Susuz Kentte Yaşanan Bin Yıl
Levent Tezgel benim 40 yıllık başarılı bir turizmci arkadaşımdır. Turizmde serbest çalışma hayatına 1989 yılında onunla başladım. Hem 9 yıl beraber çalıştım hem de çok güzel başarılara da beraber imza attık. O yıllardan bu yana dostluğumuz, arkadaşlığımız aynı sıcaklıkta devam etmektedir. Zaman zaman onunla, İzmir Kemeraltı’nda ya da Alsancak’ta buluşup çay kahve içeriz. Daha doğrusu Kemeraltında ki akşam buluşmalarımızda genellikle Ömür Balık Restoranda bir şeyler atıştırır ve eski günlerimizi anarız. Bu balık pişiricisinin hem atmosferi hoş ve hem de ustaları Rasim & Cengiz iyi hizmet veriyorlar. Biz her zaman memnun kaldık. Geçenlerde Levent arkadaşım telefon etti "Hani sen Aigai antik kentine gitmekten bahsetmiştin ya, yarın için ben hazırım haberin olsun" dedi. Sevinerek evet dedim. Çünkü uzun zamandır bu antik kenti gezmeyi aklıma takmış ve son halini görmek istiyordum. Oraya gitmek için Yeni Şakran girişinde buluşmaya karar verdik. Ben Dikili’den, o ise İzmir’den yola çıktı. Ve ertesi gün sözleştiğimiz saatte orada buluştuk. Tek otomobil ile yola koyulduk. Bakir bir tabiatın içinden geçerek Manisa’ya bağlı Köseler köyüne asfalt yol ile vardık. Köseler köyü sadece yaşlıların yaşadığı bir köyümüz gibi. Sakin köyün tam ortasında köy halkına hizmet veren bir bakkal var. Bana göre köyün Alış Veriş Merkezi gibi. İçinde yok, yok. Vatandaşın ihtiyaç duyduğu hırdavattan çaya şekere, dondurmadan gazlı içeceklere, bulgurdan deterjana her şey bulunmaktadır. Karnı acıkanlar için de tost makinesi köşede yerini almış. Bu mekânı iyi niyetli bir kardeşimiz işletmektedir. Ondan öğrendiğimize göre hayvancılığın yanında köylümüzün geliri Antep fıstığından imiş. Senede on ton fıstık hasadı elde ederlermiş. Biz de bu kahvede oturup soluklanalım dedik. Çay içip dondurma yiyip köylülerle sohbet ettik. Madem sohbet ettik "ağabeyler ne içer çay mı kahve mi" diye sorduk. Kahveci kardeşimiz "yok onlar çay kahve içmez enerji içerler şu saatte" dedi. Eee, o zaman ondan ver gari dedik. Onlarla sohbetimiz daha da koyulaştı ancak yolcu yolunda gerek bu kadar muhabbet yeter "hadi bize eyvallah hoşça kalın ağabeyler" deyip Aigai antik kentine geçtik.
Köy ile antik kent arası tam 2 kilometre. Kazı heyetinin binası da köyün içinde bulunuyor. Aigai antik kenti girişinde bir bekçi kulübesi hemen arkasında da tertemiz tuvaletler bulunmaktadır. Bu bize burada özenli bir çalışmanın olduğu izlemini verdi. Kente girmeden hemen basamakların önünde T.C. Kültür Bakanlığınca dikilmiş, üzerinde Aigai hakkında Türkçe ve İngilizce açıklaması olan resimli bir levha bulunmaktadır. Bu açıklamalar ziyaretçiler için kent hakkında yeterli bir ön bilgileri içeriyor. Hemen basamakların arkasındaki üç levhada ise hangi kurumların buradaki kazılara destekleyici olduğu açıklanıyor. Aigai kenti, İzmir Aliağa kenti sınırına 20 km. uzakta olmasına rağmen Manisa Yunus Emre Belediyesi sınırları içerisindedir. Buna rağmen Aliağa belediyesinin de kazı destekçileri arasında olması hoş bir durum. Buradaki kazı çalışmalarını Manisa Celal Bayar üniversitesi üstlenmiş. Bugünkü kazı heyeti başkanı yıllarca Prof. Ersin Doğer ile birlikte yürüten Yusuf Sezgin hoca yürütmektedir. Kenti gezerken onların ciddi, düzenli ve planlı çalışma içinde olduklarını anlıyorsunuz. Gezi güzergâhı rotanızı, levhalarda ki ok işaretlerine bakarak belirliyor ve sapma yapmadan gezinizi tamamlıyorsunuz.
Kentin Tarihi
Adının eski Yunancada keçi anlamına gelen ilginç bir ismi var. Kenti Yunanistan’ın kuzeyinden gelen Aoiller’in kurduğu düşünülüyor. İlk Aoiller’in tahminen MÖ.11.yy da batı Anadolu’ya geçip burada çeşitli kentler kurdukları biliniyor. Onların kentlerini kurduğu Gediz, Bakırçay, Yunt Dağ’ın batısı ve Midilli Adası bölümü AOLİS Bölgesi diye adlanıyor. Herodot’a göre Kyme antik kenti 12. yy da, Neonteikhos 1112, Symirna 1102 yılında kurulmuştur. Bölgenin en zengin kenti ise Erythrai kentine de etki edecek kadar güçlü olan Kyme antik kentidir. Bana göre Aigai antik kenti, Aoiller’in batı Anadolu’da kurdukları liman kentleri korusun diye denizden 12 kilometre uzakta bir tepede Kyme’nin izniyle kurulmuştur. Buluntular ışığında diyebiliyoruz ki Aigai kenti MÖ.7 yy. kurulmuştur. Ve MS.3.yy kadar yaşamıştır. Anadolu’yu kasıp kavuran Vizigotlar, Astrogotlar korkusundan kent halkı, evlerinin kapısını penceresini taşlarla örerek geri gelmek ümidiyle şehirlerini terk etmişler ama geri de dönememişlerdir. Sadece 13 yy. doğru Bizanslılar buraya kısa süreliğine de olsa gelmişler. Kentte Bizans döneminden kalma kilise kalıntısını belirgin bir şekilde görülmektedir. İyi ki, kent burada kurulmuş; çünkü keçi yetiştiriciliği ile uğraşan halk, Bergama’nın ihtiyaç duyduğu parşömenin üretiminde en büyük yardımcısı olmuştur. Tarım, ticaret ve zanaatkârlıkla uğraşan yöre halkı köylerde ve büyük çiftliklerde yaşadığı düşünülüyor. Şunu söylemeliyim ki bu kenti kuran halkın kültür ve gelir düzeyinin çok yüksek olduğudur. Böyle olmasa o Agora binası, tiyatro, meclis binası, Atena tapınağı, macellum bir plan ve estetik içinde inşa edilebilir miydi? Hele Akropol de hiç su olmadığı halde ve su sorunun hayvanlarla taşımak suretiyle çözüldüğü yerde yıllarca yaşanması ve iki tane hamamın da yapılması müthiş bir iş. Nüfusunun ne kadar olduğu konusunda kesin bilgi yok ama tiyatronun kapasitesi belli olunca çarpı 10 yaparak hesap edebiliriz. Söylenen o ki şehir içinde yaşayan insan sayısı 3000 dolaylarındadır. Bu yöredeki ilk kazı çalışmalarını maalesef Fransızlar yapmışlardır. Bugün buradaki kazıları Manisa Celal Bayar Üniversitesinden Yusuf Sezgin ve ekibi yürütüyor.
Çok Özel Bir lahit
Yani kentin kaymağını Fransız arkeologlar yemişlerdir. M.A. Clerc mezarlık alanındaki yaptığı kazılarda bulduklarını ne yazık ki Luvr müzesine taşımıştır.
Levhalardaki işaretleri takip ederek şehre giriş yapıyoruz. Biraz sonra yolun solunda sağında kırılmış parçalanmış pek çoğu yok olmuş lahit mezarlarla karşılaşıyoruz. Ama köşede duran bir tane mezar taşı var ki sizlere anlatmadan geçemeyeceğim. Bu lahit oldukça parçalanmış. Allahtan arkeologlarımız buldukları parçalarla lahiti bütünlemişler. Lahit’e yakından bakınca, üzerindeki rölyefler kim ve ne için yapıldığını açıklıyor. Lahitin alt kısmında üç tane çelenk görüyoruz. Bu özel lahit, üç defa değişik halk kesimlerince onurlandırılmış bir önemli kişiye ait. Çelenkler içinde eski yunanca yazılar var. Birinci onurlandırmayı gençler, ikinciyi halk yapmış üçüncü çelengin içindeki yazı okunamadığı için kimin yaptığı bilinmiyor. Fikir yürütürsek eğer üçüncü onurlandırmayı da meclis yapmış olabilir. Mezar ünlü bir kişiye ait ama kimdir bu kişi işte bunu bilemiyoruz. Tahminen Gymnasiarkhos’a ait olabilir. O ise şehir okulunun bütün ihtiyaçlarını karşılayan saygın ve zengin kişisidir. Aynı Bergama’daki Diodoros Pasparos gibi. O da Bergama Akropolündeki Gymnasium’un koruyucu meleği, her ihtiyacını karşılayan bugünkü okul Aile birliği başkanıdır. Lahit tipi mezarın tam ortasındaki kitabe sökülüp alınmasaymış bu özel Roma dönemi lahitin kime ait olduğu tespit edilebilecekmişiz. Bu özel Mezarın arkasındaki alanda yuvarlak bir mezar anıtı ise tahminen Helenistik dönemde kentin ünlü kişilerinden olan Diaphenes’e ve ailesine adanmıştır.
Küçük Bergama
Kent bir tepeye teraslama şeklinde kurulmuş. Güvenlik nedeniyle dış ve iç surlarla çevrelenmiş. Yukarı doğru çıkma zorluğunu gidermek için yol dönüş köşelerinde oturma yerleri düşünülmüş. Belki bazıları bizim arkeologlar tarafından sunulmuş olabilir. Bence çok ince bir düşünce. Yine dış surlar içinde çok enterasan tonozlu bir duvarla birlikte bir hamam inşa edilmiş. Bu hamam kente uğrayan gezginler, tüccarlar ve çalışanlar için düşünülmüş. Bana göre Efes’teki gibi gezginlerin, kente giriş yapmadan önce banyosunu yapsın ve temiz elbiselerini giydikten sonra şehre girmesi amaçlanmıştır. Burada ilginç olan kentin kurulduğu tepeye su kemerleriyle su çıkarmak mümkün olmadığı halde Aigai halkı, sabırla burada yaşamaya devam etmiş olmasıdır. Şehir halkı su ihtiyacını ya yağmur sularını biriktirerek ya da aşağıdaki dereden hayvanlarla geceli gündüzlü su taşıyarak çözmüştür. Yukarı kentte yüzlerce kuyu ve kuyulara yağmur sularını taşıyan küçük kanallar bunun işaretidir. Denir ki, kent halkı, yağmur suyunun hiçbir damlasını bile ziyan etmemiş biriktirmiştir. Ve bu susuz kent, inanılması güç ama tam bin yıl yaşamıştır. Ve üstüne üstlük taşıma suyla çalışan iki hamam yapmışlardır. Bu ne büyük ve sabırdır diye içimden geçiriyorum. Dış surlarda inşa edilen büyük kamu hamamı inşa tekniği beni hayrete düşürmüştür. Hamam duvarını yerle birleştiği yerdeki taşlara dikkat edilirse muazzam bir işçilik örneği sergilenmiştir. Hamamın bulunduğu alan eğimlidir. Buradaki kot farkını çok güzel bir taş işçiliğiyle çözmüşler. Sanki o büyük blok taşlar tahtaymış gibi kesilmiş ve üst üste yerleştirilmiş. İkincisi nerede derseniz tiyatronun yanındaki Palestranın bitişiğindedir. Halkın, burada ki yaşama azmine şapka çıkarmak gerekir. Bugün biz iki saat su kesilse haklı olarak isyan bayrağını çekiyoruz.
Sanayi mahallesi Ada-1 diye adlanmış.30 a yakın mekân kazılarda ortaya çıkarılmış. Demir işleme atölyeleri, dokuma tezgâhı ağırlıkları ve kemik aletler bulunmuş. 950 m2 büyüklüğünde bir alan. Biz levha oklarını takip ederek sol yandan yukarı doğru çıkıyoruz. Ve karşımıza önemli bir yapı olan Halk Meclisi Binası Bouleuterion çıkıyor. Kazı çalışmaları devam ettiği için etrafı telle çevrili. Saygı duyup uzaktan fotoğraflamaya çalışıyoruz. On iki basamaklı ve yaklaşık 180 kişi kapasiteli bir meclis binası. 18 yaşını dolduran her genç bir yıl da olsa bu mecliste ücret almadan görev alıyorlarmış. Kazılarda pek çok heykeller, yazıtlar ve şehrin koruyucusu ocak tanrıçası Hestia Bollia heykeli ise orkestra bitişiğindeki odada bulunmuş. Deniyor ki dünya da bulunan en büyük Hestia heykeli bu kentteymiş. Yine meclis binasının yanındaki dükkânların içine yığılmış heykel başları ve gövdeleri ele geçmiş. Heykellerin konduğu kaidelerde de bu nadide heykellerin Bergamalı heykeltıraş Menestratos tarafından yapıldığı yazılı imiş. (Menestratos Hippiyu Pergammenos Epeue). Hestia Kültünün olması bu yapının Prytaneion olarak ta kullanıldığını söyleyebiliriz. Bulunan bir arhitrava göre bu yapı, kentin soylularından Apollonidas oğlu Anthiphanes tarafından şehre hediye edildiği ve Zeus’a, Hestia’ya ve Demos yurttaşlar topluluğuna adanmıştır. Buna karşılık Aigai halkı da o aileden Anthiephenes ve Diaphenes in heykellerini yaparak onurlandırılmış. Bu bulunan heykeller ileriki yıllarda açılacak Manisa müzesinde sergilenecekmiş. Sanırım her türlü kutsal günler de burada kutlanmıştır.
Aigai Agora Binası,
Halkın bir araya geldiği pazaryeridir. Bu devasa 3 katlı bina, 10,5 metre yüksekliğinde ve 82 metre uzunluğundadır. Zemin katta 12 tane dükkânlar bulunmaktadır. İnşaatta çok enteresan yapı teknikleri kullanılmış. Örneğin kapı ile pencere arasına üç sıra blok taş konmuş. Kapılar biraz verev yapılmış yani aşağı doğru açılmış Burada ki amaç herhalde depreme karşı ve statiği sağlamak içindir. İnşaat hiçbir bağlantı ve harç kullanmadan bitirilmiş. Aşağı Agoranın önünde Helenlerin Makellon, Romalıların macellum dedikleri et ve balık pazarı var. Dört basamaklı yuvarlak yapı su sızdırmaz şekilde inşa edilmiş. İçinde taze canlı balıkların satıldığı bir balık havuzudur. Karşı tarafındaki taşlarda hem temiz suyun girişi ve hem de kirli çıkışını sağlayan oyuklar var. Bu Agora binasını görünce hep rahmetli hocamız ve rehberler odası (dernek) eski başkanı Şenduran Doğansoy’u hatırlarım. O derdi ki "ülkemizde en yüksek olan ve ayakta kalan Agora binası Aigai’de dir". Rahmetliyle dostluğumuz, sırlarını benimle paylaşacak kadar kuvvetli idi. Bergama’ya her gelişinde eski Bergama Restoranda muhakkak karşılaşırdık. Bu karşılaşmalarımızda bir yandan yemek yer bir yandan da heyecanlı heyecanlı bir önceki hafta yaşadıklarını ballandıra ballandıra bana anlatırdı. Sesi ve sohbeti hala kulaklarımdadır. Onu, çok erken kaybettik, Allah rahmetini ondan esirgemesin.
Aigai Agorasında son kazılarda ele geçen yazıtlarda bu antik kentin festivallerinde Gladyatör savaş gösterilerinin de yapıldığını ortaya koyuyor. Antik dönemde bu tür organizasyonları yapmak için ilgi ve ekonomik güç ister. Demek ki bu kent halkında bu özellikler varmış. Kültür, estetik ve zenginlik...
Kentte günümüzde her tarafın ağaçlarla kaplı olması sizin gölgede gezmenizi sağlıyor. Muhteşem agora binasını terk edip batı yönünde ilerliyoruz. Dar yol bizi kentin batısında Gymnasiuma, Palestra ve Tiyatroya ulaştırıyor. Düşünün susuz kentte ikinci hamam bu alanda askerler için yapılmış bulunuyor. Akropolün sarp güney tarafında öyle güzel bir teraslamayla geniş bir alan kazanılmış ki bu yapılar buraya rahatlıkla inşa edilebilmiş. Terasın uzunluğu 250 metre ve sona doğru da kentin ırmak manzaralı evleri inşa edilmiş. Tiyatro giriş çıkış alanları halen sağlam olarak duruyor. Roma dönemi Tiyatro henüz kazılmamış ve bu alanda en çok fotoğraflarınızı çekiyorsunuz. Çünkü duvarlar ve tonozlar size muhteşem bir görüntü vermektedir. Tiyatronun üst kısmında ise aynı Bergama Akropolünde olduğu gibi Atena tapınağı inşa edilmiş. Şehir plancıları tapınağı öyle bir köşeye konuşlandırmışlar ki buna şapka çıkarırsınız; çünkü kuzeyden batıdan doğudan şehre yaklaşan kimse bu tapınağı görebiliyor ve heybetine hayran kalıyor. Bu bize Atena’nın kent için ne değerli bir tanrıça olduğunu söylüyor. Pek çok kişi, burayı gezdikten sonra "ya burası küçük Bergama" gibiymiş diyorlar. Tapınak batı yönüne bakıyor; ancak bugün ondan taşlardan gayri hiç bir eser kalmamış. Sadece hayal ederek önünden geçiyoruz. Şurada Altar’ı vardır diyoruz. Atena kentin ana tanrıçası olarak kabul görmüş. Kentin sikkelerinin bir yüzünde keçi figürü bir yüzünde Atena resmi varmış. Sadece Atena değil Apollon da kent için bir tanrı imiş. Bunu nereden anlıyoruz? Aşağıdaki dere kenarına kent halkı Apollon tapınağı inşa etmiş. Bu ise kentin bir kehanet merkezlerinden biri olabileceğini de bize söylüyor.
Antik Kentte Bir Dost Kazandım.
Biz hafta ortası ziyaretimizi gerçekleştirdiğimiz için kenti ziyaret eden sadece birkaç kişi gördük. İlk ziyaretçilerle sohbetimizden çıkardığımız anlam biraz antikayla(!) ilgili oldukları hissi verdiler. Kenti gezelim ama gezerken de böyle enterasan şeyler bulur muyuz diyen maceracı tiplerdi. Biraz tatlı nasihatten sonra onlardan ayrıldık. Dönüş yolunda ise çok değerli bir vatan evladıyla karşılaştık. Kendisi Güneydoğu gazisi; ancak bir çatışmada ya da bir patlama da görme yeteneğini kaybetmiş. Hayata sımsıkı bağlı kendini kaybetmemiş. Çok zeki ve Arkeolojiye tutkun. Özellikle de Mısır arkeolojine ilgi duyuyor. Ülkemiz de pek çok antik kenti gezip dolaşmış. Antik kentlere oldukça ilgi gösteriyor. Adeta zekâ fışkırıyor. Ve en ilginci ise beş yıl öncesine kadar ilkokul mezunu olan Selami Pazar Bey, önce liseyi ve 2020 yılı itibariyle üniversiteyi bitirmiş bir gönül insanı. Onun mucizevî bir başarı öyküsü var. Şu an 9 ayrı dernekte topluma yardımcı olacak kadar tükenmeyen bir enerjiyle yüklü. Engelliler yüzme yarışmalarında uluslararası ödülleri bile almış. Hayatın içinde ve Manisa görme engelliler derneği yönetim kurulunda. İki arkadaşını da alıp Manisa’dan buraya kadar gelmişler. Onlarla da samimi bir ayaküstü sohbetimiz oldu. O arada yüreğimi yakan bir cümle söyledi. "Hocam pek çok antik kenti çıplak gözle görmüştüm ama Efes antik kentini göremedim" dedi. Ne cevap vereyim diye, önce yutkundum sonra da bir iki nefes arası kadar sustum. Bu zaman arası bana öyle çok uzun zaman gibi geldi ki anlatamam; Kendimi toparlayıp ona sonbaharda Efes antik kenti turu yapma sözünü verdim. İnşallah, bu sözümü sonbaharda yerine getiririm. Bu yazımı yazmaya başladığımda kendisi aradı. Çektiğimiz bir fotoğrafınızı kullanabilir miyim dedim. "Hocam biz o günleri çoktan geçtik" diyecek kadar alçakgönüllü bir olgunluğa erişmiş. Onun şahsında tüm gazilerimizi saygıyla anıyorum.
Daha uzun yıllar kazı çalışmalarının devam edeceği Aigai kentini biz bugün gezdik. Heybemize doldurduklarımızı, bu yazım sayesinde sizlerle paylaşıyorum. Sıra siz de ve zevkle gezeceğiniz bir antik kent orada sizi bekliyor…
Hangi Agamemnon ve Balçova Kaplıcaları
Bu yazıyla birlikte bir savımı sizlerle paylaşmak istiyorum. İzmir Balçova’daki kaplıca bildiğiniz gibi Agamemnon Kaplıcaları diye anılmaktadır. Söylenen o ki Miken kralı gaddar Agamemnon Truva savaşından sonra İzmir’e askerleriyle birlikte uğramış ve yaralı askerlerinin bu kaplıca suyunun etkisiyle iyileşmiş olduğu için onun adı buraya verilmiştir deniyor. Oysaki Agamemnon, savaş sonrası Truva kralının kızı Kassandıra’yı ganimet olarak alıp Symirna’ya uğramadan direkt evine dönmüştür. Balçova kaplıcalarının onunla anılmasının uzaktan yakından ilgisi yoktur. Pekiii bu kaplıcaya ad veren Agamemnon kimdir? Dediğinizi duyar gibiyim. Hemen açıklayayım. İzmir’in yanı başında Aolis bölgesini en güçlü sevilen, sayılan, saygı duyulan Kyme antik kentinin kralı bir ikinci Agamemnon bulunmaktadır. Siyaseten kızı Hermodike’yi Frig Kralı Midas’a vererek bölgede güç ve sevgi çemberi yaratmış ve de Çeşme Ildırı’ya kadar olan deniz kıyısına hükmeden bir kral. Demem o ki zamanın naif İzmir halkı bir gaddarın adını kaplıcalarına adını verecek kadar saf değildir. Bana göre; Balçova Kaplıcaları’na adı verilen tüm Ege adalarında ve bölgesinde sevilen sayılan Agamemnon Kyme kralı Agamemnon dur.
Bu yorumumla kentte zaman zaman çıkan tartışma son bulur.
Bilginize sunulur…