Haber duyulur duyulmaz, yeni program taslağının yayınlandığı siteye girdim ve Türkçe, Hayat Bilgisi ve Sosyal Bilgiler programlarını indirdim. Niyetim incelemek, bir fikir edinmek ve programlar hakkındaki düşüncelerimi MEB'e bildirmekti. Ancak, az çok tahmin etmeme rağmen, içeriğin devasalığını görünce başımdan aşağı bir kova kaynar su dökülmüş gibi oldum.
Bu programlardan birini incelemek bile insanın aylarını alırdı ki daha devamında yığınla program vardı. Dönüt bildirme süresi ise çok kısaydı. “Süreyi, kimsenin inceleyip yetiştiremeyeceği kadar kısa tutalım ki kimse ayağımıza dolaşamasın.” demişler gibiydi.
Buna rağmen işi inada bindirecek gibi oldum ve sabaha kadar Hayat Bilgisi Programı okudum.
Sonra, baktım olacak gibi değil, okumayı bıraktım. Günlerdir, hakkında konuştuklarına göre incelemişlerdir diye düşündüğüm ama buna pek de inanmadığım insanların yorumlarını izleyip dinliyor, yazılarını okuyorum. Ne var ki şu dakikaya kadar ciddi bir inceleme yazısı ya da sunuma rastlayamadım.
Bu programları öncelikle sahada çalışan öğretmenlerin incelemeleri, yorumlamaları ve eleştirmeleri gerekiyor ama buna yetecek kadar zaman yok. Öğretmenlerin içinden de zaten merak edip inceleyecek pek az insan çıkar ne yazık ki. Diyelim ki çok çıktı, bu kez de bu işi hangi arada yapacaklar sorunuyla karşılaşacaklar. Ben nasıl olsa evdeyim, yapayım şunu demiştim aslında kendimce ama olmadı. Bir yığın olumsuz düşünce ve olumsuz soru hücum etti zihnime. Birincisi, “Yapacaksın da ne olacak?” sorusuydu. Sonrakiler de az çok şöyle:
“Kim önemseyecek de ilgilenecek, kim hakkıyla hukukuyla bir sonuç çıkartacak? Diyelim ki dikkat çekti, kim o sonuçlardan yararlanmayı düşünecek? Kim, sen iyi bir şey yaptığını zannederken senin yaptığının ne kadar yanlış olduğunu söylemeyecek? Kim hakaret etmeyecek? Kim, belki de seni mahkemeye bile vermeyecek? Kim seni şu olmakla, bu olmakla suçlamayacak?
Sen ne yaparsan yap bildiklerini okuyacaklar nasıl olsa.
Hem zaten diyorlar ki en baştan, biz yaptık siz de buna eşek gibi uyacaksınız, uygulayacaksınız!
Öğretmenlik Meslek kanunu ne oldu ki eğitim-öğretim programları ne olsun? Yapılmayacağı söylenen mülakatların akıbeti nedir peki?
Ya dövülen, öldürülen öğretmenler?
Ya yetmiş dört yaşında hâlâ çalışmakta olan ve bir öğrenci tarafından öldürülen eğitimci?
Okullarda kol gezen imamlar?
Okullara bodoslama dalan ülkü ocağı falancaları?
Okula gönderilmeyen ve vakıflara hapsedilen çocuklar?
Çarşafa sokulan ilkokul öğrencileri?
Hangi yıldayız biz?
M.S. 620’lerde falan mı?
Sanki öyle.”
İşte böyle…
Neresinden tutsan elinde kalan bir sistemde program değiştirmenin bir tek amacı olabilir, o da sistemi daha da kendine göre yapmak, ülkenin daha da lime lime dökülmesine ön ayak olmak. Köy Enstitüleri kapatılalı beri sürekli kesilip biçilen eğitim sistemi ve programlarıyla gelinen nokta, ülkemizin bugünkü hali.
Herkes dinci olursa düze çıkılır sanılıyor ne yazık ki çıkılmaz oysa, aksine dibe batılır, bugün, bu sayede battığımız gibi. Hem zaten olmayacak, tutmaz bu müfredat, ters teper. İmam Hatiplerle dindar ve kindar nesil yetiştirecekken ateist ve deistler yetiştirilmesi gibi bu yenilik adlı gerilikle de hedeflenenlere ulaşılamaz.
Programların tümünü inceleyemeyeceksem kavramlarına bakayım dedim. Kavramlar evlere şenlikti! Bir zamanlar var olan ama bozup yok ettikleri kavramları tekrar kazanmak mı istiyorlar gerçekten? İnsan ne düşüneceğini bilemiyor ve sormak istiyor:
Bu programla, “sabır, tasarruf, çalışkanlık, mütevazılık, mahremiyet, sağlıklı yaşam, içsel ahenge sahip huzurlu insan”a ulaşacağınıza gerçekten inanıyor musunuz, yoksa dalga mı geçiyorsunuz? İnsan bazen tilki misiniz, hindi mi diye nice düşünse işin içinden çıkamıyor.
Bu memleketin insanı sabırlıydı, artık değil.
Tasarruf ederdi etmeye de bugünlerde edecek yerleri ağrıyor. Sizlerin tasarruf etmediğinizi gördükçe hele, ağrıları başında zonklama yapıyor.
Çalışkandık biz evet ama çalışmanın bir işe yaramadığını siz öğrettiniz bu memleketin insanlarına. “Köşeyi dön de nasıl dönersen dön!” dediniz. “Takıl peşimize, hayatını yaşa!” dediniz. Sözle değil, olumsuz örnek davranışlarınızla gösterdiniz bunu. Şimdi buradan nasıl döneceksiniz de ümüğüne çökülecek çalışanı bulacaksınız? Bu programla mı? Buna gülünür ancak.
Geçim sıkıntısı içine attığınız milyonların uyuşturucuya alıştırılmış çocuklarıyla “huzurlu aile ve toplum” olamaz çünkü. Olsa olsa huzursuz aileler olur. Çünkü, o ulaşılması istenen “sevgi, dostluk, vatanseverlik, yardımseverlik, dürüstlük, aile bütünlüğü ve özgürlük”, hiçbiri kalmadı. Siz yok ettiniz.
Sevgi yerine nefret, dostluk yerine düşmanlık, yardımseverlik yerine sadaka kültürünü körüklediniz.
Dürüstlük, kapılarınızdan içeriye zaten hiç girmemişti, bu programlarla da giremez.
Özgürlük kavramı hele… Birer kul isterken karşınızda, özgür bireyler sizin boyunuzu fersah fersah aşar beyler. İstemezsiniz ki öylesini. Kırıntıları kalmış özgürlüklere bile tahammülünüz yokken. Yani bu memlekette artık “kültürel ve manevi değerlerin yaşandığı huzurlu aile” boş bir hayal. Görmüyor musunuz diktiğiniz bela fidanları meyve verdi, artık ne yapsanız boş. Kaldı ki bütün bu kavramları, araya sokuşturduklarınızı görünmez kılsın diye kullandığınız da öyle belli ki. Karşınızda aptallar var sanmalarınız ise çok acıklı.
“Duyarlılık, merhamet, estetik, temizlik ve çevre dostu yaşantıların oluştuğu yaşanabilir çevre”ye de sizin programlarınızla ulaşmak mümkün değil. Çünkü çocuklar görüyorlar yaptığınız çevre katliamlarını. Hiçbiri kör değil. Zeytin ağaçları kesilmesin diye direnen köylülerin dövüldüklerini, gazlanıp coplandıklarını, yani oradaki merhametsizliği de görüyorlar. Madenlerde göçüklerin olduğunu, ormansızlaştırmanın at başı gittiğini ve hepsini de sizlerin yaptırdığını biliyorlar.
Ha, bir de “adalet, saygı, sorumluluk” vardı değil mi kavram listenizde? Geçelim biz burayı yekten. Adalet yok çünkü, yok! Sinan Ateş’in katilini bile bulamayan, binlerce faili meçhulü olan, toplu katliamları olan, çocuklarının kemiklerini bile bulamayan anneleri olan bir ülkede diğer cinayetlerin failleri nasıl bulunsun? Hırsızı özgür bırakıp hırsızlığı haber yapan gazeteciyi tutuklamalarınız var ya bir de evlere şenlik hani… Kim inanır sizin adaletinize?
Saygı ya, saygı… vardı bir zamanlar. Dediniz ki daha dün, “Sırf yaşından dolayı moruklara saygı mı gösterilir? Vurun abalıya!” Kendiniz moruk olunca saygı aklınıza düştü galiba. Vah vah!
Sorumluluk… Yaptığınız hiçbir şeyin sorumluluğunu üstlenmeyen sizler, bu çocuklara sorumluluk mu öğreteceksiniz? Ay çok inandırıcı! Depremde üç kocaman gün kimse kılını kıpırdatmıyor, göçüklerin altında milyon milyon ölüyoruz. Bunun sorumlusu kim? Yok. Aaaa, kimse yapmamış ki Allah öyle istemiş! Niye öyle istiyorsa? Kadermiş! Ama senin kaderinde depremde ölmek niye yok? Ya da niye Arda Sel sen olmadın da senin yerine o çocuk öldü? Sorumlusu kim? Aaa, o da yok! “Alın şuradan bir iki makinist, demiryolcu falan, bize kadar tırmanmasın olay!”
Bunca iyi, güzel, hoş kavramı, sadece “sabır, tasarruf, çalışkanlık, mütevazılık, mahremiyet” kavramlarını çocukların içine kazımak ve rahat etmek için istiyormuşsunuz gibi geliyor insana.
Sabırlı olsun, ses çıkarmasın insanlar. Bizim yiyip içtiklerimizden istemesinler, alabildikleriyle idare etsinler diye de araya tasarruf kavramını serpelim… Çalışkanlık mutlaka olmalı ki pis işleri onlara yaptıralım. Mütevazı olsunlar ki karşımızda salta dursunlar! Mahremiyete önem versinler ki büyük büyük adamların namahrem bilgilerini ortalığa dökmesinler!
Aaa! Huzur kavramı var ama güven kavramı yok sanki. Tekrar bakmak lazım ama şu ana kadar gözüme ilişmedi. Gerçekten yoksa eğer, çok fena! Çünkü güvenin olmadığı ortamlarda huzur asla ve asla olamaz ki!
Güvende miyiz peki?
Hayır, hiçbirimiz güvende değiliz. Sizlere güveniyor muyuz? Hayır, güvenmiyoruz!
Eee? Hâl böyleyken yeni program yapsanız ne, yapmasanız ne?
“Bu program Atatürk’ü silmek için yapılmış.” diyenler de var. Haksız da değiller hani. Atatürk yok. Sanki hiç yaşamamış. Sanki bu memleketi o kurtarmamış. Sanki yıkmaya, yok etmeye çalışıp çalışıp başaramadığınız, bugün bile tam başaramadığınız Cumhuriyeti o kurmamış gibi, Atatürk yok. Sekizinci sınıfa kadar yok. Atatürk gibi bir lideri yok sayarak tevazu öğreteceksiniz bir de çocuklara, öyle mi?
Çok gülünç!
Ve de acıklı!
Böyle kalabalık ama boş programlarla erdemli insan yetiştiremezsiniz.
Ayrıca sizin elinizden ancak erdemli insanları hapislerde çürütmek, erdemsiz insanları çoğaltıp ortalığa sürmek gelir.
Onlar da sizlerdeki erdemsizliği gördüklerinde hızla sizlerden uzaklaşırlar.
Uzaklaşacaklar, bekleyin, görün!
Alev Subaşı 7 Ay Önce
Hazırlığının yıllarca sürdüğünü söyledikleri bilmem kaçıncı müfredat hakkında bir hafta içinde geri dönüt beklemeleri , üstelik bu dönüşü e - devlet üzerinden !! yapmamızı istemelerindeki samimiyetsizliği yakın zamanda öğretmen meslek kanununu tüm itirazlara rağmen çıkarmalarında da gördük. Tarikatlari Stk olarak gören bir zihniyetin hazırlayacağı müfredat değişikliğine dair taşıdığım tek umut ;18. si yapıldı ise 19.su da yapılır elbet ! umududur..Kaleminize Sağlık