Ajans Bakırçay
2023-08-10 15:01:53

Hayat Mecburiyetlere Sıkışır mı?

Mehmet Can Gürbüz

h.dem08@hotmail.com 10 Ağustos 2023, 15:01

İster kadın ister erkek ister genç ister yaşlı ister fakir ister zengin olalım, hayatı mecburiyetlerle muhtaçlıkla beraber sıkıştırılmış yaşıyorsak, kendimizi mahkûm etmişiz demektir.

Her anne baba gibi çocuklarının mutlaka okumasını sağlamak, evlendirip ev sahibi yapmak. Kuru ekmek, kuru soğana muhtaç olmayan bir gelir sağlamak mecburiyeti, çabala çabala, mecburiyetten muhtacız yani!...

Özgürlüğü yaşamak için demokrasi anlayışı geliştirmek zorunda kalmışız. Bu içinde yaşamak istediğimiz hayatın bize kıldığı mecburiyetten.

Yobaza, faşiste zor gelen bizim bu tercihimiz, onunda kendi mecburiyetlerini ortaya çıkarıyor. O korkusundan bizi korkutmak çabasına düşüyor. O kendi korkularını besleyen teşvik eden diktatörü kucaklıyor, birlikte güçleniyor birlikte batıyor, yıkılıyorlar.

Muhtaçlığımız mecburiyetimizi belirledi mi tutsaklığı aşmakta zorlanıyoruz. İnsanlığımızın prangaları insanlığımızı yaralıyor.

Yoksulluk, bizi karakter sahibi olmaktan (döneklikte pervane), uşaklıkta sorgusuz kabulü getiriyorsa. Kendi yalnızlığına itilmişliği kabullenişimizdendir.

Gücümüzü ezmek için değil ezilmemek için kullanırsak adil ve insancıl olunur. Bir gören göz olduğumuz, körden üstün olmadığımız, sadece onun muhtaçlığı ile mecburiyetlerinin bizden fazla olduğunu bilmemiz gerekir. Bu onu aşağılamaya değil yardımcı olmaya çağrıdır.

En güzel mecburiyet, insan olmanın gerektirdiği yaşamı hayata geçirip, incelikli, hoşgörülü, sağlıklı, huzurlu ve birlikte kotarabilmeyi isteyerek yaşamaktır.

Şimdi albayımın bir anısından çıkarak insan olmanın önüne nasıl birer duvar örüldüğünün bir örneğini aktaracağım:

***

Diyarbakır ve Cemiloğlu Ailesi (Cemilpaşazadeler)

1980-1983 yılları arasında Diyarbakır’da İl Merkez Jandarma Komutanı olarak görev yaptığımı bundan önceki anılarımdan biliyorsunuz.

Bu yazılarımda içinde bulunduğum, şahit olduğum ve bilgi sahibi olduğum bazı olayları elimden geldiğince ve namusluca yazmaya gayret ettim.

Şimdi de yine benim yakinen bildiğim ve Diyarbakır’da büyük bir aşiret olan Cemiloğlu aşireti ilgili yaşadıklarımı kısaca anlatmaya çalışacağım.

Cemiloğlu aşireti 1936 yılında Ordu vilayetine, bazıları da Burdur ve Lüleburgaz’a sürgüne gönderilir.

1948 yılında da sürgün kararı kaldırılınca memleketleri olan Diyarbakır’a dönerler. Döndükten sonra arazileri ilgili bir takım sorunlar yaşarlar, ama bu sorunlar konu dışı olduğundan es geçiyorum.

Benim görev yaptığım dönemde ailenin önde geleni rahmetli Felat Cemiloğlu idi. Kendisi AP’den 1977 yılında belediye başkan adayı olur, ama Mehdi ZANA karşısında kaybeder. Bundan başka Özal’ın da ANAP adayı olduğunu biliyorum.

Kısaca Felat Beyi tanıtayım: Felat Bey, Üniversite tahsilini İstanbul’da Yüksek Ekonomi ve Ticaret Okulunda yapar. 12 Eylül öncesi Şırnak Kömür İşletmelerini çalıştırır.

Sonradan yanına ortak olarak Bedii Tan’ı (HDP eski milletvekili Altan Tan’ın babası) alır.

Şimdi bu çok kısa tanıtımdan sonra asıl konumuza döneyim.

Çünkü maceramız asıl bundan sonra başlar.

12 Eylül öncesi yasadışı örgüt (PKK) gözüne kestirdiği şirket ve kişilerden tehditle para toplamaya başlar.

Bunlardan birisi de Şırnak Kömür İşletmeleri, dolayısıyla sahibi olan Felat Cemiloğlu’dur.

Felat Bey önce istenilen haracı vermek istemez.

Ancak verilmediği takdirde iş makinelerinin dinamitleneceği ve operatörlerinin de öldürüleceği tehdidini alır.

Bu tehdit üzerine Şirket Yöneticileri oturup, çalışanların da can kaybını düşünerek istenilen parayı vermeye karar verirler.

Ancak aradan aylar geçer ve bir operasyonda parayı tehditle alan örgüt militanı yakalanır. Ve her şeyi itiraf eder.

Hazırlanan soruşturma dosyası Sıkıyönetim Komutanlığına geldiğinde, Vali E. Şahinoğlu ve Sıkıyönetim K. Kemal Yamak Paşa, "Cemiloğlu isteyerek bu parayı vermemiştir" diyerek dosyaya bir işlem yaptırmazlar.

Ancak sonraki aylarda maalesef dosya bir takım gizli ellerin de baskısıyla işleme konulur ve Felat Bey ile Bedii Bey tutuklanıp, meşhur Diyarbakır Askeri Cezaevine kapatılır.

Bedii Bey (Altan Tan’ın babası) cezaevinde gördüğü işkence sonucu hayatını kaybeder.

Felat Bey ise, ağır işkenceler gördükten bir süre sonra, ağzındaki tüm dişleri de cezaevinde bırakarak tahliye edilir.

Şimdi gelelim bu olayların benimle ilgili tarafına...

Biz jandarma olarak akaryakıtımızı Felat beyin amcasının oğlu Abdurrahman CEMİLOĞU’nun Petrol Ofisinden alıyoruz. Her ay sonu da kendisine fatura kesiyoruz.

Dikkati çeken bu ödemeler, bazı yetkili-yetkisiz kişilerin iştahını kabartmış olacak ki, siyasi nedenler ileri sürülerek Cemiloğlu’na ait bu akaryakıt istasyonu ile alış verişi kesmem istenildi.

Ben de yasal olarak, Petrol Ofisinden başka bir yerden akaryakıt alamayacağımı kendilerine izaha çalıştım.

Bir kaç kez daha girişim de bulundularsa da bir sonuç alamadılar.

Benim tanıdığım Abdurrahman Bey ise çok namuslu ve güvenilir biriydi. Bazen ofisine uğrar çayını kahvesini de içerdim.

Benden evvel de bu akaryakıt istasyonuyla hiç bir sorun yaşanmadığını da biliyorum.

O nedenle bu taleplere hep direndim.

Sonunda benden umudu kestiler ve bir daha da gündeme getirmediler.

Tabii bu talepleri Abdurrahman beye hiç söylemedim.

Bir gün yine Abdurrahman Bey’in ofisinde oturuyorduk. Sohbet ederken, "Komutanım Pazar günü Diyarbakır Spor Kulübünün sezon açılış töreni var, birlikte gidelim mi?" dedi. Bilgim vardı ama çok da istekli değildim.

Ama hatırını kıramadım "Olur gideriz" dedim.

Ve pazar günü açılışa birlikte gittik. Gösterilen uygun bir yere ve yan yana oturduk. Protokolün büyük bir kısmı da oradaydı.

Çok güzel bir açılış oldu. Açılışa TRT sanatçısı Van - Erciş’li Atakan ÇELİK’de davetliydi. O’da çok güzel türküler söyledi.

Program sonunda 10-15 kişi ve Atakan Çelik ile aramızda ayaküstü bir sohbetimiz oldu.

Ayrılmadan önce Atakan Çelik, bana ve Abdurrahman Bey’e, "Akşam kaldığım otelde programım var, misafirim olun" dedi.

Abdurrahman Bey, "Gidelim mi? Komutanım" dedi. Ben de "Gideriz" dedim. Ve stattan ayrıldık.

Akşam adını verdiği otele gittik. Sağ olsunlar yerimiz ayrılmıştı.

O akşam çok sevdiğim türküleri dinledim.

Program sonunda da sanatçının isteği ile otel salonunda güzel bir sohbet ederek ve de kahve içerek geceyi sonlandırdık.

Günler, aylar hatta yıllar geçiyor ben de görevime devam ediyorum.

Bunun yanında Sıkıyönetim temsilcisi olarak, Dicle Üniversitesinin bir takım yönetim toplantılarına katılıyorum. İlçelere ve köylere operasyonlara gidiyorum.

Valilikte yapılan emniyet ve asayiş toplantılarına genel olarak ben katılıyorum.

Bundan başka neler yapıyorum? Onun da bir tanesini yazayım.

12 Eylül harekâtından sonra Ankara ve İstanbul Radyosunda uzun yıllar görev yapmış olan sanatçıların birçoğu şark hizmetine gönderilmişti.

Haliyle bunların bir kısmı da Diyarbakır radyosuna gelmişti.

Sanatı, edebiyatı ve şiiri seven birisiyim, o nedenle bu sanatçılarla tanışmam çok zor olmadı.

Onlara Diyarbakır’da ki Gazi Köşkü’nün kapısını açtım.

Burada sazlı sözlü güzel günlerimiz oldu.

Hele hele onlardan dinlediğim ünlü sanatçılara ait anıların tadını hiç unutmam.

Yukarıda yaptığım faaliyetleri çok kısa olarak size izaha çalıştım.

Şimdi bunların konuyla ne ilgisi var? Diye düşünebilirsiniz

Bundan önce, Sıkıyönetim Karargâhında okul arkadaşlarımın olduğunu yazmıştım.

İşte onlardan biri, bir gün beni aradı. "Lütfi bugün saat 14 00’de General Turgut Toprak seninle görüşmek istiyor bekliyoruz" dedi.

Denilen saatten önce arkadaşıma gittim. Hayırdır bir şey mi var diye sordum.

"Seninle ilgili bir dosya var, paşamın masasının üzerinde, içeriğini bilmiyorum" dedi.

Merak ettim. Benimle ilgili dosya ne olabilir? Arkadaşım mutlaka biliyor, ama söylemiyordu.

Saat tam 14 00 oldu, ben kapıyı çalıp içeri girdim.

Paşamız bana çok nazik davrandı. Yakın bir koltuğa oturttu, üstelik çay bile söyledi.

Sonra dosyanın kapağını açtı. Sormaya başladı. Lütfi dedi "Sen",

"Cemiloğulları ailesini ne kadar tanıyorsun?"

“Akaryakıtı neden onlardan alıyorsun?”

“Cemiloğulları’nın köylerine neden sık sık gidiyorsun?”

“Diyarbakır Spor Kulübünün açılışına neden Cemiloğlu ile birlikte gittin?”

“Kürt sanatçı Atakan Çelik ve Abdurrahman Cemiloğlu ile otelde ne konuştun?”

“Gazi Köşkü’ne birlikte gittiğin sanatçıların bir kısmı solcudur, buraya sürgün geldiler, bunları biliyor musun?”

Daha birçok sorular peş peşe geldi.

Ben de elimden geldiğince soruların doğru cevabını vermeye çalıştım.

"Bir kere Atakan Çelik benim bildiğim Kürt değil, Erciş’li bir Türk ailesinin çocuğudur. Öğretmen kökenli olup, devlet memurudur.

Evet otele bu sanatçıyı dinlemeye gittim."

Ayrıca Kürt olsa ne yazar. Sanatçıya sanatçı gözüyle bakarım. Etnik kimliğine bakarak değil...

"Gazi Köşküne gelen sanatçılar ise, hem devlet memuru ve hem de her gün radyoda türkü söylüyorlar."

"Ben görev olarak sadece Cemiloğulları’nın köylerine değil, tüm köylere gidiyorum. Bunlar benim asli görevim" dedim.

Akaryakıt sorununa fazla değinmedi. Çünkü yasayı O’da biliyordu.

Karşılıklı soru cevaplar bitince;

"Lütfi ben seni iyi tanıyorum. Buradaki arkadaşlarınla da iyi bir iletişimin var. Hiç bir endişen olmasın, görevinde de başarılısın devam et. Merak edilecek bir şey yoktur. Zaten dosyayı da kapatıyorum" dedi ve selamımı verip yanından ayrıldım.

Bir gün sonra sıkıyönetimde görevli olan arkadaşımı (Sonradan general) ziyarete gittim.

Paşamla ne konuştuysam eksiksiz ona anlattım. Memnun oldu.

Ondan kapısını kapatmasını istedim.

"Hayırdır, gizli bir şey mi konuşacağız?" dedi.

"Evet" dedim. Kapıyı kapattırdı.

Kendisine, "Dosyamı görmek istiyorum" dedim.

Olmaz dediyse de yakasını bırakmadım.

Ve o dosyayı çıkarttım.

İçinde benim hakkımda yalan ihbarda bulunanların isimlerini aldım.

Teşekkür ederek ayrıldım.

Bir hafta kadar sonra ismini aldığım şube müdürünü "Görüşülecek mevzular var, saat 15 00’de görüşelim" diyerek davet ettim.

Dediğim saatte geldi. Konuyu mutlaka tahmin ediyor ki hazırlıklı gelmişti. Çaylarımızı söyledim ve yeri gelince dosyam ile ilgili bildiklerimi kendisine anlattım.

Ve bu hususta bilgi istedim.

Çok sinirli olduğumu görmüş olacak ki, mevzuya çok yumuşak girdi.

Ve "Yüzbaşım benim bu olaydan hiç haberim yok. Maalesef bu iş, bazı işgüzarların işidir. Kusura bakma. Yapanları uyaracağım" dedi.

İmzayı sordum, "Yerime yardımcım atmıştır" dedi.

Tabii ki bana karşı inkâra başvurmuştu. Ben de zaten söylediklerine inanmamıştım.

O günden sonra sık sık değil ama, bazen arayıp hatırımı sormaya başlamıştı.

Yıllar sonra bu arkadaş mesleğinde çok yüksek makamlara geldi.

Şimdi de yandaş bir gazetede köşe yazarlığı yapmakta.

Cemiloğulları (Cemilpaşazadeler) ailesi ile ilgili yaşadığım bir olayı yine çok kısa olarak anlatmaya çalıştım. Artık sona geldik sayılır. Son sözü de İbn-i Haldun’a bırakalım.

"Geçmişler geleceğe, suyun suya benzemesinden daha çok benzer" diyor üstat.

Ne kadar doğru değil mi? Hoşça kalınız efendim.

Saygılar...

Lütfi Algün

 E.J. Alb.

***

Sevgiyle, sağlıcakla kalın…

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.