Ajans Bakırçay
2024-11-18 18:43:01

TKP’ye girip gençleştirmek ve benzeri yaklaşımlar - İki Kardeş, İki Yoldaş: (bölüm-16)

Sedat Özgüven

18 Kasım 2024, 18:43

Anı – Tanıklık: İki Kardeş, İki Yoldaş

***

TKP’ye girip gençleştirmek ve benzeri yaklaşımlar da vardı.

Zaten bir süre sonra merkezi kararla Önbcü Gurubu TKP’ye katılmıştı.

76 yılında Hamam Sokağı’ndaki Savaşan Sineması’nda DİSK öncülüğünde örgütlenen1 Eylül Dünya Barış Günü kutlaması, dosta düşmana TKP’yi tanıtmıştı. Evet, ortada TKP’li yok gibiydi, ama eylem baştan sona TKP izleri taşıyordu. Tartışmalar aşılmıştı. Ve herkes eylem alanında sınanan sempatizanlardı artık. Herkeste partiye alınma beklentisi-heyecanı oluşuyordu.

Yani parti İzmir’de de ete kemiğe bürünmeye başlamıştı. 1976 yılında TKP’ye yöneliş, giderek görünür, hissedilir hale gelmişti. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, 1Mayıs, 1 Eylül gibi yığınsal gösteri ve kutlamalar, demokratik hak ve özgürlükler mitinglerinde TKP etkisi açıkça görülüyordu. İşçi sınıfı örgütleri öncülüğünde gerçekleştirilen DGM’lere karşı direnişlerde tarih yazılıyordu.

1973 yılında kurulan ve 75’te anayasa mahkemesi tarafından iptal ettirilen DGM’ler eylül ayında, Milliyetçi Cephe Hükümeti tarafından tekrar parlamentoya getirilmişti. Amaç açıktı. Yükselmeye başlayan işçi sınıfı hareketini ve örgütlerini etkisizleştirmek, ilerici, demokrat aydınları, sosyalistleri sindirmekti.

DGM’lerin yasalaşmasını engellemek için 16 Eylül’de Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun yaptığı ‘Genel Yas’ çağrısı, işçiler içinde ve özellikle TKP’nin etkilediği tüm çevrelerce büyük heyecab uyandırdı. İzmir’den neredeyse tüm sendikalar, teknik eleman örgütleri, TÖBDER ve birçok demokratik kitle örgütü çağrıyı desteklediler. Üyelerine, direnişe aktif olarak destek vermeleri çağrısı yaptılar.

Özellikle İzmir’de Aliağa Rafinerisindeki, süresini şimdi hatırlayamadığım eylemler ve etkileri unutulmaz. O dönem Petkim Şube Başkanı olan ve şimdi aramızda olmayan arkadaşımız Ömer Demircioğlu’nun önemli katkılarını anmak isterim. Aliağa’da bulunan Petkim tesislerinde çalışanlar, İzmir çevresinde direnişe katılanların içinde en dikkat çekici olanlardı. Tesiste tüm şarteller indirilmişti. Refik, Zafer, Farço ( Fahrettin) (Özgürlük savaşında yaşıyorlar), Cihan, Aliağa efsanesinin öncü neferleriydi. DGM’lere karşı eyleme, TKP tüm gücü ile damgasını vurmuştu. Sanıyorum o yılın ekiminde de DGM yasası düşmüştü.

“DGM’yi ezdik sıra Mess’te” tarihi sloganının tohumları o günlerde atılmıştı.

Tartışmalar değişik platform, arkadaş grubu ve tek tek insanlar arasında sürüyor olsa da artık sosyalist sistem, tek ülke- tek parti ve benzeri kavramları kullananlar, kabeci, toplumsal ilerlemeci olarak adlandırılmaya başlanmış ve örgütlerini arıyorlardı.

Birçok kitle örgütünde, yönetimsel düzeyde etkili olan arkadaşlar TKP’ye sempati duymaya başlamışlardı.

İlgili herkesin, biraz önde olanı, partili gördüğü, sandığı zamanlardı.

TKP’nin de katılımcı olarak imzası bulunan 1969 komünist partileri konferansı belgeleri elden ele dolaşıyordu.

İlerici Gençler Derneği (İGD) İstanbul’da kurulmuş, güçleniyor. İzmir’de durum biraz daha farklı. Genç Sosyalistler Birliği (GBS) içinde farklılaşmalar, çözülmeler olsa da merkezin tutumu bekleniyordu galiba. Belki de bu nedenlerle, İzmir şubesi oluşmadan, İGD’nin Menemen ve Turgutlu’da şubeleri kurulmuştu.

Sürecin hangi noktasında olduğunu hatırlamıyorum. Birgün, öncü olarak anılan gruptan iki arkadaşım, yayınlarını vermek için, Alsancak’ta bulunan Makina Mühendisleri Odası İzmir Şube Lokali’ne gelmişler, üye sorunlarımız dahil birçok konuda sohbet etmiş ve bu arada Sovyetler konusunu da tartışmıştık. Sohbetimizin sonuçlarından aklımda kaldığına göre Sovyetler ile ilgili olarak GSB, dolayısıyla Öncü Hareketleri içinde, iki eğilimin varlığı ve ağırlıklı olarak Sovyetlerin revizyonist olarak nitelendirilmesinin gündemde olduğu sonuçlarını çıkarmıştım. Ancak daha sonra durumun hızlı bir şekilde değiştiğine, ÖNCÜ’nün tabii ki birlikte GSB’nin ortada görünen yöneticilerinin, özellikle şimdi aramızda olmayan M.Ali Tazedal arkadaşımızın tutumlarının farklılaştığına tanık olacaktım.

Durum anlaşılmıştı. Merkez, TKP’den yana kararını vermişti.

Bu süreç kendi seyrinde devam ederken, Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’nden (TSİP) ayrılan ve ÖNCÜ grubu ile de yakınlaşmayan birkaç arkadaşın TKP meselesine daha sıcak yaklaştıklarını gözlemliyorum.

Bu arkadaşlardan biri, elinde Helsinki konferans belgeleri ile dolaşır, TKP’nin propagandasını yapardı. Onlardan biri, benim gibi, bir mühendis odasında yöneticilik yapıyordu. Bu nedenle sık sık görüşür, ortak tutum belirlemeye çalışırdık.

Yine olağan bir buluşmamızda, politik gelişmelere ilişkin sohbetimiz sonrasında, konferans ve benzeri bazı politik belgeler bırakıp “Bunları iyi bir oku, sonra üzerinde konuşalım” dedi. Daha önce de okuduğum belgeleri bir kez daha okuyarak yeniden buluştuğumuzda, hayatımın unutamadığım günlerinden birini yaşadım.

Arkadaşım “Sosyalist olduğumuzu söylüyoruz, oysa biz komünistiz. Ama örgütümüz yok. Aynı amaca yönelik işler yapıyoruz. Peki bunları kim yapıyor. Sonuçlarını hangi politik anlayış sahiplenecek. Sosyalist partisiyiz demek de yetmez. Yasal çerçevede kurulan örgütler artık bize cevap vermiyor. Yasalar nedeniyle kendini sınırlamak durumunda. Pratikte uyguladığımız politikaların sahibi TKP. Dünya devriminin merkezi Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ise ve TKP O’nun ve ortak konferansın tanıdığı tek parti ise yapacağımız tek şey TKP’ye güç vermektir, içinde olmaktır…” gibi şeyler söyledi.

Ben fazla konuşmadım. Dinledim. “Peki ne yapacağız, zaten kendimizi komünist görüyoruz, böyle davranıyoruz” dedim. “Bu yetmez” dedi, sohbetimizin bir yerinde. “Yetmez de peki ne peki?” dediğimde; “Seni parti uzun zamandır izliyor. Partiye katılmanı uygun görüyor” demez mi…

Heyecanlandım. Şaşakalmıştım. Açıkçası beklemiyordum.

MMO İzmir Şube Başkanı olduğum sırada TKP üyeliğine davet ediliyordum.

Legal konumum, komünist olmak ve TKP üyeliği arasındaki bağla ilgili birkaç şey kekelediğimi hatırlıyorum.

Bana bu teklifi getiren yoldaş, “Uygun görüyorsan dilekçeni yaz, birkaç gün sonra görüşürüz” dedi. Ve öyle oldu. Dilekçemi yazdım, partiye ulaştırılmak üzere kendisine verdim.

Birkaç gün sonra başvurumun kabul edildiği bilgisi ile birlikte, parti adım da gelmişti.

Sempatizanlık dönemi sona ermişti. Artık TKP’li idim.

1977 yılının ortalarıydı galiba.

devam edecek...

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.