Yeni nesil işlere alınacak elemanlarda aranan olmazsa olmaz özelliklerden en önde geleni, kişinin olayları ve durumları doğru yorumlayabilme özelliği imiş. İkinci önemli özellik de kişinin var olanı sorgulayabilme becerisi...
Bu eskiden de böyleydi, fakat sorgulayan kişi, yetkenin sorgulama isteği ‘sözde’ olduğu için, yetke tarafından kapı önüne koyulma riskini de hep yanı başında taşırdı. Ancak artık o katı tutum değişiyor, hatta birçok yerde çoktan değişti. Artık sorgulamayanın kapı önüne koyulma riski var. Çünkü yeni nesil işler, farklı düşünmeyi gerektiriyor. Farklı yorumlar bu yüzden revaçta. İşin kurulu düzenine tapınan kişi, yeni nesil işlerde artık işe yaramıyor, yaramayacak.
“Herkesin ak dediğine sen de ak diyorsan hiçbir özelliğin yok demektir.” diyor yeni nesil işler ve işverenler ve “Herkes kadarsan sen benim işime yaramazsın. Bana farklı düşünen, farklı yorumlayan, betonlaşmış anlayışları sorgulayan beyinler lazım.” diyor.
Elon Musk bu yeni işveren tipinin ilk örneklerinden sadece birisi ve onlar gümbür gümbür geliyorlar. Onlarla yarışacak olanlar, katılaşmış kalıplarından çıkmak zorundalar. Aksi halde ne yarışmaları ne de yeni neslin karşısında durabilmeleri mümkün olacak.
Yeni nesil işe alımlarda aranacak bir başka özellik de yaratıcılık. Bizde yaratıcığın abukluk sayıldığı, farklı bir şey yapmaya çalışanla dalga geçildiği, o kişinin ötelendiği vesaire düşünülürse işimizin pek de kolay olmayacağı öngörülebilir.
Yorumlama, sorgulama ve yaratıcılık… Bu sayılan özelliklerin her biri de kitap okumakla kazanılan beceriler. Çocuklar okumuyorlar diyenlere ben katılmıyorum. Çocuklar gayet de güzel okuyorlar. Yeter ki sevecekleri kitaplara ulaşabilsinler. Kaldı ki her yıl yenileri eklenen birçok iyi çocuk kitabı var piyasada. Bu alandaki gelişmeler bütün engellere, bütün kötü örneklere rağmen çok olumlu.
Ancak çoğunluğa baktığımızda yine de okuyamayan, iyi kitaba ulaşamayan çocuk sayısının çok fazla olduğunu görebiliyoruz. Çok çok fazla olduğunu. Bu başka bir yazının konusu. Belki de binlerce başka yazının.
Konumuza geri dönecek olursak, yaratıcılıklarını yok etmek için çok çabaladığımız, baskıladığımız kendi çocuklarımıza, ne yazık ki bu yeni dünyada çok da fazla yer bulamayacağımız gerçeğine tosluyoruz. Yeni nesil iş ve işverenlere uyum sağlayabilmeleri için, çocukların, daha ilkokulun ilk sınıfında öldürmeye başladığımız yaratıcılık özelliklerini ve cesaretlerini en azından rahat bırakmamız gerekiyor. Hiç iyi bir şey yapamıyorsak bile kendi haline bırakmamız. Yok etmememiz. Bozuk para gibi harcamamamız. Kitap okuma sevgisi aşılayacağız diye kötü kitapları önlerine sürmekten vazgeçmemiz. İyi örneklere yer açmamız. Çocuğun bir kitabı sevip sevmeyeceğine yetişkin aklıyla karar vermememiz. Yaratıcılıklarını geliştirmeye çalışırken okur olma yolundaki çabalarına köstek olmamamız.
Yeni nesil işe alımlarda önem verilen bir diğer özellik de iş birliğine ve ‘biz’ olmaya yatkınlık hali imiş. Herkesin öne çıkmaya, ‘ben’ olmaya, başkalarına fark atmaya odaklandığı; başkalarını kötüleyerek kendini önemli kıldırmaya çalıştığı, eşitini rakip, hatta düşman gördüğü, ardı sıra kuyusunu kazdığı; zümre öğretmenlerinin bile birbirlerinden bilgi ve etkinlik sakladığı düşünülünce bu alanda da işimizin kolay olacağı söylenemez. Ancak bu rekabet zehri, yeni nesil işlerde iş birliğinin içinde erimeye mahkûm. Çünkü bunu yapamayan ‘biz’ olmayı başaramayacak ve baştan elenecek. Bu da umutsuz görünüyor, ama yeni nesil neyse ki biz büyükler gibi değil. Onlar bizlerden çok farklılar.
Bir devir kapanıyor. Kapanıyor da değil, aslında çoktan kapandı bile. Bencil insanı ‘biz’ yapmaya odaklanan bu yeni nesil iş ve işveren tipine uyum sağlayabilen kişi, işi alacak, diğerleriyle birlikte yapacak, yaratacak, üretecek ve kazanacak.
Gelişimin bu aşamasında da uyum sağlayamayanın, yine doğal seçilimle yok olacağı gerçeğini düşününce bütün okulları imam yetiştiren okullara dönüştürme çabamızı, neresinden tutacağını bilemiyor insan.
Bilen varsa beri gelsin.
Yarının dünyasında biz nerede olacağız? Bu gelişmeleri, bu değişimleri bir yerinden yakalayabilecek miyiz, yoksa bütün çocuklarımızı beyin göçüyle başka ülkelere mi kaptıracağız?
Giden çocuklarımıza, “Gitme, dur! İstediğin her şey elinin altında bak!” diyebilecek miyiz?
“Sana güzel bir yarın vaat ediyorum. Gitme!” diyebilecek miyiz?
Gitmez de kalırlarsa yeteneklerini kullanabilecekleri ortamlar bulabileceklerine, iyi işler yapmalarına izin verileceğine, önlerinin kesilmeyeceğine yürekten inanabilecek miyiz? Bunun gerçekten böyle olacağına güvenebilecek miyiz?
Burada iş yöneticilere düşüyor. Bunu onlara anlatmak ise zor, ama olanaksız değil. Biz yine de anlatmayı hep deneyeceğiz. Olur ya anlatmayı başaramazsak o zaman başka şeyler devreye girip anlatacak. Zaman anlatacak. Gelişen ve dönüşen dünya anlatacak. Yeni nesil işler anlatacak. Dışında kaldığımız dünyanın katı gerçekleri anlatacak. İmam yetiştirmekle yeni dünyada var olunamayacağını bir şekilde anlayacaklar.