İnsan avında yüzde bilmem kaç indirim!
Gel turist gel, insan avına gel!
Ülkeden kolay kaçış garantili insan avına gel!
Öyle Dersim’in geyiği gibi belli bir bölgede değil, dağda, derede tepede hiç değil, dilediğinizce avlayabileceğiniz insanlar her yerde emirlerinize amade!
İster herhangi bir büyükelçilikte, ister başkentin göbeğinde, ister otoyolda, ister bir AVM’de, ister kendi evceğzinin içinde, hiç fark etmez, gönlün nerede isterse orada insan avlayabilirsin!
Can güvenlikleri sıfırlanan vatandaşlarımız, siz sevgili avcı turistlerimizin av mevsimini şenlendirmek için heyecanla sizleri bekliyor!
İşte şimdi tam zamanı, av zamanı!
Avdan sonra sizi ülkeden kazasız belasız göndereceğimizin garantisini de veriyoruz!
Ülkemizi çok sever de kalmak isterseniz, sizi, şu kadar dolar- euro karşılığında, yepyeni bir ad vererek vatandaş yaparız.
Kapın gelin kara paralarınızı, hemen gelin, şimdi gelin, bu büyyük büyyük indirimimizi kaçırmayın!
İşte böyle sevgili seyirciler, çok çok geri kalmış ülkelerin birinde, bu reklamdakine benzer şeyler oluyormuş… İyi ki öyle geri kalmış bir ülkede yaşamıyoruz! Yoksa halimiz nice olurdu?
***
Bizde en çok şöyle şeyler oluyor:
Somali Cumhurbaşkanı’nın oğlu, diplomat plakalı arabasıyla Yunus Emre’nin kurye motoruna çarpıyor. Kaza sonucu çarpar gibi ama galiba değil, kasıtlı çarpar gibi… Patronların üzülmeyeceğinin peşin peşin belirtildiği yurdumuzun emniyet ve hukuk görevlileri yetişip geliyor ve” Aman aman, diplomat arabası bu!” haleti ruhiyesi içine girdiklerinden belki, hemen Yunus Emre’yi suçlu buluyorlar. Cumhurbaşkanı oğlu Muhammed Hassan Sheikh Mohamud’i ise kusursuz.
Kaza videosu yayılınca ve Yunus Emre hayatını kaybedince ortalık karışıyor.
Yunus Emre yoğun bakımda yatarken, katil oğul Muhammed Hassan Sheikh Mohamud Türkiye’yi terk ediyor veya ettiriliyor, o kadarını bilmiyoruz.
Tam, “Babası bilmem nerenin bilmem bir şeyi ise ona insan öldürmek, o çok çok geri kalmış ülkelerdeki gibi bizde de mi serbest oldu yoksa?” diyeceğiz, neyse ki yeni bir rapor yetişip geliyor.
Bu raporu yayınlayan gazeteci Ozan Gündoğdu.
Açıklaması şöyle:
“Rapora göre merhum Yunus Emre Göçer’in suçu yok, Somali CB’nın oğlu asli kusurlu. İşlenen suçun adı “Taksirle Cinayet”. Fakat rapor olaydan 8 gün sonra yazılıyor. Bu esnada savcı katili alelacele saldığı için katil kaçıp gidiyor. Üstelik yurtdışına çıkış yasağı bile yok. Adam tarifeli uçakla yurtdışına kaçıyor. Göz göre göre bir cinayet sanığını salıveriyorlar. Üstelik katili saldıkları sırada Yunus Emre Göçer yoğun bakımda entübe. Çok büyük bir skandal bu!”
***
Bu olay aklımıza, ister istemez, kimleri kimleri getiriyor.
Bir belediye başkanının oğlunun, ehliyetsiz araba kullanırken çarpıp öldürdüğü iddia edilen ama niyeyse asla ispat edilemeyen Sevim Tanürek mesela…
Bir başka belediye başkanı veya milletvekili oğlunun çarpıp öldürdüğü iddia edilen ama niyeyse yine asla ispat edilemeyen Rabia Naz…
Bir milletvekilinin silahla ateş ederek öldürdüğü iddia edilen ama niyeyse yine ve yine asla ispat edilemeyen Nadira Kadirova…
Daha geçenlerde bir partinin eski ilçe başkanı tarafından öldürülüp yakılan, bugün de böbreklerinin çalındığı yönünde iddialar ayyuka çıkan Afgan maden işçisi Vezir Muhammed Nourtani…
Ve yine daha geçenlerde zamanaşımı denilerek davası hepten kapatılan Vartinik/Vartinis (Kaynaklarda her ikisi söyleniş de kullanılıyor.) katliamında yakılarak öldürülen yedisi çocuk dokuz kişilik aile…
Daha neler, kimler, ne cinayetler, ne katliamlar…
“Biz, Kahramanmaraş’ta katliam yapan ve sonra adını değiştirerek başka birisi olan katili… ve Sivas’ta Madımak’ı yakanların avukatlarını ceza yerine ödül verip milletvekili seçtik de yıllarca vergilerimizle maaş ödeyerek mecliste oturttuk, bizleri yönetecek kanunlar çıkartmalarını sağladık. Bunlar ne ki?” diyesi de gelmiyor değil insanın.
***
Oluyor olması bütün bunları doğru yapmıyor. Aksine, hepsi birbirinden yanlış.
O yanlışları düzeltmek zorundayız. Aksi halde yazının başında insan av turizmi reklamını okuduğumuz ülke gibi olabiliriz! (Eğer hâlâ, henüz olmadık diye düşünüyorsak…)
Bunun için dürüst politikacılara ihtiyacımız var. Bütün bunları düzeltmek için seçilmek isteyen tek dürüst kişiyi de kendini akıllı sanan ve başkalarına aptal diyen koca koca aptalların yoğun çabalarıyla un ufak ettik son seçimde.
Sorunlarımızın en küçüğünden en büyüğüne kadar tamamı aptallıklarımızdan kaynaklanıyor.
Biz, bizleri aptal yerine koyan veya koyacak olanları seçtirmek için çabalayan devasa bir aptallar sürüsüyüz.
Aptal yerine konmak için bu kadar gönüllü oluşumuz akla ziyan bir durum.
İçimizde, “Ben gönüllü değilim, aptal da değilim.” diyecek olanlarımız var elbette ama eğer, aptal yerine koyulmamak için, olup bitenleri seyretmek dışında hiçbir şey yapmıyorsak biz de akıllı olmuş olmuyoruz. Aptallıkla mücadele etmenin bir yolunu aramıyor, aramadığımız için de asla bulamıyorsak… günden güne kendi kabuğumuza çekiliyor, delirmenin eşiğinde yaşayıp gidiyorsak bizler de pek akıllı sayılamayız.
Üstelik böyle giderse bu aptallığın içinden çıkmamız sonsuza dek mümkün olmayacak.
Starbucks yağmalayan zat, polis yumruklayacak.
Polis, milletvekili yumruklayacak ama kendini yumruklayan o zata dokunamayacak.
Somali'den gelip kurye öldürene güç yetirmek bir yana, bunu yapabileceğini aklından bile geçiremeyecek.
Adamlar ta nerelerden gelecek, büyükelçilikte insan doğrayıp eritecek, polisimiz, jandarmamız ve hatta hükümetimiz bile onlara güç yetiremeyecek.
Starbucks’a saldıran, Starbucks İsrail’inmiş sanmaya devam edecek ama ötede İsrail’e lojistik sağlayanın biz olduğumuzu; İsrailli askerin yiyeceğini içeceğini, silahını cephanesini, iç termal donuna kadar kendi gemilerimizle bizim gönderdiğimizi görmeyecek, görmek istemeyecek, ısrarla istemeyecek. Görse “Eski başbakanımızın oğlunun gemileri nasıl da çalışıyor!” diye belki sevinecek bile.
Ve hepimiz, kendimizi akıllı, başkalarını aptal sanaraktan aynı çukurda hep birlikte debelenmeye devam edecek, hep birlikte bataklığın dibine çekilecek, hep birlikte boğulacağız.
***
Bu aptallığı gidermek için bir şeyler yapabiliriz.
Senin telefonuna, bilgisayarına girip kurcalayabilecek kadar zeka sahibi insanlar, ne diye tam bir aptal gibi algılarlar gördüklerini diye düşünüp durmak yerine, ona doğruyu, doğru yaklaşımla anlatabiliriz.
Şaibeli adamların kendi pis işlerini görünmez kılma çabalarını, Metin Cihan gibi takip edip yayınlayarak boşa düşürebiliriz.
Bu adamların öcü gibi gösterdikleri değerli şeylerin gerçeğini en anlaşılır dille, en baştan başlayarak, en ...’e anlatır gibi anlatabiliriz.
Kendi çıkarlarına uygun olan şeyleri düşman, kendi çıkarlarına düşman şeyleri de dost görmelerindeki yanlışlığı en yalın, en anlaşılır biçimde açıklayabilir, gösterebiliriz.
Herkes bir kişiye anlatsa çok şey değişir.
Yeter ki “Aptalın teki o, onunla mı uğraşacağım!” diye insanları dışlamayalım, bazı parlak hocalar gibi kendi cebimize çalışmayalım, yükseklerden uçmayalım, üç beş kişinin değil herkesin anlayacağı dilden konuşalım.
Bugüne kadar anlatamadıklarımızı, alfabesinden başlayarak yeniden anlatmaya başlayalım.
Ülkemize insan avı turizmi gelip yerleşmeden, olabildiğince acele, en acele şekliyle, düzgün değerler alfabelerimizi yazalım! Yazdıklarımızı seslendirelim, okuyalım, anlatalım.
Bir kişiye, iki kişiye on kişiye, bin kişiye…
Kalan bütün enerjimizi buna, sadece buna harcayalım.
Alev Subaşı 12 Ay Önce
Bugün 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü !! Böyle anlamlı bir günde en temel insan hakkı olan yaşam hakkının peşine düşen yazınızı kutluyorum. Ne üzücüdür ki gözlerimiz kör kulaklarımız sağır olsa bile fark edebileceğimiz haksız hukuksuz durumları yaşadığımız şu zamanlarda Noel Baba ' nın gerçek olduğu fikri insan hakları gününü kutlama fikrinden daha inandırıcı geliyor .