Ajans Bakırçay
2020-01-20 14:11:55

Kan Kırmızısına Dönüşen Pembe Düşler

Aysel Korkut

20 Ocak 2020, 14:11

Dün Dikili’de bir kadın, Leyla, eşi tarafından tabancayla vuruldu. Ege’deki küçücük bir kasabada, son birkaç yıl içinde yaşanan üçüncü eş saldırısı bu. İlk ikisi canlarından oldular. Işık ve Zümrüt. Her ikisi de boşandıkları eşleri tarafından öldürüldüler. Mahkemeleri sürüyor. Leyla’nın vücuduna göğsünden ve omuzundan giren iki kurşunun ameliyatla çıkartıldığını haber aldık. Hayati tehlike devam etse de yaşayacağına dair umut var.

Bu öldürmeye kastetme davranışının sebebi, bazı erkeklerin, evlendiği kadının yaşam hakkını satın aldığına inanmasında yatmakta. Kadını, eve aldığı koltuk, kanepe veya beyaz eşyalardan herhangi birisi gibi gören kişi, haliyle koltuğu istediği zaman atabileceğine, buzdolabını dövebileceğine, ahırdaki eşeğini isterse öldürebileceğine inandığı gibi karısının canını da alabileceğine inanıyor. Buna hakkı olduğuna. Kulağa aptalca geliyor kuşkusuz, ama durum bu.

Eskiden kölelik diye bir şey vardı, pek yakın bir zamana kadar da başlık parası diye bir şey. Kadınlar, kölelik zamanlarında kölenin bedeli, sonrasında da başlık parası ödenerek ‘satın alınır’dı. Kadının fikri her ikisinde de asla sorulmazdı. Diyelim ki kadın eşiyle anlaşamadı ve babasının evine dönmek istedi, hayır, bu da olmazdı, ailesine dönemezdi. Bu dönüşü baba kabul etmezdi. Çünkü o babanın bakış açısına göre, öz be öz kızı, parasını peşin alarak yeni sahibine sattığı ticari bir eşyaydı. Üstünde artık hiçbir hak iddia edilemez bir ticari eşya. Kocaya göre de o kadın, karısıydı, ama aynı zamanda da parasını ödeyip ‘satın aldığı’ bir maldı. Bu da bir çeşit kölelik uygulamasıydı aslında. Kadın köleydi ve parasını ödeyen kişi onun sahibiydi. Canı isterse öldürür, isterse süründürürdü. ‘Allah’ın verdiği canı Allah’tan başka kimse alamaz.’ inancında olanlar bile iş kadına gelip dayandığında can almakta bir sakınca görmezlerdi.

Artık kölelik yok, başlık parası diye bir uygulama yok, zorla evlendirmek de sayıca azaldı, ama yasalarla değiştirilen o eski anlayış, bazıları için değişmedi, değişemedi. O kölelik zamanlarına çakılıp kalmış olan az gelişmiş bazı erkekler, halen kadını kendilerinin malı, kölesi olarak görmekteler. Bu sebepten dolayı da öldürmeye hakları olduğunu düşünmekte ve buna inanmaktalar. İşin daha fenası, bu tür anne babaların, kendi oğullarını günümüzde bile aynı mantığa uygun yetiştiriyor olmaları. Olayın başka bir trajik ve üstüne sayfalarca yazı yazılabilir yanı da asıl uygulayıcının anne olmasıdır.

Ne yazık ki çoğunluğunu erkeklerin oluşturduğu bazı hukukçularımızda da o eskimiş anlayışın izleri halen yaşamakta. Hukukçuların bir bölümü, karısını öldüren erkeğe, bir katil değil de namusunu temizleyen koca olarak bakmakta ısrarlı. Hal böyle olunca, katil kocanın cezasında bolca ceza indirimi yapılmakta. Dolayısıyla cezalar caydırıcı olmaktan gittikçe uzaklaşmakta. Karısını öldüren erkekler de bundan cesaret alıp gün be gün çoğalmakta. Öyle bir kısır döngüye girildi ki çıkılması şart.

***

Bir kadınla bir erkek evlendiklerinde birbirlerine hayat arkadaşı olduklarını, olacaklarını düşünürüz. Kadının, idamına karar verecek bir ağır ceza yargıcı edinmek üzere olduğu hiç aklımıza gelmez. Hele hele kendi hayatını sonlandıracak bir cellat sahibi olmak üzere olduğu, asla. O evlilik gerçekleşiyor diye sevinir, duygulanır, hatta ağlarız. Halay çekeriz, oynarız, göbek atarız.

Kadının da aklına gelmez bir ceza yargıcı ve aynı zamanda bir cellat edindiği. Evlendikleri saatle birlikte, o idam cezasının infazına doğru gün, ay, yıl sayımının başlamış olduğu, olacağı. Evlilik süresince pimi çekilmiş bir bombanın üzerinde yaşadığı, yaşayacağı…

O dakikalarda mutluluk içinde yüzmekte olan kadının aklına böyle bir ihtimal gelse, o evlilik gerçekleşmez. Çevredekilerin akıllarına gelse, oradaki iki hayattan birini sonlandıracak böyle bir girişim için kimse onay vermez, kimse düğün dernek kurmaz, kimse eğlenmez.

Bugüne kadar akla gelmiyordu, ama bundan sonra gelmeli. Evlenirken işin bu boyutu da düşünülmeli. Hatta öncelikle bu düşünülmeli. Öyle bir şüphe varsa o evlilik gerçekleştirilmemeli.

Kavga edilen, ayrı yaşanan veya boşanılan eş tarafından öldürülmeler öyle çoğaldı ki evlenmeden önce artık kesinlikle işin bu yanı düşünülmeli. Kara kaştan, kara gözden önce bu düşünülmeli. Evlenilecek insan, gerçekten insan mı, önce buna bakılmalı. Özellikle buna.

Gerçi pembe düşler içindeki kişinin böyle bir şeyi nasıl düşünebileceği hakkında bir fikrim yok, ama, ama… bir şekilde düşünülmeli. Pembe düşlerinin bir gün kan kırmızısıyla boyanmasını istemiyorsa insan, bunu mutlaka düşünmeli.

Bunları hanımlara söylediğimin fark edildiğini düşünüyorum. Çünkü söz konusu ağır ceza yargıçlığı ve cellatlık, çoğunlukla çiftlerin erkek olanı tarafından benimseniyor. Yargıç da cellat da büyük bir özenle içeri alınıp baş köşede konuk ediliyor. Yediriliyor, içiriliyor, besleniyor, büyütülüyor. Kadın, kocasını beslerken yazık ki yıllarca kendi katilini besliyor. Üstelik bunun böyle olduğunun farkında bile olmadan. Farkında olduğunda ise, bilindiği gibi, iş işten geçmiş oluyor.

Bir çeşit kısır döngü içindeyiz. Cezalar caydırıcılıktan uzaklaştıkça ve eğitim de günden güne önemsizleştirildikçe bu döngüden çıkılması gittikçe zorlaşacak gibi görünüyor. Eşi, eski eşi veya sevgiliyi öldürme, beyler arasında sanki bir moda halini aldı. Bunda ülke medyasının bu tür olaylara bakışı da önemli kuşkusuz. Katili sanki kahramanmış gibi gösteren medyanın da kendine bir çeki düzen vermesi gerekiyor. Gerekmekten de öte, medya, bu tür olaylardaki özendirici davranışını değiştirmek zorunda. Bunu yapmaya mecbur.

Bu konuda ciddi bir kamuoyu oluşturulması da bir başka zorunluluk. İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması, uygulanmasının istenmesi, bunda ayak diretilmesi, pembe düşlerin kırmızı kan göllerine dönüşmemesi için herkes elinden ne geliyorsa yapmalı. Eğitimse eğitim, itirazsa itiraz, tepkiyse tepki. İnsanların içindeki gizli katili coşturmayacak her türden tepki çok önemli.

Kadının mal değil can olduğunun, eşya değil eş olduğunun, köle değil hayat arkadaşı olduğunun, kadınla erkeğin aynı haklara sahip olduklarının, erkeğin kadına karşı bir üstünlüğünün olmadığının anlaşılacağı ve kabullenileceği günleri göreceğiz. Görmek zorundayız. Çünkü, daha önce de dediğim gibi, öyle bir kısır döngüye girildi ki bundan çıkılması artık kesinlikle şart oldu. Yoksa bu gidişle hiçbir kadın evlenmeyecek, sevgili edinmeyecek.

Yorumlar (1)

Sevda Müjgan 5 Yıl Önce

Aklına, yüreğine, ellerine sağlık.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.