Ülkemizde 90’lı yıllarda ülke turizmi çok hareketliydi. Bu sektörde gelecek gören herkes, yatırımlarını ona göre ayarlarlıyorlardı. Ben bile, yıllarca severek yaptığım öğretmenlik mesleğimi bırakarak kendimi turizmin kollarına atmıştım. O zamanlar konaklama tesislerimizin kapasitesi çok değildi ama gene de kaliteli turistimiz vardı. Acentalar, otelciler, restorancılar, turistlerimiz memnun kalsın diye canla başla çalışırlardı. Biz rehberler mi? Onlar kadar kendimizi paralar ve uykusuz kaldığımız gecelerimiz çok olurdu. O yıllardaki yaşadığımız o heyecanlı günlerimizi hiç unutamam. Dostlarımla bir araya geldiğimizde "o güzel günler yaşandı ve bitti bir daha geri gelmez" diye hayıflanıyoruz.
Yıllarca Bergama - Ayvalık - İzmir üçgeninde yaşadım. Gözüm yükseklerde olmadığı için bu yörenin turizm kapasitesi az da olsa bana yetiyordu. Haftalık tur günlerim, Midilli’den gelen turistler de eklenince dolardı. Yunanistan’dan Ayvalık’a gelen turistlerimiz Bergama antik kentini ziyaret etmeden geri dönmek istemiyorlardı. Gün içinde her iki kenti göstermek zorundaydık. Zamanımız az, program geniş olduğu için çok hızlı hareket ediyorduk. Bergama Akropol’ünü ve Asklepion’u yaz sıcağına aldırmadan gezdirmek bize vız geliyordu. Sanki zamanla yarışıyorduk ve bu konuda en büyük yardımcım kaptanımız Ersin idi. Hele Ayvalık’tan Truva ya yaptığımız turlarımız bize ayrı bir keyif verirdi. Truva Ören yerini gezdikten sonra rehber arkadaşımız Mustafa’nın mekânında soluklanmak da hoş olurdu. Ya şimdi yerinde yeller esen o Tusan otelin terasında aldığımız yemek ise muhteşemdi. Balıklı menümüzü dondurmayla taçlandırırdık. Bergama’daki restoranların hakkını yemeden söylemeliyim ki buradaki menü hiçbir mekânda yoktu diyebilirim. Otelin işletmecileri bu işten zevk alarak hizmet verirlerdi. Kalmadı artık bu tür işletmeciler…
Hep turistlerimle yol aldığım Truva’ya bu kez turum yeni açılan ve ünü yurt dışına taşan Truva Müzesini görmek için oldu. 2018 de açılan müze, antik kente gelmeden hemen köy girişindedir. Devasa bir yapı ama gözümüzü öyle tırmalamıyor. Bu muhteşem müze 4 kattan oluşuyor ve içinde sizleri hayrete düşürecek pek çok eser bulunmaktadır.
Sizlere müzemizi detaylarına girerek şöyle sunacağım:
Zemin katta: Diğer yöre kentlerinde bulunan eserler sergileniyor.
1.Katta: Truva’nın katmanları ve yaşanılan devirler anlatılıyor.
2. Katta: Kazılarda ortaya çıkarılan buluntular.
3.Katta: Truva kazıları geçmişi görsel olarak sunuluyor.
Çan’da Bulunan Altıkulaç Lahiti
Giriş katındaki küplerden hemen sonra sol tarafta güzel bir lahit sergilenmektedir. Çan ilçesi Altıkulaç köyünde ki bir tumülüste bulunduğu için bu adı almıştır. Antik dünyada heykeller, sütunlar boyanırdı; ancak günümüzde boyalı bir eser bulmak çok zordur. Bu lahitte yer yer orijinal boyalı kısımlar bulunmaktadır. 241x95x85cm. Ebadında yontulmuş bu özel lahitin, uzun yüzünde av sahnesi kısa yüzünde ise savaş sahnesi sunulmuştur. Bu savaş sahnesi bir ormanda geçmektedir ve at üzerindeki Persli asker, elindeki mızrağı yere düşmüş Helen askerine saplamaktadır. Lahit büyük bir ihtimalle at üzerindeki cengâver için tasarlanıp yapılmıştır. Sanatçı, delikanlının öfkesini öyle güzel yansıtmış ki atının kuyruğunu bile kurdele ile bağladığını detaylamış ve atını şaha kaldırıp yerdeki askeri atıyla da ezmek istemektedir. Lahitin sol üst köşesinde dala konmuş bir kuş var. Persli ve Helen askerin ayaklarındaki zırhlar, silah kayışları ve ağaçlar kırmızıya, boş zemin ise mavi renk ile boyanmış. Hanedanın bu yiğit evladının av günleri de unutulmamış, lahitin yan yüzüne o anlar özenle nakşedilmiş. Av sahnesinde sağ tarafta domuz ve sol tarafta ise geyik avı sunulmuş. Bu yüzde domuz avcıya doğru saldırıya geçmiş. Delikanlının pelerinin uçuşmasında anlıyoruz ki bu cesur yürek, avının üzerine hışımla hamle yapacak kadar korkusuzdur. Ayrıca avcıya ait iki av köpeği domuzu püskürterek ona yardım ediyorlar. Bunu fırsat bilen Persli delikanlı da mızrağını hayvana saplamaktadır. Arkeologlar, bu lahit üzerinde yaptıkları araştırmalar sonucunda; Perslerin yüzyıllar boyu Anadolu’da olduklarını kanıtlamış oldular. (M.Ö. 8 -5 yüzyıl).
Üstelik şimdiye kadar ilk defa Perslere ait bir lahit bulunmuştur. (Foça’da da bir anıt var) Bu lahitin Perslere ait olduğunun belgesi İstanbul Arkeoloji müzesindeki Pers mezar steli örnek alınarak söylenmiştir.
Altıkulaç Lahitinin Bulunuşu
Lahitin bulunuş hikâyesini anlatmadan önce özveriyle çalışan kazı heyetini kutlamak istiyorum. Yıllarca kimsenin dokunmadığı Çan ilçesi Altıkulaç köyündeki Çingene Tepe Tümulusu 98 yılında bir gece definecilerce kazılıyor. Hem de ağır iş makineleriyle bu işlem gerçekleştiriliyor. Tepe, köye yakın olmasına rağmen ne hikmetse köyden kimse merak edipte’’ ya burada bir gürültü var’’ diye dışarıya çıkıp da bakmıyor. Ertesi gün muhtar durumu müze müdürlüğüne bildiriyor. Arkeologlar, yöreye gelinde orada bomboş bir çukur ve toprak yığınları arasında birkaç mermer parçası buluyorlar. Bölge hemen sit alanı kapsamına alınıyor. Defineciler konusunda araştırma soruşturma yapılıyor ama onlar konusunda bir gram bilgiye ulaşılmıyor; ancak bir hafta sonra bir çoban köye beş kilometre ötede fundalıklar arasında bir çeşme yalağı (!) bulduğunu söylüyor. Burada ben araya giriyorum orada gördüğü şeyin ne bilsin garibim lahit mi çeşme yalağımı olduğunu. Ona helal olsun deyip konuyu anlatmaya devam edelim.
Arkeologların tespitine göre: defineciler, bu eseri taşıyamamış, daha sonra gelip alırız diye çalılıklar arasına bırakmışlardır diye ifade ediyorlar. Bu lahit hemen müze müdürlüğüne taşınıyor ve arkeologların daha sonra bu tepeyi kazdıklarında diğer parçaları ve Tümulusda ki Tolos tipi mezarı keşfediyorlar. 1988 yılında başlayan kazı serüveni sonunda tüm parçaları birleştirilen bu nadide eser bugün müzenin giriş katında yerini alıyor.
Müzisyenler Grubu
Truva müzesinde sergilenen eserler sadece Truva antik kentine ait değildir. Assos, Parion, Lampsakos, İmbro gibi yöredeki antik kentlerde bulunan eserlerde müzemizde sergilenmektedir. İşte onlardan birincisi, müzenin hemen giriş katındaki Assos vitrininde sergilenen, flüt, kitara, def çalan, şiir okuyan ve dans eden müzisyen grubu terracotalarıdır. Antik dünyanın eğlence hayatını sergileyen bu pişmiş toprak heykelcikler Assos Nekropolündeki kazılarda bulunmuştur. Bu değerli Terracotalar toplu halde camekân içinde sergilenince hoş bir görüntü veriyor, zevkle uzun müddet eserlerin önünden ayrılamıyorsunuz.
Truva Hazineleri
Gene giriş katının orta yerinde oda gibi ayrılmış bir özel bölümde Truva hazinelerini yer almaktadır. Bildiğiniz gibi bu çok değerli hazineler Truva antik kentinde Heinrich Schliemann tarafından bulunup yurt dışına kaçırılmıştı. Bir bölümü halen Puşkin müzesindedir. Bugün burada gördüğümüz eserlerin büyük bir kısmı İstanbul, Ankara, İzmir müzelerinde sergilenmekteydi. Yurtdışından uzun uğraşlar sonucu ülkemize getirilen eserlerle birlikte güzel bir şekilde şimdi bu müzemizde sunulmaktadır. Bu bölüme giripte camekânlar içinde parlayan altın taçları, kolyeleri, küpeleri, kemerleri görünce "Aman Allahım ne bunlar" diye haykırıyorsunuz. Çelenk ve baş taçlarının yapraklarına kadar o kadar ince yapılmış ki onlara bakınca donup kalıyorsunuz ve zamanın sanatçılarının ne kadar yetenekli olduğunu düşünüyorsunuz.
Çırılçıplak Terracota Afrodit
Bu bölümün hemen yan duvarındaki camekân içinde tek başına Afrodit heykelciliği sergileniyor. Bizimle birlikte gezen diğer ziyaretçiler bu küçük heykelcik önünden şöyle göz ucuyla bakıp geçiyorlar. İsterdim ki bu eser geniş bir bilgiyle sunulmuş olsun. Çünkü o çok özel bir üretim. M.Ö. 4 yy la kadar Afrodit heykelleri yarı çıplak sunuluyordu. Yani üst tarafındaki göğüs kısmı bele kadar açık, aşağı kısım bir şal ile kaplıydı. Knidoslu heykeltıraş Praksiteles, Afrodit’i çırılçıplak yapmıştı. Bununla ilgili yazdığım şu yazımı okursanız bu daha geniş bilgiye sahip olursunuz: "Çılgın Bir Kadının Aşkı ve Praksiteles"
Muhteşem Polyksena Lahiti
Müzenin ikinci katında Polyksena lahiti Çanakkale’ye110 kilometre uzakta Gümüşçay Kızöldün Tümulusunda bulunmuştur. Bu mermer lahitin dört ayrı yüzü dört ayrı kabartmalarla süslüdür. Heykeltıraş iki ayrı hikâyeyi iki uzun kenarda sunmuş.
Buna göre; İlk uzun kenarda Truva kralı Priamos ve kraliçe Hekabe’nin kızı Poliksena’nın kurban edilişi devamı olan kısa kenarda da yas töreni betimleniyor. İkinci uzun kenarda ise lahiti yaptıran kraliçenin düğün sahnesi ve kısa kenarda da kına gecesi sunulmuş. Bu muhteşem mermer lahit 3.32 metre uzunluğunda1.60 metre eninde 1.78 metre yüksekliğinde olup iyon tarzı bir yapıttır. Lahit mezarın yanında ikinci bir küçük çocuk lahiti bulunmuştur. Tahminen kraliçenin erken kaybettiği bir kız evladına aittir ve bu küçük mezara sekiz altın küpesini ve iki kolyesini bırakmıştır. Kraliçede olsa o bir annedir. Ana yüreği işte "Biricik yavrum sen öldükten sora bu dünya nimetlerini ne yapayım oysaki bunları ben senin için saklamıştım" deyip kızıyla beraber gömmüştür. Bu nadide eseri incelemeden önce şu üç noktayı açıklamak istiyorum.
Birincisi; Lahit 6.y.y'la ama hikâye M.Ö. 11 y.y'da ki Truva Savaşı zamanında geçer.
İkinci olarak; günümüzde o yörede yaşayan halk o tümulusun içinde böyle lahit olduğundan haberleri yoktur. Ama tepeyi Kızöldün tepesi olarak anıyor. Bu da bize gösteriyor ki sözlü tarih binlerce yıldan beri nesilden nesile aktarılmış. Hayret etmemek mümkün değil.
EFSANE
Akhilleus ( Aşil) Truva savaşı sırasında bir gün ava çıkar ve bir çeşme başında Truva Kralı Priamos ve Kraliçe Hekabe’nin güzel kızına rastlar. Yıldırım hızıyla güzeller güzeli bu genç kıza âşık olur. Sabahı zor eder ve ertesi gün gider babasından kızını ister. Hatta savaşmaktan vazgeçebileceğini de vaat da eder. Akhilleus (Aşil) zanneder ki aynı kendi ülkesinde olduğu gibi bu iş baba da biter. Oysaki Truva uygar insanların yaşadığı ve kadınların söz hakkının da olduğu bir ülkedir. Baba Priamos ve Hekabe "buna biz karışamayız kızımız kendisi karar verir" der. Gözler Polyksena’ya çevrilir. O ise kendinden emin bir şekilde ayağa kalkar ve gür bir ifadeyle "Benim ülkemi yakmış yıkmış halkımızı esir almış, çocuklarını öksüz bırakmış bir ırkın evladıyla evlenemem" der. O ki koskoca denizler tanrıçası Tetis’in evladı Akhilleus'tur ama gelin görün ki genç bir kız tarafından reddedilmiştir. Bu ret ona çok ağır gelir ve günlerce bu durumu kabullenemez. Çatışmalar sırasında bile kafası hala bu aşka takıntılıdır. İşte onun bu bir anlık gafletinden yararlanan Paris onun en zayıf yeri olan topuğundan zehirli okla vurur. Yine de şehir gasp edilip yağmalanır. Ve Aşil’in cenazesi büyük bir törenle Yeniköy Sivritepe tümulusune defnedilir. Günler sonra oğlu Neoptolemos Truva’ya çıkagelir. Priamos’un evine uğrar. "Ben rüyamda babamı gördüm ve o ağlamaklı ve çok üzgündü. Kâhinlere 'bu rüya ne anlama geliyor' diye sordum onlarda şöyle yorumladılar. 'Baban öteki dünyada bu karşılıksız aşk yüzünden kahır ve azap içindedir. Ancak sevdiği kadını kurban edersen ruhu huzura edecektir' dediler. Şimdi ben buraya geldim babama mezarında kahır azabı çektiren kızınızı kurban edeceğim. Kimse karşı gelmesin. Bu iş olacak" dedi. Kolu kanadı kırılmış ülkesi işgal altındaki kral Priamos suskundur ve sesini çıkaramaz. Cesur kız Poliksena; "sakın üzülmeyin babacığım, anneciğim, kimseden korkmadan ve boyun eğmeden kendimi feda ederim." Delikanlıya dönüp, çekinmeden korkmadan ölüme hazır olduğunu haykırır. VE tarihin görmediği bu acımasız iş gerçekleşir.
Asırlar geçse de halk onun bu yiğitçe ölüme gidişini unutmamıştır. M.Ö. 6 Yüzyıla kadar gelen bu efsaneyi bir Pers prensesini de etkilemiş ve kendi düğün töreninin yanında kendi hikâyesinin de bu lahide nakşedilmesini istemiştir.
Lahitin Betimlenmesi
Lahiti seyir ederken şuna dikkat etmek gerekiyor. Bu muhteşem lahitin dört tarafı kabartmalarla bezenmiş bu bezemeler iki ayrı hikâyeyi anlatılıyor. İlk uzun yüzde,
Aşil in mezarı başında Poliksena’nın kurban ediliş sahnesi sunulmuş. Elinde keskin bıçakla Neoptolemos hem de acımasızca arkadaşlarıyla göstere göstere bu işi yapıyorlar. O an kızı taşıyanlar arasında Salamis adası kralı Ajax var. Arka tarafta kendini paralayan saçlarını başlarını yolan ve yas tutan kadınlar görülüyor. Lahitin kısa yüzünde Anne Hekabe ise o an dalları kurumuş bir ağaç altında diz çökmüş elini başına götürmüş "aman Allahım nedir bu başıma gelenler, neydi benim suçum" demektedir.
İkinci yüze aslında düğün sahnesi sunulmuş. Ortada tahtta oturan bir prenses, elinde yumurta taşıyan bir kadın ve ard arda yürüyen müzisyen kadınlar. Bana göre; bu sahnede en ilginç şey ise ayak parmakları üzerine direnmiş asker elbisesi giymiş ve ellerinde metal kalkanlarla yürüyen kadın dansçılar. İlk başta siz onları sanki erkek asker gibi algılıyorsunuz. Kısa yüzde yine lahitin sahibesi Prensesin kına gecesi sunulmuş.
Yine ilerde At adam Kentauros’un ve Hadrianus’un heykeli gözüküyor.
Bence, Ege bölgemizdeki en güzel ve kapsamlı müze, Truva müzesidir derim. Fırsat yaratarak en kısa zamanda gezmenizi arzularım.