Kaş Kalkan’a Olan Özlemim! (Likya’da Bir Gece için)
Ekim ayı geldi mi içim içime sığmaz, yerimde duramaz olurum. İllaki bir yerlere gitmeliyim ve yeni yerler keşfetmeliyim diye düşünürüm. Bu seneki gezi süresini ve güzergâhını biraz daha uzun tuttum. Programın içine Akyaka’yı, Göcek’i, Kayaköy’ü, Ölüdeniz’i, Saklıkent’i, Antik kentlerden Letoon’u, Ksantos’u, Patara’yı ve Kalkan’ı kattım. Doğal olarak bunların hepsini bir sefer de göremeyecektim. Kafamdan 4 ayrı kentte konaklayarak beş günde tamamlamayı tasarladım. İlk günüm İzmir’den hareketle ilk durağımız Akyaka oldu.
Ülkemizin güzel bir köşesi. Evler tek katlı ve bahçeli, kimisi pansiyona çevrilmiş, restoranlar cafeler hoş, çok büyük olmayan yapılar. Kendini turizme adamış bir yöre olmuş. Azmakbaşı’nda yapılan tekne turlarıyla, ağırlık kazanmış. Kalıcı turistler arasında İngilizler var; ancak yerli gruplar günü birlik tekne turlarıyla ilgililer. Bir saate yakın bir dolaşmadan sonra yola koyulduk. Rotamız Fethiye’ye gitmek ve orada konaklamak. Daha Fethiye’ye varmadan yolda Göcek levhasını görünce hemen içeri daldım. Her taraf yemyeşil, ağaçlar evlerden yüksek, gökyüzünü görebiliyorsunuz. Tam aradığım kent modeli. Küçük, kibar, tertemiz ve düzenli bir mahalle. Yıllarca Antalya, Fethiye, Pamukkale turlarımızda transit gelip geçtiğim bir yer; ama kent içine ilk defa gelişim. Özal’ın Cumhurbaşkanlık konutu yaptırmasıyla gündemimize düşmüştü. Otomobilimizi mahalle içinde bir yere park ettik. Aslında amacım, burayı görüp Fethiye’de konaklamaktı.
Yurtiçi gezilerimde bazen otel konusunda macera yaşamayı severim. Önceden tespitler yapsam da burnumun ucunda biten hoş bulduğum yerde konaklarım. Bu kez de hep öyle oldu. Park yerinin hemen yanı başında bir büyük bahçe içinde bir ikişer katlı bloklardan oluşan bir butik otel karşımıza çıktı. Girdik içeri, bir genç hanım karşıladı, otel sahibinin geliniymiş. Otele bayıldım; ama belli etmedim. Bir oda göstermek istedi. Oda kapılarının kalitesi, içerinin bana daha tertipli ve düzenli olduğunun duygusunu verdi. "Fiyat nedir" dedik. Yaz fiyatını söyledi. Kendimi tanıttım, "durunuz bir kayınpederimi arayayım" dedi. Onun yerine telefona kayınvalide çıktı. Akıllı kadın içinden geçenleri anlattı ama indirim de yaptı. Tamam, kalıyoruz dedim.
A dan Z ye her şey müthiş. Otelde pek az kişi kalıyor, onlarda Rus turistler. Sadece tek Türk turist biziz. Akşam yemeği için şehire yürüdük. Göcek, çok güzel planlamış eski bir kasaba, şimdi Fethiye’nin Mahallesi. Büyük bahçeli balık restoranları var. Bana göre Göcek, zengin genç Rus turistlerin ağırlıklı olduğu tatil beldemiz olmuş. Fiyatlar mı? Her şey yabancı turiste göre ayarlanmış. Yemek sonrası onların eğlendiği restorantta biz de onların eğlencesine katıldık. Müzisyenlerle tanıştık.
İyi ki bu akşam Göcek’te kalmaya karar vermişiz dedim. İkinci gün Köyceğiz, Ölüdeniz gezisi. Köyceğiz derli toplu bir küçük kasaba, inşallah hep böyle kalır. Ya Ölüdeniz nasıl idi derseniz? Kısa cevap vereyim, benden uzak olsun. Oteller, restoranlar İngiliz turistlerce doldurulmuş. Uzun bir kumsal uzanmaktadır.
Yamaç paraşütü herkes için revaçta. Devasa dükkânlar, Cafeler, restoranlar hepsi çok çok büyük düşünülmüş. Yurdum insanı, İngiliz turistin ağız tadına göre kendini ayarlamış. Benden size bir tüyo; siz siz olun yaz boyunca Likya bölgesine ve Antalya çevresine sakın uğramayın. Bırakın İngiliz’i Rus’u yesin, içsin, eğlensin, Akdeniz güneşinde tenini yaksın, dövizini de bıraksın. Bu yöre yerine tatil için siz kuzey egeyi tercih ediniz. Bizim onlarla aynı tatili bu bölgede yapmamız için dövizin düşmesi, birilerinin(!) gitmesi, Türk parasının değer kazanması gerekiyor. Olur, mu derseniz? İnanılırsa evet!
Fethiye’de olunca Kayaköy’e uğramadan edemezdik. Gittik gördük, yukarıdaki Taksiyarkis kilisesi kapatılmış restarosyon için bekliyor. Daha fazlaca orada kalmadan üç antik kent olan Letoon’u, Ksantos’u Patara’yı ziyaret etmemiz gerekiyor. Uçarak önce antik kent Letoon’a ulaştık. Tiyatroda kazı çalışmaları devam ediyor. Likya bölgesi şehirlerinin kutsal kenti. Bu şehir, tapınaklarıyla birlikte benim için özel bir yer. Leto ve evlatları için adanmış üç ayrı tapınağın bulunduğu yer. Burayı sizlere ileriki haftalarda derinlemesine anlatacağım. Bu bölgeye gelmeden önce buradaki kazıların kazı başkanı Prof. Dr. Fahri Işık hocamızı dinlemeli ve sonra bu şehirleri gezmeli. Gençliğini eşiyle birlikte bu yöre antik kentlerinin kazı ve yenileme çalışmalarını yürütmüş ve yürütmektedir. Onu dinledikten sonra her şeyin kaynağının Helen medeniyeti değil Anadolu ve Likya, Hitit medeniyetlerinin eseri olduğu iddiasına takılıyorsunuz. Mitolojideki pek çok tanrıçaların, tanrıların adlarının örneklerini de vererek Likçe’den geldiğini söylüyor. Ciddi ve değerli bir arkeologumuz. Patara’yı da gördükten sonra ona inanmamak mümkün değil.
Tiyatro ve meclis binası müthiş bir restarosyon geçirmiş, liman caddesi açılmış sütunlar dikilmiş. Hocamızı ve ekibini kutlarız güzel bir iş çıkarmışlar. Ksantos’ da İngilizlerce yağmalanmış bir antik kentimiz. Tiyatrosu ve büyük kaya kütleler üzerine oturtulmuş mezar lahitleri var. Hava kararmaya başladı ama muhteşem Patara kumsalını da görmeden Kalkan’a gitmek olmaz.
Fakat karanlıkta nasıl otel bulacağız. Burada da bizi bir macera bekliyor! Bakalım ne olacak?
Kaş Kalkan’da Bir Duble Rakı İçme Hayalim Vardı!
1998 yılıyla birlikte Antalya da sadece kışları çalışmaya başlıyorum. 2009 yılı itibariyle de Likya turları yapmaya başladık. Antalya’ya inen turist grubumuzla, ilk gün kemer otellerinde konaklar sonra Kaş Kalkan üzerinden Fethiye’ye geçilirdi. Ve daha sonra da Pamukkale üzerinden Antalya’ya dönülürdü. Kaş Kalkan üzerinden geçilirken hem kentin geçmişinden dem vurur hem de Kaş Kalkan’a şöyle gıptayla bakardım. "Ya bir gün fırsat olsa da şu güzel kentte bir duble rakı içsem" diye de iç geçirirdim. Yılar sonra bu Ekim Ayının ilk haftasında bu fırsatı yakaladım. Antik şehir gezilerim ve Patara plajını görme arzum Kalkan’a geç vakitte düşmeme sebep oldu. Bu seyahatimde otelleri önceden ayarlamadım. Bu sürprizler bana yazacak veriler sunacağını düşündüğüm için bu kez de maceralar yaşamak, sürprizlerle karşılaşmak istedim. Aynen öyle oldu. Kalkan’a geç vakitte gelince otelleri görme şansım olmadı. Otomobil ile bir sokaktan gide gide kapalı bir yola girmişiz. Manevra yaparken iki yurdum insanı, kaldırım taşına oturmuş sohbet ediyorlar. Kimse umurlarında değil, onlar kendi muhabbetlerindeler. "Abiler buralarda otel var mı" dedim. Büyük otelleri tarif ettiler. Aradığım otel cinsi "butik ve kibar olsun" dedim. Önce valla bilmiyoruz dediler. Ben manevraya devam ederken onlardan birisi ‘’dur abi takip et beni, bir iki sokak sonrasında iki otel var’’ dedi. O motoruna atladı biz de onu takip ettik. Bir iki sokak sonrası kocaman park yeri de olan bir otelin önüne geldik. Hani derler ya körün istediği bir göz bize düştü iki göz. Hem butik otel hem de şehir içinde park yeri olan nadir bir konaklama tesisi. Fiyatta anlaştık, gene tek Türk müşteri biziz. Duşumuzu aldıktan sonra çarşıya çıktık. Kent içi çok hareketli, gelen giden fazla, kafelerin önlerinde akşam içkilerini yudumlayan turistler, çoğu oteller oda kahvaltı hizmet verdiklerinden restoranların pek çoğu dolu. Bu hoşuma gitti. Her şey dâhil sistemini hiçbir zaman kabullenemedim. Turizm de paylaşımcı olmak gerekir; ancak büyük oteller, Her şey dahil sistemiyle çarşı esnafına ekmek bırakmak istemiyorlar. İşin özü budur bence. Yalnız buradaki balık restoranlardaki fiyatlar uçmuş. Her restoranın önünde menü ışıklı tabelası var. Sundukları yemekler bizim ağız tadımıza da uymuyor. Çarşı dükkânları derli toplu ve güzel ışıklandırılmış, dolaşırken gördüğüm turistin memnuniyetini hissediyorum. Kazacı iyi olan Esnaf, ise keyifli gözüküyor. Yalnız kapı önlerine konmuş sizi içeri davet eden ayakçılardan sinir oluyorum. Ve hemen oradan uzaklaşıyorum. Nice dolaşmadan sonra yeni açılmış bir mekânda kendimizi bulduk. Aile işletmesi büyücek bir bahçesi olan ferah bir mekân. Yılarca hayal ettiğim bir duble rakının hasretini gidereceğim. Yemeklerden önce onu ısmarladık. İlk yudumu alırken tanrıya şükrümüzü sundum. Sohbete daha sonra işletme sahibinin evladı da katıldı. Otelimize dönerken taksici esnafının hareketli halleri dikkatimi çekti. O saatlerde her taksinin, iki üç dakikada bir hemen dolup hareket ettiğini fark ettim. Gelen taksi beklemeden dolup hareket ediyor. Kalkan, teraslanmış yokuş alanlara inşa edildiği için otellere yürüyerek dönüş zor oluyor. Bundan dolayı herkes, oteline taksiyle gidiyor. Ertesi gün biraz geç kahvaltımızı yaptık yola devam edeceğiz çünkü Saklıkent bizi bekliyor; ancak otelin sahibi bizim İzmir’den geldiğimizi öğrenmiş.
Selam verdi, "35 plakalı otomobilinizi görünce sohbet etmek istedim" dedi. "Ben ve ailem bu yöreden. İzmir’e buradan yıllarca zeytinyağı çektim. O, İzmir fuar günlerini bir de benden dinleseniz çok iyi olur" dedi. Daha sonraları otomobil bayiliğini üstlenmiş. "Bayii toplantıları için İzmir bizim için toplantı yeriydi. Fuara rastlayan günlerde hep beraber şarkıcıları dinlemeye giderdik. Masalarımıza gelen yanarlı meyveden sonra bile sohbet biteceğine, daha da koyulaşırdı". Çantasından Kalkan’ın eski bir fotoğrafını çıkarıp bize hediye etti. "Bakın bu aşağıya doğru koşan çocuk benim. Şimdi bunu birileri kartpostal yapmış satıyorlar. Sormadan yaptıkları için hem kızıyorum, hem de seviniyorum. Likya yolu yürüyüş parkurunun ünlenmesi buraları hareketlendirdi" dedi.(onu yapanı ben dillendireyim, Kate Glow 540 km. yürüyüş yolunu gündeme getiren İngiliz kadın). Sadık bey, şimdi köy de elma bahçesi kurmuş orda yaşıyor. Allahaısmarladık derken bize de iki kocaman elma sundu.
Marmaris mi Bodrum mu?
Saklıkent’i bugün dolaştık. Gezeni, ziyaretçisi her milletten bol bir kanyon. Sadık bey, Kalkan’ın içme suyu oradan geliyor demişti. Yaz olmasına rağmen kanyonda gürül gürül akan bir soğuk su var. Akıntıya karşı yüzen maceracı birkaç turist gördüm. Dere kısmı Rafting için elverişli ve bu işten ekmek yiyen turizmciler var. Epey vakit geçirdik burada. Gene yollara düştük. Muğla da gecelemeyi düşünüyorum. Tam Akyaka Marmaris kavşağına gelince "bu gezi Marmaris akşamı yaşanmadan olmaz" deyip rotamızı dünya güzeli kentimiz Marmaris’e çevirdim. Eski kaldığım bir otel de yer bulamayınca hemen onun yanındaki İngilizlerin kaldığı clup otele geçtim. Onların deyimiyle all inclusiv sistemde çalışan bu otelde biz oda kahvaltı kalmayı tercih ettik. En az üçyüz turistin kaldığı otelde gene tek Türk turist bizmişiz. Bunu şuradan öğreniyoruz. Akşam anahtarlarımızı reseptiona bırakıp şehire gitmiştik. Marmaris akşamlarında limanda olmak yürümek dolaşmak yelkenlileri seyretmek çok hoşuma gittiği için bu kez de öğle yaptık. Akşam otele geldiğimizde isim söylemeden akşamcı resepsiyonist anahtarımızı çıkarıp verdi. "Hayırdır nereden anladınız" dedim. "Akşam nöbete geldiğimde listeyi şöyle bir kontrol ettim tek Türk müşterimiz siz olduğunuz için aklımda tuttum" dedi, hoşuma gitti. Ayrıcalıklı olmak hoş bir şey. Hele kahvaltıda bardakta çay isteyince "durun size içerden demlikten getirelim. "Türk müşteriye hasretiz" dedi garson kızlar. Otelin Ekim sonunda kapanacağını üzüntüyle söylediler. Kahvaltıda dikkatimi çeken bir şey de, açık büfenin bir bölümünde kuru fasulye vardı. Bir müşteri tabağına önce bir dilim ekmek koydu üzerine ince dilimlenmiş peynir yerleştirdi ve onun üzerine de kepçeyle şeker soslu kuru fasulyeyi boca etti. Yüce rabbim dedim ancak; bu İngilizler için mili bir kahvaltı türüymüş. İçimden onlara, afiyet olsun" ben yine zeytin peynir yumurta reçele devam ederim" dedim. Marmaris mi Bodrum mu diye sorarsanız ben hep Marmaris diyenlerdenim. Yeşilliği, denizi, rahat hayatıyla hep sevmişimdir. Burada bir gün dinlenmek iyi geldi. Dönüşte, İzmir yolu üzerindeki Strotanikea antik kentini de ziyaret ettik. Çalışmalar iyi gidiyor bir yandan kazılar bir yandan restorasyon devam ediyor. Şehrin tuvaletleri, ana caddesi ayağa kaldırılmış. Tiyatro, depremde göçtüğü için tekrar kazılacak. Şaban ağa camii restorasyonu bitmiş. Caminin önünde bir lahit var, camiinin banisi Şaban ağa ya ait olduğu söyleniyor. Türk turistler için güzel bir antik kent. Her devire ait eserler görülebiliyor. İki kişi bu antik kent içinde yaşıyor. Gezi sonrası ver elini İzmir.
Bir özlemimi giderdiğim bu geziden hatıralarım yazıya böyle döküldüler.
Bir başka gezi anılarında buluşmak dileğiyle, hepinize sağlıklı günler dilerim.