Tunç SOYER, 9 Eylül etkinliklerinden Tarkan’ın konseri esnasında söyledikleri üzerinden koparılan fırtınaların kentin başkanına sahiplenmesiyle 'Tunç SOYER yalnız değildir' akımı başladı. Hilafeti ve son padişahı tefe koyduğu için estirilen fırtına karşısında görüldü ki sözler Tunç SOYER’in değil ATATÜRK’e aitmiş. Tabi solla ilişkin sağ ve demokrat partiler de boş durmayarak “Tunç SOYER keşke Atatürk’ün sözleri diye söyleseydi sorun olmazdı” diyerek bir garip duruş sergilediler. Atatürk içselleştirilince onun gibi düşününce onun gibi ve onun istediği istikamette yol alınca suç işliyorsun ama Atatürk diyor ki diye başlayınca bir kalkanın arkasına saklanarak kavgaya tutuşmuş oluyorsun. Hangisi tercih edilmeli derseniz; elbette içselleştirilmişliği, onun istediği yolda onun istediği şekilde hareket etmeyi daha çok önemsiyorum.
Derler ki AKP İzmir’i neden seçimlerde alamıyor. Efenin, zeybeğin yurdunda Osmanlıcılara elbette iktidar çıkmaz. Bunu niye mi söylüyorum. Efeler, zeybekler Osmanlıdan o kadar çok çekmiş ki, kendi halkına yüzü dönük olmayınca yükünü cefasını yükler üzerine fark etmez.
Kemal ÖZKAYNAK’ın Efelerden Haber adlı kitabında Zeybekliğin sebeplerini sıralar:
Savaşlardan, istilalardan, göçlerden yerini yurdunu kaybetmiş, canını vermiş olan köylü asırlar boyunca bir türlü rahata kavuşamamıştır. Üstelik elindekini avucundakini zaman zaman Hükümet, eşkıya ve ağa gasp etmiş onu bir lokmadan mahrum etmiş; selameti dağa çıkıp zeybek olmakta bulmuştur. Devlet idaresinin bozukluğu, Aşar-Mültezim belâsı bütün ağırlığı ile köylünün sırtına binmiştir. Devlet bu ıstırabı hissedecek kabiliyette olmadığı için tek çıkar yol dağa çıkıp zeybek olmaktır. Osmanlı devleti gayesi ve sonucu meçhul uzun harplere girmektedir. Bir defa kur’a çıkıp köylü askere gitti mi sağ kalırsa ihtiyarlayarak dönmekte ve ana baba ocağını sönmüş bulmaktadır. Çöllerde canını ekseriya gençliğini bırakıp gelmektense zeybek olmayı, Osmanlıya dirsek çevirmeyi tercih etmektedir. Zenginler göçebeleri ve köylüleri pek çirkin şekilde istismar etmişler. Mahkemelere düşmüş olduğu davalarda rüşvet kuvvetle haksız çıkmış, zeybekliğe karar vermiştir. Zaptiye, kolcu ve tahsildar köylünün korktuğu üç bela olmuştur. Merhametten, vazife ve ahlâk duygusundan nasibi pek kısır olan bu adamlar, köylüyü hükümetten daima soğutmuşlardır. Meşhur “Çakıcı Efe”nin dağa çıkmasının sebebi zaptiyenin anasına yaptığı ağır muameledir. Osmanlı devleti planlı bir iskan siyaseti takip edememiştir. Türkmenler, otlakları, yurtları tatmin etmeyince devlete başvurmuşlar fakat dertlerini anlatamamışlar reaksiyonu da zeybekliğe yol açmıştır. Zeybeklik delikanlılara haz veren birer macera olarak telaki edilmeğe başlanmıştır. (Syf.21-23)“Yukarda saydığımız sebeplerle dağa çıkan ve zeybek olan köylüler, Türkmenler 600 yıla yakın bu ananeyi bırakmamışlardır. Tabii bir hayat gibi doğan, gelişen, rolünü tamamladıktan sonra sahneden çekilen Efelerin yerine mutlaka yenileri türemiştir. Osmanlı devleti tam bir acz içinde bunun sebeplerini ortadan kaldırıp köylüye normal bir hayat, meşru bir kazanç temin edememiş, memleketin mert ve yiğit çocuklarını ve bunların emeklerini canlarını israf etmiştir.
Dış alem, bilhassa İngiltere, Fransa, İtalya son zamanlarda Yunanistan Milli hüviyeti olan bu zeybek gruplarını hükümete karşı isyan etmiş köklü birer eşkıya addederek bunlarla ilgilenmeğe meyletmişler, bunun için Rum ve Ermeni ajanlarını harekete bile getirmişlerdir. Fakat tarih boyunca Efeler böyle bir entrikaya asla âlet olmamışlardır.” (Syf. 32)
“Zeybeklerin yeri durağı belli olmazdı. Atla yürüdükleri gibi yaya da yürürler, ekseriye geceleri menzillerine, yataklarına ulaşırlardı. Beşparmak dağlarından Madran’a, oradan Meğri Körfezi’ne birkaç günde geçebilen zeybekler, bir hafta sonra Sındırgı’da veya Toroslar’da görülür, üç beş gün sonra da Murat Dağlarından Bozdağ’dan haber gelirdi. Hükümet kuvvetleri, hele zaptiye takipçiler muayyen bir yolu ve istikameti bulunmayan bu zeybekleri bir türlü izleyip yakalayamazlardı.
Dağlarda Yörükler, kırlarda çiftçiler, köylerde Yataklar himayr ederler, yedirirler, yatırır saklarlardı.” (Syf.26)
“Zeybekler, mert olmak, yiğit ve er kalmak geleneğini asırlarca pek güzel muhafaza ettiler. Düşmanı düşman, dostu da dost bellediler. Kahpelik kendi deyimleriyle – kancıklık- onlardan uzak yaşadı.
Cabir, takip, tehdit… bütün tarih boyunca zeybeğin kahramanlık v yiğitlik ateşini asla söndüremedi. Her şeye rağmen evlerine yurtlarına ve ocaklarına bağlı kalmak geleneğini muhafaza ettiler.
Türk İstiklâl mücadelesinde “Kuvayı Milliye” ruhumuzun tam bir desteği oldu. Vatan sevgisi ile milli kuvvetlere katıldılar. Ferman dinlemez ruhların,tehlike karşısında gösterdiği itaat ve uysallık, bu milletin bayrak ve toprak ateşi ile yanan bağrından, volkanların fışkırmasına yardım etti.
Nihayet büyük zaferimiz, zeybeğin yiğit yüreğine bambaşka bir kuvvet ve hayat getirdi. Yuvasında karar etti, çalıştı, kazandı, okudu ve yükseldi. Şimdi de cemiyetimizin gediksiz safları arasında namuslu, faziletlibir vatandaşımızolarak yaşamaktadır.” (Syf: 100-101)
Bu kadar Osmanlının acısını çekmiş insanların cumhuriyetle bereber huzura ve haklarına kavuşmasının kendilerini bu cumhuriyeti korumak, kollamak ve geri Osmanlıyı getirme heveslilerine sıcak bakması beklenebilir mi? Ham hayalden başka ne olabilir ki?
Bir Efe türküsüyle yazıyı bağlayacağım Ruhi SU’dan dinleyerek daha bir anlam katabilirsiniz:
YÖRÜK ALİ
Şu Dalama’dan geçtin mi?
Soğuk suyundan içtin mi?
Efelerin içinde,
Yörük Ali’yi seçtin mi?
Hey gidinin efesi, efesi
Efelerin efesi!…
Şu Dalma’nın çeşmesi
Ne hoş olur içmesi
Yörük Ali’yi sorarsan
Efelerin seçmesi
Hey gidinin efesi, efesi
Efelerin efesi!…
Cepkenimin kolları
Parıldıyor pulları
Yörük Ali geliyor
Açıl Aydın yolları
Hey gidinin efesi, efesi
Efelerin efesi!…
Aydın dağını oydular
İçine de martin koydular
Yörük Ali’nin adını
Hz. Ali koydular
Hey gidinin efesi, efesi
Efelerin efesi!…
*********
Sevgiyle, sağlıcakla kalın….