, değersizleştirilmeye çalışılan, gece yarılarında uzun namlulu tüfeklerle evleri basılan öğrencileri, ülkenin en taze, en parlak beyinleri…
Memleketin, kefen parası bile yenmiş yutulmuş, 130 milyar rezervi eritilmiş, kasası 77 milyar koyulursa sıfır dolar sahibi olacak olan, sitesinde var olmayan rakamlar yayınlandığı için parası var sanılan Merkez Bankası.
Kapanan iş yerleri, batan iş sahipleri, satılan fabrikaları, tütmeyen bacaları…
Seni mi zengin edeceğim hıyar, dışarıdan getirtirim markalı tarım ürünleri…
Borcunu ödeyemediği için traktörüne ve tarlasına el konulan çiftçileri…
Onurunu bile korumaktan aciz bırakılan işçileri, memurları.
Kapanan köy okulları, ne olduğu belirsiz yurtlarda barınmak zorunda bırakılan ve sistemli olarak tacize, tecavüze vesaireye uğrayan çocukları, memleketin yarınları...
Altı sürekli oyulan eğitim programları, devletin elini çektiği eğitim kurumları, parası olanın okuyabildiği, önceliği öğretmen emeği sömürmek ve her görevliyi üç kuruşa it gibi çalıştırmak, bir de üstüne onların maaşlarından yakınmak, o maaşları ilerlemenin önünde engel olarak görmek olan özel okulları…
Üniversitelere atanan intihalle unvan sahibi olmuş, yetersiz ama sonsuz yetkili rektörleri…
Vatandaşın huzuru, mutluluğu, evi, işi, açlığı tokluğu…
“Açım!” diyene “Yok yok ben tokum!” dedirtenlerin ve açken tok olduğunu söylemek zorunda bırakılanların ruh sağlıkları...
Memleketin, yılda bir uçağın bile inmeyeceği her şehrine bir havaalanı mantığıyla yapılan havaalanlarına harcanan paraları…
Cehennemin ta dibine yapılan ve hastaların gidip gelmekte zorlanacağı devasa şehir hastanelerine harcanan paraları…
Geçilmese de parası senin cebinden, üstelik fahiş fiyatla ödenecek köprüleri, oto yolları…
Rehin alındıkları yerde kaderlerine terk edilen, lazım olduklarında kullanılmak üzere hatırlanan ve ele yüze bulaştırılıp ölüleri getirilen devlet görevlileri…
Reklam unsuru olarak kullanılan şehit anneleri, onların gözyaşları…
Her sıkışıldığında bir tanesi kullanılan içi boş ve akla zarar müjdeler yumağı…
İnsanın sayarken yorulduğu, çoğunu bir yerlerde unuttuğu, yazarken harflerini kaybettiği, hatta yüzde doksanının adını bile zaten bilmediği çok mühim insanların listeleri…
Kendilerinden medet umulan, şaftı kaymış, çağın binlerce yıl gerisine düşmüş, elinden tutsan ancak yürüyebilir, aslında öleli çok zaman olmuş birtakım ihtiyarlar sürüsü.
Bağırıp kükreyen, höyküren, iyot gibi hep açığa, zeytinyağı gibi hep üste, beyaz kağıt gibi hep temize çıkmak isteyen, çamur jargon sahibi kirli eller, zehir diller birliği, birlikleri…
Korkan, titreyen, sürekli ardını kollayan, sırıtan, yalayan, yağlayan, takla atan çarpmanın yutan elemanları ama matematiğin sıfır kümeleri…
Her sıkıştıklarında kredi borçları affedilen, vergileri silinen, her ihaleyi koşulsuz elde eden, bir zamanlar dedikleri gibi memleketin anasını … şekilsiz, şişko, ablak ve çirkin müteahhitleri…
Ülkeyi yöneten yüksek makam sahipleri, bakanları, müşavirleri vesaireleri.
Ellerine uzun namlulu silahlar verilip her hıyarım var diyenin üstüne koşturulan güvenlik görevlileri.
İşsiz kalmasınlar diye kendilerine iş icat edilen falancanın bebeleri…
Tank egzozuna fanila tıkayarak darbe önleyen komedyenleri…
Önemli mi?
Bunlar mı önemli?
Hangisi önemli?
Hangimiz veya hangileri önemli?
Vatan, toprak, tarım, ekonomi, insan, eğitim, sağlık, çalışanlar, korumalar, karşıtlar, yandaşlar, iş insanları, gelinler, damatlar, kırk yıllık dostlar, yol arkadaşları, bürokratlar, doktorlar, öğretmenler, akademisyenler, avukatlar, barolar, tabip birlikleri, kıymetli müteahhitler, anayasa, kanunlar, ülkenin onuru, gururu, vatanın güvenliği, vatandaş…
Hiç…
Hiçbiri önemli imiş gibi görünmüyor.
Hepsi harcanabilir gibi duruyor.
Tümünün hiçliğe gömülmesi bir anlık an meseleymiş gibi.
Tümümüzün.
Ve bütün insani değerlerin tümü: Hiçmiş gibi...
Doğruluk, dürüstlük, güvenlik, söze-öze güvenilirlik, iyi ahlak, iyilik, güzellik, mertlik, yiğitlik hepsi hiç…
Eğitim önemsiz, sağlık önemsiz, varlık gereksiz, her şey birer hiç…
Hele ben, hele sen, hele o…
Kendinin bir şey olduğunu sanan ben, sen, o…
Hepten hiç…
Varsıl, yoksul, eğitimli, eğitimsiz, diplomalı, diplomasız, ünlü, ünsüz, engin bilgili, engin bilgisiz, yüksek makamlı, işli, işsiz, çok taraftarlı, çok takipçili, çok alkışçılı, çok saygı duyulanı, çok sevileni, çok arananı, çok takdir edileni, yere batırılanı, hepsi bir. Hepsi hiç.
Peki ne önemli?
Bir şey önemli elbet.
Ama ne?
Ne önemli?
Söylesene ne önemli, kimdir önemli olan o tek şey?
Nedir o?
Hiç olmayan tek şey?
Biliyorsun sen onu.
O bulunmaz, o ateşe girse yanmaz, suya düşse ıslanmaz, çamura batsa kirlenmez, eşsiz benzersiz Hint kumaşımızı.
Uğruna, kendimiz ne ki, koskocaman ülkeyi feda ettiğimiz kıymetlimizi.
Biliyorsun.
Öyleyse eğilsene önünde hiç oğlu hiç, hiç kızı hiç…
Ne duruyorsun?