Anı – Tanıklık: İki Kardeş, İki Yoldaş
***
77, 1 Mayısına (1)
77 Yılının mart ayıydı sanıyorum, partimizden gelen bilgi doğrultusunda hazırlıklar başlatılmıştı. Taksimdeki büyük buluşmaya, iki ay gibi bir zaman kalmıştı. Taksim’deki büyük buluşmaya iki gibi bir zaman kalmıştı. İşçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma gününde, tarihimizin en güçlü eylemi gerçekleştirilecekti. Fabrikalarda, mahallelerde demokratik kitle örgütlerinde, her alanda komiteler oluşturulmuştu. Bizde bulunduğumuz alanda güçlerimizi seferber etmiştik. Tek tek, katılacağını düşündüğümüz insanlara gidiliyor, sözler alınıyor, listeler hazırlanıyor ve 1 Mayıs komitesine ulaştırılıyordu. Bu arada afişlemeler yapılıyor, taşınacak pankartlar yazılıyordu. İşçiler, gençler, kadınlar, mühendisler, doktorlar, öğretmenler, memurlar herkes hazırlıklara katkı koyma çabasındaydılar. Türkiye Komünist Partisi’nin üyeleri ve sempatizanlarının gündemi 1 Mayıstı. Herkes her yerde 1 Mayıs’ı konuşuyordu. İnsan bir işi, eylemi, bir meseleyi ancak böylesi bir istek, sevgi, inanç ve heyecanla kucaklayabilirdi. Dehşetli bir koşuşturmaca yaşanıyordu. Böylesi görülmemişti, yaşanmamıştı…
Son afişleme kitlesel biçimde 28 Nisan gecesi olacaktı. Yanlış hatırlıyor olabilirim. İçinde her kesimden insanımızın olduğu 700’e yakın arkadaşımız, dostumuz, yoldaşımız afişlemeye katılmıştı. Haberleşme tekniğinin bugüne göre henüz çok geri olduğu yıllardı. Arabalar afişleme gruplarını dolaşıp kontrol edeceklerdi. Başka ne yapılabilirdi? Şimdi aramızda olmayan, saygıyla andığım, İzmir’in unutulmaz belediye başkanı İhsan Alyanak’ın bize sağladığı telsizler komitenin imdadına yetişmiş, afişleme gecesi komite ile gruplar arası haberleşme kolaylaşmıştı. Ne var ki afişleme sonrasında telsizlerle birlikte sendika binasını terk eden arkadaşımızı sivil polisler gözaltına almışlar ve telsizler sorun olmuştu. Belediyeye ait olduğu anlaşılan telsizlerin kim tarafından bize verildiği araştırılıyordu. Polis sorgulama sürecinde, ısrarla telsizlerin sahibini arıyordu. Sendika sorumlumuz Cemal abi (Kıral) polise belediye başkanını koruma duygusuyla “Telsizleri bize kimse vermedi, bulduk, kullanıyoruz. Kim karışır?” demişti. Polis başkanı da aramış, aynı sorular O’na da sorulmuştu. Sevgili Alyanak’ın “Neyi çözmeye çalışıyorsunuz, söz konusu telsizler bize ait, sendikacı arkadaşlar gece kullanmak üzere ödünç istediler, ben de verdim” demiş, sorun kapanmıştı. Onun da bu yürekli davranışını hiç unutmadık, unutulmayacak…
Afişleme sırasında karakollara alınmalar, özverili koşuşturmalarıyla hiç unutmadığım hukukçu arkadaşımızın, Güney Dinç abinin Vahap’ın, Cemal’in ve adını hatırlayamadığım diğerlerinin anında yetişip, arkadaşlarımızı dışarı almaları gibi durumlar dışında önemli bir olay olmadı.
İzmir İzmir olalı böylesi afişleme görmemişti. Tüm İzmir eller üzerinde dünyayı taşıyan sevgili Orhan Taylan’ın tarihimize kazandırdığı afişlerimizle donatılmıştı.
Sanki tüm geçmiş yılların acısı çıkarılıyordu. Ve gecenin yarısına gelindiğinde, sendikada kalanlar, evlerine dönme telaşı yaşamaya başlamışlardı. Bizler de sevinçli bir şekilde, afişlemenin başarılı bir şekilde, olaysız son bulmasını bekliyor, bulacağını sanıyorduk. Ta ki son guruplardan birinin sendikaya doğru yaklaşmasına kadar.
Merkez, İzmir, Konak’ta bulunan Maden-İş Sendikasıydı. 7 katlı binada, sadece Maden-İş Sendikası bulunuyordu. Esas olarak en üst kat kullanılmakla birlikte ihtiyaç olduğunda, alt katların salonlarından da yararlanılıyordu. Diğer katlar, kimi hukuki sorunlar nedeniyle, sahipleri tarafından kullanılamıyordu. Eh bu da bizim işimize geliyordu tabi. Neredeyse tüm bina, sanki Maden-İş’e aitti ve bu 12 Eylül’e kadar böyle sürdü.
Afişlemeyi bitiren gruplar sendikaya geliyor, komite sorumlusuna durumu bildirip, malzemeleri teslim ediyor ve gidiyordu. Evine, kaldığı yere ulaşım imkânı olmayanlar alt katta, İstanbul için pankart yazan arkadaşların yanına gidiyorlardı. Kalanlar sabahı beklemek durumundaydılar. Son birkaç gurup bekleniyordu. Telsizden alınan bilgiye göre, bir gurup otobüs durakları tarafından Maden-İş’e doğru geliyordu. Sendikada 70 – 80 kişiyiz. Pencereden gurubu görmeye çalışıyoruz. Evet, geliyorlar. O da ne, onlara doğru yürüyen başka bir gurup var ve bizimkilerden değil. Aralarında 100 – 150 metre falan var. İki gurup karşılaşıyor. Bizimkiler Kemeraltı tarafına doğru yöneliyor, yolun diğer tarafına geçiyor. Diğer guruptran bizimkilere taş ve benzeri şeylerle saldırı başlatılıyor. Daha sonra silah sesleri gelmeye başlıyor. Hep birlikte koşarak aşağı iniyoruz. Aşağıda kalabalıklaşıyoruz. Bir dağınıklık var, ne yapacağımızı şaşırmıştık, hafif yaralanmalar var.
Toparlanmaya, arkadaşlarımızı geri çekmeye çabalıyoruz. Bu arada İGD’li bir arkadaşımızın gür sesi herkesi sendikada toplanmaya çağırıyor. 100’ü aşkın arkadaşımız Maden-İş salonunda toplanıyor. Yorgun, yarı uykulu ve şok olmuş bir halde sabahı beklemeye koyulurken, her şeyiyle güzel, coşku dolu geceye düşen gölgenin yarattığı şaşkınlık yaşanıyor. Telsizleri uzaklaştırmak için sendikadan çıkan kadın arkadaşımız yakalanmış. Çevrede siviller var. Sabah saat 7.00 civarı. Sendika çevresinin toplum polislerince sarıldığını izliyoruz. İzmir’in bütün polisleri burada galiba… 7 katlı binanın her katının merdiven bölümleri silahlı polislerce tutulmuş. Çöp torbaları gibi atılarak, hırpalanarak aşağı indiriliyoruz. Sendika sorumlusu olduğunu belirtmesine rağmen Cemal abimiz de (Kıral) dayaktan nasibini alıyor.
Aşağıda Toplum Polisi otobüslerine tıkılıyoruz. Polislerden elbette yumuşak bir tutum beklemedik, ama bu denli hınç ve sertliği anlamak da kolay değil. Bir süre otobüslerde bekletiliyoruz. Cemal abiyle yan yanayız. Üzerimde yok edemediğim, notlar olan kâğıtlar var. Bunun tedirginliğini yaşıyorum. Ne yapmalıyım? Cemal abi kendi üzerindekilerin bir kısmını çiğneyip yuttuğunu, bir kısmını da aynısını yapmak üzere, bir arkadaşına verdiğini söylüyor. Kâğıtları toplum polisi salonuna alındıktan sonra tuvalette yok ettiğimi hatırlıyorum.
devam edecek...