Yeşil pasaport, bu devlete uzun yıllar hizmet etmiş memurlara verilen bir pasaport türü idi.
Gri pasaport, yurt dışında ülkemizi temsilen görev yapmaya gönderilmiş kişilere verilen pasaport idi. Hizmet pasaportu da denir.
Siyah pasaport, devletin en üst düzey görevlilerine verilen pasaport idi. (Geçmiş zaman kullanmama bakmayın. Aslında üçü de halen öyle… ama…)
Bu üç pasaportun her birinin asık suratlı olsa da bir devlet ciddiyeti ve güvenilirliği vardı. Schengen ülkelerinden birine gidilecekse bu üç pasaporttan herhangi birine sahip olan kişiden vize istenmezdi.
Yeşil pasaportun, devletin karanlık işlerini yapan adamlara da verildiğini duyduk önce. Sonra müteahhitlere ve iş bitiricilere vs.
Daha sonra gri pasaport hakkında, üstünde halay çekildiği, horon tepildiği, çiğnenip iyice ezildiği ve Avrupa topraklarına tükürüldüğü bilgilerini öğrendik. Türkiye’yi temsil edecek folklor gruplarıymış gibi gösterilen birtakım aklı evvel insanların, ellerinde gri pasaportlarla sürüler halinde Avrupa’ya rücu edip kayıplara karıştıkları haberlerini, ağızlarımız birer karış açık kalarak gururla izledik. Ne yalan söyleyeyim, insanı duygudan duyguya savuran, kaldırıp yere çarpan çok heyecanlı, aşırı gerilimli bir film gibiydi. Senaristi şeytan mıydı neydi, bilemedik. Müthişti!
Siyah pasaport ülkemizin en prestijli pasaportuydu bir zamanlar. Diplomat pasaportu da denilirdi. (Eskiden kırmızıydı diye aklımda kalmış niyeyse…) En, en, en yüksek devlet görevlilerine verilirdi. Dokunulmazdı. Sınırlarda araçları durdurulmazdı bile… Çok kıskanılacak bir pasaporttu doğrusu. Biraz da sinir bozucu belki.
Bir de bordo pasaport var şimdilerde. Şimdilerde diyorum çünkü eskiden lacivertti diye kalmış o da aklımda. (Ne ara değişti bu renkler?) Bordo pasaport, sıradan fanilerin pasaportu. Umuma mahsus. Umumi pasaport da denir kendilerine. Ve vizesiz Schengen gezisi yapamaz.
Ne renk olursa olsun, zırt pırt pasaport yeniliyoruz epeydir. Sıktın kemeri, sıktın kemeri, yurt dışına çıkacaksın, bir de bakıyorsun pasaportun süresi bitmiş. Eskiden uzatılırdı bu süreler aynı defterde. Şimdi çok varsıl olduk ya o yüzden olsa gerek, her süre uzatışta, bütün işlemleri sıfırdan yapıyoruz ve yepisyeni, gıcır gıcır bir yeni defter alıyoruz. Memlekette zaman, emek ve kâğıt bolluğu var nasıl olsa! Hadi bunları geçtik, bir de pahalı o defterler, resmen insanın içine oturuyor. Alması öyle dertli bir şey yani. Bana kalsa sınırlar da pasaportlar da kalksın isterim ama bana kalmıyor ve her ikisi de hep var. Ben dünya vatandaşıyım, ben geldim diye hiçbir yere gidilemiyor, çünkü dünya vatandaşıymışsın diye kapılar açılmıyor, seni kimse kabul etmiyor. Öyle olduğu için pasaportları da sınırları da önemsiyoruz. (Bizimki şu sıralar biraz karışık.)
Eskiden sicili bozuk birilerine pasaport verilmez diye bilinirdi. Sevgili devlet görevlilerimiz, sevgili solcuların sicilini her dönemde hep bozuk saydıkları için, bu sorunu solcular sık sık yaşarlardı. Örneğin Ruhi Su, pasaport alamadığı için yurtdışına tedaviye gidememiş ve ölmüştü. Ama şimdi, adı acayip hırsızlık olaylarına karışmış bir kişiye pasaport verildi, hem de siyah pasaport. Prag Büyükelçisi kendileri. Kendini aklamadı bu beyefendi, aklanmak için hiçbir çaba da göstermedi. O yüzden kendisini hâlâ hırsızlıkla lekeli biliyoruz. Bilmediğimiz şey şu ikisi: Yoksa hırsızlık suç sayılmıyor mu? Ya da beyefendinin adı, o hırsızlık olaylarına yanlışlıkla karıştı da kalın kafalı olduğumuz için biz mi anlayamadık?
301 maden işçisinin öldüğü kazadan sonra, ta Soma’ya kadar gidip bir yakınını kaybeden bir vatandaşımızı tekmeleyen birinde de mutlaka vardır mesela şimdi bir siyah pasaport. Frankfurt’ta Ticari Ataşe kendileri. Acılı bir vatandaşımıza uçan tekme atan o fotoğrafı gözümüzün önünden hiç silinmiyor beyefendinin. Olursa o kadar olur, müthişti, müthiş! Frankfurt’ta uçan tekme atma yarışmaları var mıdır acaba? Öğrenip bildirelim kendisine, kaçırmasın yarışmayı, ülkemize derece getirsin. İtibarımızı biraz daha arttırsın. Neyse, neyse, dağıtmayalım ve konumuza dönelim. Pasaport…
Birilerinin şaibeli işlerinden kazanç elde ettiği suçlamasıyla hakkında dava açılan ABD Büyükelçisi’nde de mutlaka vardır o siyah pasaporttan. (bkz: Barış Terkoğlu’nun 12 Eylül 2022 tarihli yazısı) Davaya yakında erişim yasağı getirilirse şaşırmayız. Niye şaşıralım ki? Yasak gelsin zaten! Biz, bizi temsil edenlerin öyle acayip davalarını bilip de ne yapacağız? Maaşlarını biz ödüyoruz diye, insanların özeline girecek değiliz ya yani! Ne özeli, genel geneeel aslında amaaa…
Reza Zarrab, Sezgin Baran Korkmaz, Alaaddin Çakıcı ve benzerleri falan da kullanmışlar mıdır siyah pasaportu?
Almanyalı Osmanlıların yöneticisi olan ve zamanlaması çok tuhaf bir kazada hayatını kaybeden o rahmetli genç de kullanmış mıdır bir siyah pasaport? (Çakarlı aracı vardı ya ondan sebep bu soru.)
***
İtibardan tasarruf olmaz diye saraylar yapıp altın varaklı koltuklarla donattık, özel uçaklarla uzak gezilere, zırhlı araç konvoylarıyla az ötedeki camiye gittik ama Avrupa milletleri nezdinde itibarımız bir türlü artmadı. Aksine, uzunca bir süredir, günden güne baş aşağı bir eğimde seyrediyor itibar grafiğimiz onların çizelgelerinde. Bizim çizelgelerimizde ise yükselişte.
Çok paramız olursa itibarımız artar sandık, dünyanın bütün paralarını çekmek için, nereden kazandığını sormayacağız, getirin paralarınızı dedik. Duyan geldi, duyan geldi. Bir ev al, sana vatandaşlık verelim dedik. Vatandaşın alamadığı, alamayacağı evleri, çitleyecek çekirdek alma rahatlığıyla aldılar, biz de onlara vatandaşlık verdik.
Ülkeye, yabancı ülkelerin oligarkları, kafa kesicileri, intihar eylemcileri, uyuşturucu ticareti yapan mafyaları gibi iri iri insanlar doluşunca bir tuhaf büyüklük duygusuna kapıldık. Tam havaya girmiştik ki geri kalmış ülkelerin en geri kalmış eğitimsiz delikanlıları sökün ettiler. Kimliksiz, pasaportsuz, kayıtsız, akın akın… Fıs diye söndü, kapılmamıza ramak kalan o büyüklük duygusu, direkten döndük.
Derken iri iri filler tepişmeye başladılar. Karıncalar ve çimler de her zaman olduğu gibi, arada kalıp (ezilmeye yazgılı sandıkları) sefil hayatlarına devam ettiler. Öte yanda vatandaş, iyice cıbıldaklaşmış, mezar yeri alamayacak duruma düşmüş, itibarımızı ayaklar altında çiğnetecek hale getirmişti kendisini ki filler ilk kayıplarını verdiler. Böylelikle, yabancı bir mafya babasına, İstanbul’da bir anıt mezar inşa edebildik de çalmayı bilmediği için zenginleşemeyen ve mezar parasını ödeyemeyen vatandaşı gözlerden saklayabildik. İtibarımızın, onun yüzünden yere çakılmasına izin vermedik. Yaşasın mafya babaları!
Ev aldırıp vatandaşlık verdiğimiz o zengin yabancılara, Rus oligarklarına, IŞİD kafa kesicilerine, El Kaide eylemcilerine, kokain ticareti yapanlara, kara para aklayıcılarına, şu SADAT adlı şey ve benzerlerine siyah, yeşil veya gri pasaport de veriyor muyuzdur acaba? Ay! Ya vermiyorsak! Vermiyor olabilir miyiz? Endişelendim bak şimdi. Vermiyor muymuşuz? Ama olmaz ki! Haksızlık bu!
Schengen ülkelerine de ne oluyor bilmiyorum. Resmen afra tafra yapıyorlar. Avrupalıların, resmi pasaportlarımıza sorun çıkarmaya başladıkları yönünde haberler duyuyoruz son zamanlarda sık sık. Bordo pasaportlara vize almak iyice zorlaştırıldı. Öğrenci değişimi programı Erasmus’un sonlanmak üzere olduğu yönünde fısıltılar var. Oligarklara falan pasaport vermediğimizi duymuş ve o yüzden bize küsmüş olabilirler mi, ne dersiniz?
Amaaan! Bu Avrupa’ya da ne yapsak yaranamıyoruz arkadaş! Daha dün dünyanın bütün suikast timleriyle ihaleye çıktık. Olmadı, parada anlaşamadık, açık pazar oluşturduk. Vur-kır düzeni bitmesin, ilelebet devam etsin diye atmadığımız takla yok. Olur a, vurdu kırdısı, çalma çırpması olmayan, vatanı sevmeyi vatanın her şeyini söğüşlemek diye anlamayan, vatanseverliğin vatanı geliştirmek, kalkındırmak olduğuna inanan, gerçekten vatansever birileri başa gelirse diye ödümüz patlıyor. Allah, bayrak, vatan diye diye vatanı da dinimizi de dünyanın en prestijli mafya ülkesi yapamazsak diye uykularımız kaçıyor. Bu yüzden her türlü çareye başvuruyoruz.
Karanlık işbirlikçilerinin eski artıklarına can suyu veriyor, Susurluk’ta bitti sandığımız insanları tutup yeniden piyasaya sürüyor, itibarımızı arttırdıkça arttırıyoruz. Temizlenmekten, arınmaktan dem vuruyor ama diğer yandan kirli ilişkilere tam gaz devam ediyoruz. Bu itibarlı, dokunulmaz pasaportlu beyleri, hanımları iş başında tutabilmek, olmadı bir karbon altını başa geçirmek için gecemizi gündüzümüze katıyoruz.
Kolay değil tabii itibarlı pasaportlarla havuzlu villalarda süper hayatları devam ettirmek. Hele de pasaportu olmadığı gibi, günü nasıl geçireceğini bile bilemeyen çıplak vatandaştan tırtıkladığımız paralarla, onun gözleri önünde bunları yapmak. Gencecik bir çocuk, yemek kartında sadece 1 lirası kaldığı için kendini denize atarken; babalar, anneler öldürülmüş çocukları için adalet arar da bulamazken, insanlar ucuz ekmek kuyruklarında uzun uzun bekleşirken, hepimizin havuzlu villası var diyebilmek… Kendisine gelecek aramak için uzaklara gitmek isteyen gençler, o itibarlı pasaportlara ulaşamazken… Kolay değil.
Çok yoruluyoruz, çok. Bugünlere gelebilmek için 1947’den beri uğraşıyoruz. Truman’ın sadece kemikleri kaldı, hatta Kraliçe Elizabeth bile öldü geçenlerde ki biz ancak Marshall kıvamına getirebildik ülkemizin itibarını. Bunu kaybedemeyiz.
İlkeleri düzgün, planları Marshall’dan farklı olan, güvenilir bir ülke için çabalayacakları şimdiden belli olan insanların iş başına geçmesine ne yapıp edip engel olmamız lazım. İyilerin, iyiliğin, düzgünlüğün kazanmasına engel olmamız lazım. Yaşasın kötülük!
Yaşasın havuzlu villamla hususi pasaportum, canlarım benim! Ay! Öyle demeyecektim, yanlış oldu!
Yaşasın yere göğe sığmayan itibarımız! Yaşasın güçlü mafyalarımız! Yaşasın mafyayla güçlenen ve büyüyen yarınlarımız!
Uzatın umumi pasaportlu ve pırıl ya da hepten pasaportsuz cıbıl ellerinizi, itibarımızı hep birlikte biraz daha yükseltelim! Hırsızlık yapmamayı bir şey sanan şu sola yakın insanlara yol vermeyelim.
Alev Subaşı 2 Yıl Önce
Siyah , gri , yeşil , bordo yeterli olmaz. Tüm renklerden birer pasaport yapsalar iyi olur .Bu halk tez vakitte biletlerini kesecektir diye inanıyorum.. O sebepten ... Kaleminize Sağlık