Ajans Bakırçay
2023-09-19 17:59:23

Dikili’nin kurtuluşu ile Erzincan’ın kurtuluşu

Mehmet Can Gürbüz

h.dem08@hotmail.com 19 Eylül 2023, 17:59

Eylül ayı Dikili için önemli bir ay hem İzmir hem de Dikili’nin kurtuluş günlerini içeren bir ay. Bu Eylül ise kendi içinde çıkıp uluslararası kimliğe yükselen Komünist Osman’ın belediye başkanlığını anlatan belgeselle taçlanarak daha anlamlı bir ay oldu.

Ve Dikilili Erzincanlılar severek izlediler, beğendiler. Kazandıklarıyla ondan sonra ellerinden alınanları görünce ehh!... keser döner sap döner gün gelir hesap döner diye dalgalandı kafalar…

Faşist kafalılar Yılmaz Güney’i karalama kampanyasıyla tartışmaya açtılar ve dünden kalan korkularının bugüne taşıdığı öfkeleriyle yiğitlerimize kutsallarımıza saldırmaya devam ediyorlar.

Dikili’nin kurtuluşu gibi Erzincan’ın da bir kurtuluşu var elbette. Şimdi hem Yılmaz Güney’e hem de Erzincan’ı kapsayan bir anının içinde Erzincanlılar bakın o gün neler yapıyor yine Lütfi paşamın anılarına giderek okuyalım.

Bir Savcının Tayini...

Sevgili dostlar, anılarımı yazarken kimsenin mahremine girmemeye dikkat ediyorum.

Ayrıca, hani bilinen bir söz vardır, "Ayının kırk hikayesi varmış, kırkı da ahlat üzerineymiş" diye...

İşte ben de benzer bir duruma düşmemek için elimden gelen gayreti gösteriyorum.

1985-1989 yılları arasında Burdur İl Jandarmada İstihbarat ve Asayiş Şube Müdürlüğü yaptığımı bundan önce sanırım yazmıştım.

Gördüğüm o ki, küçük illerde ve ilçelerde dostluk ve samimiyet daha sağlam ve daha uzun ömürlü oluyor.

Bugüne kadar ki yaşamımda hayat, bunu da bana gösterdi.

Şehrimizde çok güzel ve faal olan bir şeker fabrikası vardı.

Bu fabrikada başta müdürümüz Asım bey olmak üzere, 15 kişi kadar çalışan Erzincanlı vardı.

13 Şubat Erzincan’ın kurtuluşudur. Bu tarihte şehirde bulunan hemşehrilerimiz ve fabrika çalışanları fabrikada toplanır, 13 Şubatı kutlardık.

O tarihte uyulacak kuralları fabrika müdürü Asım Bey belirlerdi. Dört dörtlük bir Erzincanlı’ydı.

Müdür Bey, 13 Şubatta her Erzincanlı hanıma, yöremize has bir yemeği yapma görevi verirdi.

O gecede başta Erzincanlı sanatçı Turan Engin olmak üzere, diğer Erzincanlı sanatçıların türküleri çalınır ve söylenirdi.

Anlatılan anılar da hep Erzincan’a dair olurdu.

Kuralları bilinen bu kutlamaya herkes hazırlıklı gelirdi.

Kutlamaya fabrika çalışanları ve şehirden Erzincanlı olarak iki kişi katılırdık.

Bunlardan biri ben, diğeri de savcı olan hemşerimizdi.

13 Şubat kutlamasını hep iple çekerdim.

Çünkü yemek masasında envai çeşit Erzincan yemekleri, söylenen Erzincan türküleri ve anlatılan Erzincan anıları vardı.

Böyle bir günü kim iple çekmez ki...

Bu güzel günleri bize sağlayan ve yaşatan fabrika Md. Sn. Asım Beye Allah’tan gani gani rahmet diliyorum.

Evet şimdi de gelelim, birlikte yemeğe gittiğimiz hemşerimiz Savcı Beye...

Kendisiyle hem görev gereği, hem de ailece iyi görüşürdük.

Aynı zamanda infaz savcısıydı. Bu nedenle cezaevinde de sıkça buluşurduk.

Şimdi emekli oldu. Hala görüşüyoruz.

Günü gelmiş, Savcımızın Burdur’da görev süresi bitmiş ve tayinini bekliyordu. Ama bir türlü tayini çıkmıyordu.

Geç kalan tayini için bazen yakınırdı. Bu tayini ikimiz de merakla bekliyorduk.

Ama bir türlü beklenen tayin gelmiyordu.

İşte sıkıntılı böyle bir günde, makamımda çalışırken ziyaretime şehir dışından iki kişi geldi.

Kendilerini tanıttılar, "Komutanım biz istihbarattan geliyoruz, bir savcı hakkında sizinle görüşmek istiyoruz" dediler.

Buyurun dedim, oturdular ve çaylarını söyledim.

Kısa bir zaman sonra, ziyaret nedenlerini açıklamaya başladılar.

Dosyalarını açıp, okuyarak mevzuya girdiler.

"Binbaşım burada bir savcınız var, onun hakkındaki iddialar ile ilgili sizinle görüşmeye geldik."

"Buyurun görüşelim" dedim.

Ellerindeki dosyadan bir şeyler okudular. Kısa bir özetini ben size anlatayım.

Bu savcımız Yılmaz Güney’in çok yakın aile dostuymuş.

Yılmaz Güney ve eşi Fatoş hanım savcının evine ziyarete gelirmiş.

Bu ziyaretler bir kaç defa da tekrarlanmışmış.

Ziyaretlerin tümü de tarih, gün ve saat olarak da tespit edilmiş.

Daha başka şeyler de vardı notlarında. Ama orayı geçiyorum.

Sordum, bu raporla ilgili benden istediğiniz bir şey mi var?

"Evet! Komutanım, bu arkadaşın solculuğu var mıdır? Varsa ne kadardır?"

Başka dedim.

"Komutanım" dedi. "Ayrıca Yılmaz Güney’le olan arkadaşlığı ve yakınlığı nereden kaynaklanıyor. Bunu araştırıyoruz."

Nedenini sordum, meğer savcımızın tayin dosyası Adalet Bakanlığına gelmiş ve de bu araştırmanın sonucunu bekliyorlarmış.

Kendilerine, "Arkadaşlar eğer benden yardım istiyorsanız, bu dosyanın bir kopyasını bana vereceksiniz, ben de araştırıp sonucu bir hafta sonra size vereceğim" dedim.

Teklifime, "Olur Komutanım" dediler ve bir hafta sonra buluşmak üzere geldikleri yere geri döndüler.

Şimdi geldik olayın en önemli noktasına.

Konuyu hiç şüphelendirmeden kendisine nasıl açmalıyım? Çünkü moralinin bozulmasını hiç istemem.

Eğer bu iddialar doğruysa yakın dostu olan bana, bugüne kadar niye hiç anlatmadı. Kafamda buna benzer bir yığın sorular...

Düşüne düşüne sonunda çözümü kendimce buldum ve cumartesi günü kendisini aradım.

"Savcı Bey" dedim. "Pazar günü saat 15 00’de parkta buluşup, sohbet edelim ne dersin?" dedim.

"Olur gelirim" dedi.

Dediğimiz saatte parkta buluştuk. Masada karşılıklı oturarak sohbete başladık.

Olayı direk soramayacağım için başımdan geçen bir olayı anlatmayı düşündüm. Ve dedim ki "Şişe Cam Gn. Md. Şahap Kocatopçu, Trakya Cam Fabrikasına yaptığım bir yardım için bana teşekkür ziyaretine geldi. Bir kere de beni yemeğe aldı" dedim.

Ve devam ettim.

"Şahap bey çok vefalı bir insanmış, hayatta böyle insanlar da varmış, sen de hayatında böyle vefalı bir insan tanıdın mı?" diye sordum.

Çayından bir fırt aldı ve tanıdığı vefalı insanı anlatmaya başladı.

"Binbaşım ben İmralı Cezaevi Savcısı iken Yılmaz Güney bizim cezaevinde yatıyordu. O gelmeden önce cezaevi biraz karışıktı.

Yılmaz geldikten sonra onun gayreti ile cezaevi epeyce düzene girdi.

Cezaevi kurallarına harfi harfine uyardı. Kısa zamanda hem yöneticilerin ve hem de hükümlülerin güvenini kazandı.

Bunun üzerine biz de kendisine ufak çapta görevler verdik.

Her görev bitiminde odama gelip, yaptığı işlerin tekmilini verirdi" dedi.

Daha başka şeyler de anlattı.

Bitince "Hepsi bu kadar mı?" dedim.

"Daha var anlatayım" dedi.

"Bir günde odama gelip, mahkûmlarla küçük çapta sanat etkinlikleri yapmak istiyorum" deyip izin istedi.

"Biz de izin verdik. Hiç bir sıkıntı yaşamadık ve bir aşırılık da olmadı" dedi.

"Sonraki gümlerde görüşmeleriniz oldu mu?"

"Olmaz olur mu? Nereye tayin olsam ‘Savcım’ deyip ziyaretime gelirdi."

Savcı bey Burdur’a da geldi mi?

"Evet gelirdi. Akşamın geç vakti olur, kapımız çalınır açarız, karşımızda Yılmaz Güney ve eşi Fatoş. Oturur sohbet ederdik."

"Özellikle Antalya’ya gidiş ve dönüşlerinde evimize mutlaka uğrardı"

Sözünü bitirince ekledi;

"Binbaşım İşte siz vefa duygusunu Şahap Kocatopçu’da görmüşsünüz, ben de Yılmaz Güney’de..." dedi.

İşin iç yüzünü de bu anlatımdan sonra öğrenmiş oldum.

Biraz sözü uzattım farkındayım.

Verdiğim raporu merak ediyorsunuzdur herhalde.

Uzun uzun yazmaya gerek yok.

Hazırlayıp verdiğim rapor üzerine Sevgili Savcımızın tayini bir ay kadar sonra arzu ettiği yerlerden birine çıktı.

Bu gelişmeleri Savcı Bey dahil, bugüne kadar kimseye anlatmadım.

Geçenlerde Erzincan’da tatildeydi, görüştük.

"Lütfi Bey köydeyim, gel burada gezeriz. Bahçemizde güzel meyveler de var, toplar yeriz" dedi.

Kendisine, "Arabam yok, nasıl geleyim" dedim.

"Benim arabam var, yeter ki sen gel" dedi.

Tabii ki benimki biraz şaka, biraz da bahaneydi.

Çünkü gidecek durumum yoktu.

Gidemedim ama, en sıcak selamımı yolluyorum sevgili dostuma.

Ve... Uzaktaki, yakındaki tüm dostlara, gününüz güzel geçsin, benden hepinize selam olsun diyorum. Saygılar...

Lütfi Algün 

E.J. Alb.

***

Sevgiyle, sağlıcakla kalın…

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.