Antik ve tarihi kentler, müzeleriyle birlikte değer kazanır. Mesleğim gereği gezilerimde önceliği, arkeoloji müzelerine veririm. Nerede yeni müzemiz kurulmuşsa o kente hemen gitmeye özen gösteririm. Bu yeni müzeyi ziyaret eder, eserlerini en ince ayrıntısına kadar inceler ve yazıp sizlere sunmaya çalışırım. Yeni Antakya müzesi ise birkaç yıl önce açıldı ama bu güne kadar Pandemi nedeniyle orayı ziyaret etmeyi, hep ertelemek zorunda kalmıştım. Şu sıralar uçak seyahati için çekincelerim biraz azalınca gitmeye karar verdim. Bu düşüncemi, geçenlerde Levent arkadaşımla paylaşınca "Bu geziyi kuzenim Şerifle birlikte hep beraber yapalım. O sık sık yeni müzeyi gezdi ve gezdirdi, bize de anlatmaktan da zevk duyar" dedi. Ben de ona o zaman hemen harekete geç, Şerif kardeşimiz oteli, uçağı, otobüsü ayarlasın dedim. Böylece biz üç rehber arkadaş, 33 yıllık dostluğumuz adına fırsat bu fırsat deyip 3 günlük Antakya seyahati yapmaya karar verdik. Bu gezimizin rehberlik ve her türlü organizasyonunu Şerif kardeşimize bıraktık. O iyi bir Anadolu tur rehberidir. Onunla dostluğum ta 1986 yılına kadar gider ve tanışmamızın şöyle ilginç bir hikâyesi var, sizlere de anlatmak isterim.
Kaderim Kuşadası’nda Yazılmış!
Ben, o yıllarda genç bir öğretmenim; ancak gönlüm turizmden yana. O vakitler Kuşadası turizmin lokomotifi. Bu işi kaynağı olan bu yerde öğrenmeliyim deyip, yaz tatilinde ufak bir valizle Kuşadası’na gittim, yerleştim ünlü Akdeniz Pansiyona. Para pulda gözüm yok. Amacım sadece oradaki turizmin nasıl işlediğini görmek. İlk günler de bir yandan liman balıkçı kahvesinde kahvaltımı yaparken bir yandan da gemilerden çıkan turistleri seyir ediyorum. Gemiler, limana yanaşınca gümrük binası etrafında otobüs şoförleri, acenteciler, rehberler koşuşturmaya başlıyorlar. Onların bu hareketlerini izlemek benim için cezbedici bir durumdu. Her otobüs dolunca, hemen Efes antik kentine doğru yol alıyordu. Gene böyle bir seyirden sonra Orient Bazar sokağına gayri ihtiyari dalıyorum. Tam orta blok sol tarafta Kardeş Butik adlı deri mağazasında yabancı dil bilen aranıyor diye bir yazı gözüme ilişti. Çalışmak hiç aklımda yokken, birdenbire bana cesaret geldi, girdim içeri, "Ben sizlere yardımcı olmak isterim" dedim. Avusturya’da yaşayan bir bey o şirkete ortak olmuş, sadece o yaz orayı çalıştırıyordu. Sonradan samimi olduk. Gemi olduğu günlerde onlara yardım ediyorum, boş günlerde ise kalenin dibindeki Kafe beach de vakit geçiriyordum. Orient Bazar’ın arka giriş t karşı tarafında küçük ama güzel vitrinli bir halı dükkânı vardı. Mağazanın sahibi, kentin Fenomenlerinden Papaz Fevzi adlı eski bir rehberdi. Komşuların dediğine göre Halı mağazasının mutfağında her zaman bir toprak güveç bulundururmuş. Samimi olduğu turistlere o güveçte yemek yapar, sohbeti koyulaştırır, bir halı daha satarmış. Nurlar içinde yatsın geçen yıl onu da kaybettik. İşte onun bu halı mağazasına genç bir delikanlı satış elamanı olarak başlamıştı. Her sabah, akşam bizim dükkânın önünden geçerdi. Yine bir akşamüstü geçerken bize selam verdi. Kendisinin Fevzi abinin yanında çalışmaya başladığını anlattı. İşte bu selamdan sonra biz iki bekâr adam her akşam yemeklerimizi beraber yiyoruz ve de sohbetler ediyoruz. Dostluğumuz ilerledi; ama daha sonra o işten ayrılıp İzmir’e geçti. Kader mi diyeyim ne diyeyim, bilemiyorum, bu tanışmadan iki yıl sonra onunla yollarımız Bergama’da tekrar kesişti. Kuzenleri Ömer ve Levent ile birlikte Bergama Küçükköy de bir halı köyü kurmuşlar. Çevreye aşina, turizmle uğraşan birine ihtiyaçları varmış. Şerif kardeşim, onlara benden bahsetmiş, Mehmet’i şirketimize transfer edelim demiş ve kabul ettirmiş. Ben de rehberlilik sınavını kazanınca, öğretmenliğe veda edip onlarla birlikte turizme geçiyorum. Allahları var beni hep aileden bildiler ve dostluğumuz bugünlere kadar geldi. Ve bugün bu dostluğun anısına hep beraber ailecek bu geziyi yapıyoruz.
Antakya Gezimiz
Programda o muhteşem Antakya Arkeoloji Müzesi, Asfuroğlu Müze Otel, St. Piyer Kilisesi, Hıdır bey Köyü, Vakıflı Köyü, Hızır Türbesi, Titus tüneli, Altınözü Cam terası, Habibi Neccar Camii, Ortodoks kilisesi, Uzun çarşı ve yöresel yemek tadımları var…
Bu gezimizin şoförü Antakya’dan Mehmet Ali idi. İlk gün, sabah erken saatlerde Hatay’a indik. Dosdoğru tarihi yapıdaki Petek restorandaki kahvaltıya koştuk. Sonra ver elini Antakya Arkeoloji Mozaik müzesi. Aman Allahım ne müthiş bir Müze. Daha girişte geniş bir hol sizi içeriye doğru davet ediyor. Müzenin ilk iç holünde M.Ö.9.yy ait Hitit kralı 2. Şippuliluma’nın Heykeli karşılıyor. İri orijinal gözleriyle bir elinde ok bir elinde başak ile bizi selamlıyor. Yazıtında halkı için yaptıklarını anlatıyor. Bu Heykelin kompozisyonun ifadesi şudur. Mızrağımla ülkem için savaştım, halkım aç kalmasın diye tarımla uğraştım. Turumuzun özel rehberi Şerif kardeşimiz ve biz, ise anlatıma zaman zaman yorumlarımızla katılıyoruz. Yalnız aramız da gizli Santrafor gibi bir 4. Rehber daha var… O İse Şerif’in sevgili eşi Meltem Hanım. O da bizler gibi yıllarca Anadolu da Alman gruplarına hizmet etmiştir. Eserlerin detaylarını tek tek açıklanmasında o da katkıda bulunuyor. Tam bir ekip çalışması yapıyoruz. Hatay kentimizdeki Arkeoloji müzesi, dünyanın en büyük Mozaik Müzesi diye de adlandırabiliriz. Her objenin, mozaiğin bir hikâyesi ve mitoloji de karşılığı var. Eserler o kadar müthiş ki müzeyi gezmeye doyamıyorsunuz. Saatlerce bıkmadan usanmadan dolaşıyoruz. İleriki aylarda Antakya müzesi mozaiklerini yazacağım için şimdi birkaç değerli eseri sizler için betimleyeceğim. Örneğin bunlardan ilki, önünde zevkle fotoğraf çektirdiğim.
Bağbozumu Mozaiği: Sanatçı o kadar güzel resmetmiş ki gıptayla bakıyorsunuz. O zamanın Çiftçisi, üzümlerini hasat etmiş Küfelere koymuş, eşeğine yüklemiş, yulardan tutup evine ya da pazara götürüyor. Eser çok canlı renklerle sunulmuş. Yanından ayrılmak istemiyorsunuz.
Soteria Mozaiği ise: Hamam taban mozaiği, 5.yy ait. Mozaiğin tam orta yerinde bir dairenin içinde başında altın taç, boynunda kolye olan dolgunca gürbüz bir kadın figürü bulunuyor ve bu mozaikle hamamda kazanılan sağlığa vurgu yapılıyor.
Bir ilginç mozaik ise Kem Göz Mozaiğidir. Anlam olarak bana - elem tere Fiş kem gözlere şiş- sözünün kaynağı gibi geliyor. Orta kısımda oklar batırılmış, çeşitli hayvanlarca gagalanan bir kemgöz var. Herhalde nazardan korunmak için yapılmış bir mozaik.
Başka bir mozaikte ise üç figür görüyoruz: Elbiseyle vücudun bir bölümünü kapatmış öte yarısı açıkta olan çakırkeyif Dyonisos ayakta durmaktadır. Sol yanında, Dyonisos’u takip eden çılgın kadınlardan biri olan Menad duruyor. Diğer yanında ise esmer köle görünümlü Satir bulunuyor.
Müzede 1993 yılında bir temel kazısında bulunmuş ANTAKYA LAHDİ, özel bir bölümde sergileniyor. Yekpare Mermeri, Roma imparatorluğunun mermer ocağı olan İscehisar’dan elde edilmiştir. Varlıklı ve Kültürlü bir aileye ait olduğu tahmin edilen eser, M.S. 3 yy da yapılmıştır. Bir yüzünde av sahnesi, bir uzun yüzdede Hades’in kapısı önünde Altar ve üzerindeki ateş sönmesin diye yağ döken bir figür. Diğer yan yüzde ise bu varlıklı ailenin 3 figürü sunulmuş. Müthiş bir işçilik, nadide bir eser. Etrafında incelemek için en az beş defa döndüm.
Ve Müzenin en son holünde ise Neşeli İskelet Mozaiği: Üzerinde "neşeli ol hayatını yaşa" yazan yan yatmış keyif yapan bir İskelet Mozaiği var, yapan veya yaptıran şahıs hayatı ne kadar güzel yorumlamış. Ye, iç, eğlen, bak keyfine, bu dünya üzülmeye değmez dercesine...
Müzemizdeki bu muhteşem nadide mozaiklerin pek çoğu Narlıca’da, Harbiye’de ve Samandağ’ bölgelerimizde bulunmuşlardır.
Müze sonrası şehir merkezine geçtik. Kuvvetli sabah kahvesi bizi tok tutmuştu ama ne olursa olsun Antakya’nın olmazsa olmazı Künefeyi kaynağında tadalım dedik. 1949 dan beri aile işletmesi olarak devam eden Ragıp Usta ya uğradık. Kaymaklı Künefelerimizi yedik ve onunla sohbetimizi gerçekleştirdik. Hani denir ya yer gök sarı kırmızı burada her yer Künefe. Künefe yemeden kimse bu kentten ayrılamaz.
Daha sora da kentin kalbinin attığı uzun çarşıya dalıyoruz. Çarşıda neler yok ki? Her şey var. Çarşı her vakit capcanlı, alışverişe gelenler, çay içip sohbet edenler, yemek yiyenler, çarşının her vakit her köşesi cıvıl cıvıl. Havuzlu meydana geldiğimizde, biz erkekler İnci Fırın önüne çöktük. Bu güzel fırında, Kadın kooperatif ürünleri, el yapımı kurabiyeler, Kömbeler satılıyor. Bizim hanımlar ise hem tadımda hem alışverişte. Karşıdan bizi gören, rehberlerin koruyucu Meleği gümüşçü Can abi çıkageldi. Şerif’in onunla yıllara dayanan samimi dostluğu var. Onunla sohbetimiz koyulaştı ve çaylar arka arkaya geldi. En son günümüzde Antakya Ortodoks Kilisesini bizim için açtırıp gezmemizi ve bilgi almamızı sağlayacak. Kendisi hoş sohbet, candan ve samimi bir dost. Her kente böyle bir dost canlısı biri lazım derim…
İkinci gün yağmursuz ve güneşli bir gün: Bugünkü gezimizde Hıdırbey, Vakıflı köyleri, Samandağ Titus tüneli ve Hızır türbesi var. Günün ilk uğrak yeri Hıdırbey köyü.2000 yıllık Musa ağacı köyün ortasında duruyor. Hemen yanı başında üç pınarlı Ab-ı hayat suyu akmaktadır. Rivayete göre Hz. Musa buradaki sudan içer ve asasını oraya dikince yeşerip bu yaşlı ağaç ortaya çıkar. Bizim gibi pek çok ziyaretçide onun gölgesi altında çay içtiler. Hareketli bir köy, meyve çerez, yağ, zeytin satan dükkânlar var. Mola sonrası Vakıflı Köyüne kadar aşağı yoldan yürüyüş kararı alıyoruz. İyi ki de böyle yapmışız, Yürüyüş yolunda mandalina bahçelerinin arasından geçiyoruz.
Sonbahar böğürtlenlerini de es geçmiyoruz. Hepimiz için bu 40 dakikalık yürüyüş harika oldu. Nefis bir hava yemyeşil bir vadi. Her adımda zevkle fotoğraf çekiyoruz. Vakıflı Köyüne varınca biraz soluklanıp Ermeni vatandaşlarımızın Kilisesini ziyaret etmek istiyoruz ama herkes kooperatiflerine ürün yetiştirmek için çalıştıkları için rahatsız etmeme adına uzaktan fotoğrafını çekip Titus Tüneline doğru gidiyoruz. Yapımına İmparator Vespanianus zamanında karar verilen ancak oğul Titus zamanında bitirilen tünelin uzunluğu 1380 metre genişlik 6 yüksekliği 7 metredir.
Tünelin inşası şehri ve limanı sel baskınlarından korumak içindir. Bu büyük proje için binlerce Kudüslü vatandaşın çalıştığı söyleniyor. Tepenin uç noktasında Beşikli Kilise bulunmaktadır. Bu ziyareti de tamamladıktan sonra, Samandağ Çevlik kumsalındaki bir deniz restoranda kendimizi yöre salata ve deniz ürünleriyle ödüllendiriyoruz. Her mekânın olmazsa olmazı ayrı tatdaki Zahter salatası. Biz sevdik size de tatmayı tavsiye ederiz. Yemek sonrası karşı taraftaki Hızır Türbesini ziyaret ediyoruz. Hızır ve Hz. Musa’nın burada buluştuklarına inanılmış ve o noktaya da bir Hızır Türbesi kondurulmuş. Her inanıştan kişi içeri girip dua ediyor ve sandukanın etrafında 3 defa dönüyor. Köşedeki niş içinde adak mumları yakılıyor. Ritüelin en önemli noktası türbeden çıkarken yüz sandukaya dönük olarak geri geri çıkılması. Dışarı çıktığımda beyaz bir otomobilin türbe etrafında birkaç tur attığını gördüm ve eğilerek hanım sürücüye ne yaptığını soruyorum. O ise Gülerek "oğlum otomobilin içinde onu türbe etrafında döndürerek tavaf yapıyorum" dedi. Bu kez hep beraber gülüştük. İçimden, "Yüce rabbim sen ne büyüksün, niye böyle zeki(!) kullarını bizim ülkemizde yarattın" dedim. Yurdum insanı her şeye karşı bir çözüm(!) buluyor. Vakit geç oldu Harbiye’deki otelimize dönüş yapıyoruz.
Son gün bizim final günümüz. Kentin Tarihine doyamadık yine zevkle yola düştük. Bugünkü Programda; Altınözü cam Terası, St. Petrus Kilisesi, Asfuroğlu Otel Müze, Habib-i Neccar Camii ve Ortodoks Kilisesi var. İlk önce Altınözü kasabasındaki cam teras ve bahçesini görmeye gittik; ancak şehir girişinde kimlik kontrolü yapan polisler İzmir’den geldiğimizi duyunca yüzlerinde gülücükler açtı ve 8 kilometre ötede gelin Roma kaya mezarları var onları da görünüz dediler. Hakikaten yan yana görülmeye değer kaya mezarları vardı. O mezarlardan birinin üzerindeki kitabeyi Hasan Gençcan meslektaşıma okuttum. Ölen kişi adına – ölümü acısız karşıla- gibi bir ifade yazmışlar. Altınözü kasabası Halhali zeytin çeşidinin en çok yetiştiği yer. Yeşil olarak yendiği gibi yağ çıkarmada çok verimli küçük taneli bir zeytin çeşididir. 3 kilogramdan bir kilo zeytinyağı elde edildiği söyleniyor. Son yıllarda cam Teras büyük bir bahçe içinde inşa edilmiş. Enteresan bir şey, Halk Erzurumlu kaymakamı o kadar çok sevmiş ki karşı taraftaki evlerin boyası Erzurumspor renkleri olan mavi beyazla boyanmış.
Altınözü ziyareti sonrası çevre yolundan direkt St. Petrus Mağara Kilisesine varıyoruz. St. Petrus (Pierre) 29-40 yıllarında Antakya da ilk dini toplantısını yapıyor. Mağara içinde bir Altar bulunuyor ve onun hemen yanındaki tünel, baskın anında inananların kaçması için kullanılıyormuş İstenirse bu mağarada 29 Haziran da, ayin düzenlenebiliyor. Tam kilisenin karşı tarafındaki ilginç Otel Müze bizi bekliyor.
Asfuroğlu Müzesi
İş adamı Necmi Asfuroğlu pek çok parselden oluşan araziyi yıllar önce satın alıyor. Otel yapma kararına vardığında daha ilk kazmada kocaman ortasında bir kadın figürü ve etrafında envayi çeşit kuş sürüsü olan bir mozaik tabakası ortaya çıkıyor. İşin ilginç tarafına bakın ki, ta orta Asya’dan kalkıp gelen bu ailenin kullandığı soyadı Asfuroğlu’nun anlamı kuş demekmiş. Tüm kazı masrafını üslenen Necmi Bey tüm eserler ortaya çıktıktan sora bu müzeyi devlete bağışlıyor. Oteli Emre Aralot inşa ediyor ve 66 sütun üzerine konuşlandırılıyor. Mozaiklerin tümünün gün yüzüne çıkarılışı tam 7 yıl sürüyor. Müzemizde Helenistik ve Roma döneminden yapılar ve mozaikler bulunuyor. 1050 metrekare yekpare mozaik müthiş.
Hele yekpare mozaiğin yanında 4 metre derinlikte bulunan ve ziyafet odası zengin ailenin yaşantısını ve zarafetini ortaya koyuyor.
Bu Taban mozaiğinde Pegasus Atının Müz’ler tarafından bir tören için hazırlanışı sunuluyor. Müzlerden biri ayağını yıkıyor bir diğeri süsleme yapıyor bir diğeri ise havluları tutuyor. Bu mozaiğin üst parçasında Şairlere ilham veren İlham perisi Kalliope’nin karşılanışı var. Müze müthiş, otel harika her ikisi bir bütün halinde kente çok şey katmış.
Gastronomi –Habib-i Neccar Camii
Öğlen yemeği için bu kez Sultan sofrasını seçiyoruz. Oraya varınca benim ilk tercihim içli köfte ve Mumbar oluyor, ardından börekler yetişiyor. Üç gün boyunca ha şundan ha bundan tadalım derken kilo sınırlarını geçtik. Biz çok yemek yemekten yana dert yanınca, bizim kaptan Mehmet Ali, ‘’abiler bu ne ki? Biz önce sabah kahvaltısı yaparız öğlenleri bir şey almayız ancak akşamları yatana kadar üç öğün daha atarız’’ dedi. Yani yemek yemek, Antakya da bir gelenek.
Yemek sonrası Habib-i Neccar camisini ziyaret etmeyi unutmuyoruz. Her Üç ilahi din tarafından Aziz ilan edilen Habibi Neccar, İlk inanan Hıristiyan cemaati korumak için köyünden kalkıp gelmiş, direnmiş ama hayatını bu uğurda vermiştir. Kuran-ı Kerim de Yasin suresinde inanmayanları inandırmak için Allah Tarafından gönderilen elçinin Habib-i Neccar olduğu söyleniyor. Bu yüzden 7.yy da bu ilk camii onun adına inşa ediliyor.
Antakya Ortodoks Kilisesi
Kilisenin tarafımızca ziyaret saatlerini ayarlamış Jan Kocamahhul (Bizim Can abi) ve bu Ortodoks Kilisesinin Müdürü Abdülmesih Sabagil, bizi Kilise avlusunda sevecen gözlerle karşıladılar. Saygıdeğer Abdül Bey bir saate yakın Kilise dünyasıyla ilgili bilgilerini bize zevkle anlattı.
Antakya Azizler Petrus ve Pavlos Katedrali, doğu Ortodoks Kiliselerin 3. en büyüğünden birisi ve en güzelidir. Bugünkü kilise 1874 yılında yangında yok olmuş ve Rus mimarlarca 1900 lu yıllarda tekrar tamamlanmış. On sütun üzerine oturtulmuş Üç kapılı Kilise, Musa peygambere gönderilmiş on emiri sembolize eder. Kubbe Pantokrator Hz. İsa’yı, 12 pencere ise 12 havariyi temsil ediyor. Antika taştan yapılmış Vaftiz kuyusunun suyu mezarlığa dökülüyormuş. Kilise Cemaatinin, Hatay genelinde 12 000 kişiden oluştuğu ifade ediliyor. Ayinlerde, okunan ayetleri genç yaşlı nesil anlasın diye yaşlılar için Arapça, yeni nesil gençler için de Türkçe kullanılıyor. Kilisede Sabah akşam ayinler sürüyor. Her Pazar ayini de devam ediyor.
Antakya da son gecemiz
Uçağımız gece 11 doğru hareket edecek. Vakit geçirecek yerler gerekli. Benim gönlümden şöyle güzel bir mekân olsa da gezimizi taçlandırarak dönsek diyorum. Eski şehrin içine daldık. Dar sokaklarda iki katlı avlulu konaklar, pek çoğu Restorasyon geçirerek Restoranlara çevrilmiş. Hedefimizde tarihi Affan kahvehanede Haytalı gülsuyu muhallebi tadacağız. Kaleiçi’ndeki Tarihi mahallede ben geriden yavaş yavaş yürüyor, eski konaklarındaki birkaç mekânı gözden geçiriyorum. En sondaki dar kapıdan girdiğim Matbah adlı Restoranı gözüme kestirdim. Affan kahvede çayımızı da içtik ama uçağın kalkışına daha 3 saat var. Vakit geçirmek için başka şeyler yapmak gerekir ama ne? Geri dönüşte dar sokaktaki Matbah adlı mekânın önüne gelince, "Arkadaşlar gelin bu geceyi burada bir şeyler içerek taçlandıralım" dedim. Yıllar önce Musevi bir dişçinin evi ve ofisi imiş. İyi bir restorasyondan sonra geniş avlunun üstü örtülmüş, nezih bir Restorana dönüştürülmüş. Masa örtüleri, tabaklar, bardaklar bir intizam içinde dizilmiş kenardaki ocakta odunlar tutuşturulmuş. Yani atmosfer on numara. Şefe İzmir’den geldiğimizi söyleyince özel bir masayı bize tahsis etti. Yemek yemeyeceğimizi ama yöresel peynirlerle güzel bir şarap içeceğimizi söyledik. Biz den sonra tüm masalar seçkin çiftler ve arkadaş gruplarıyla doldu, sanat müziği icra eden müzisyenler yerini aldı. Ortam güzel, bir yanda güzel nağmeler mekânı kaplarken herkes kendi kendine sohbet ediyor. Biz de bu sıcak atmosferde Antakya Rezerv şarapla sohbetimizi koyulaştırdık. Bizimkiler bu sürprizimden memnun. Kalkmaya yakın şef garsonu çağırıp "Şef, bu akşam çok güzel şarkılar dinledik takdir hakkımı kullanmak istiyorum". Sanatçı dostlara bahşişte bulunup bulunamayacağı mı sordum. "Ne demek Efendim mutlu olurlar" dedi. Özel büyükçe peçetenin içinde Hediyemizi onlara yolladım. Bir 20 dakika sonra hesabımızı ödeyip, ayağa kalktık, herkese ‘allahaısmarlık’ derken şef garson "bir dakika bekleyiniz efendim" dedi. Ne olduğunu anlamadık ama bir ara müzisyenlerden biri de bekleyiniz diye işaret ediyor. İşte bir sürprizde onlardan bakalım neymiş derken diğer şarkıyı bitirip yeni bir şarkıya başladılar. Bu şarkı:
İzmir’in Dağlarında Çiçekler Açar idi. Evet, bizim İzmir’den geldiğimizi şef onlara söylemiş sanırım. Biz ellerimizi havaya kaldırarak ‘allahaısmarlık’ derken bütün misafirler bu şarkıyı hep bir ağızdan seslendirdiler. O an hepimizin gözlerinden yaşlar damlamadı desem yalan olur. Şu an yazımı yazarken bile gözlerim yaşarıyor. Son gecemizde bize duygulu anlar yaşatan Antakya’ya bir daha gelmek üzere elveda diyoruz.
"Hatay benim meselem deyip" bu güzel Hatay yöresini Anavatan topraklarına katan Yüce Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü rahmetle anıyor, ona candan teşekkürlerimizi sunuyoruz.