‘Cehalet, ayrıcalıklı sınıfın ustaca kullandığı bir silahtır.’
-------------------
IMF ya da Dünya Bankası, ikisi de Kapitalist-Emperyalist Ülkelerin Bankası.
Katmerli sömürünün aracı kurumları...
2020 yılı Ağustos ayında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan "IMF’ye gidecekmişiz, bir şeyler isteyecekmişiz. Boşuna avucunuzu ovuşturmayın, biz o kapıları kapadık" demişti. O tarihten bugüne köprülerin altından çok sular aktı. Türkiye ekonomik krize girdi, iç ve dış borçlar aldı başını gitti. Merkez Bankası kasası eksileri gördü. Türkiye geçmişte söylediği sözün altında kalmamak için, borç para bulabilmek için IMF yerine uluslararası faiz lobilerinin kapılarını aşındırmaya başladı. İzlenen yanlış iç ve dış politika, keskin u dönüşleri yüzünden borç para bulamıyordu. Londra tefecilerinden %7,5 ile 12 arası faizle borç para bulduğu iddialarını ekonomistler gazetelerde köşelerinde yazıyordu. IMF’nin %2,5 faiz oranı göz önüne alınırsa Londra tefecilerinden alınan faiz oranın çok yüksek olduğu dikkatlerden kaçmıyordu. ‘Denize düşen yılana sarılır’ mantığı çerçevesinde Tek Adam İktidarı Londra tefecilerine sarıldı. Yüksek faizle alınacak borç paraların içerde ve dışarda faiz lobilerine, yerli ve yabancı tekellere, yandaş şirketlere aktarılacağı anlamına geliyor. Siyasi iktidarın temsilcileri geçmişte söylediklerinin altında kalmamak için IMF ile değil, Dünya Bankası yetkilileri ile görüşüyorlar. Onların önerdikleri politikaları uygulayacaklarını söylüyorlar.
Hazineden bu yıl ödenecek faiz tutarı 1 trilyon 200 milyar Lira, 2025 yılında 1 trilyon 810 milyar lira. 2026 yılında ise 2 trilyon 295 milyar lira. Üç yıllık Orta Vadeli Program bunu ön görüyor. Her yıl bütçe açık veriyor. Sormazlar mı adama? Bütçe kimin için kullanılıyor? Yukarda yazılan rakamlar ortada. Demek ki bütçe halk için kullanılmıyor.
Toplam olarak 1 milyon 100 bin Kurumlar Vergisi ödeyen mükellef var. Bu şirketlerin çoğu ya zarar gösteriyor ya da çok az vergi ödüyor. Çok kazananlar ise % 25 vergi vermesi gerekirken çeşitli yolları deneyerek %2,5 vergiyi ancak ödüyorlar. Siyasi iktidar, sanki onlardan devasa boyutta vergi alıyormuş gibi bir de alması gereken 2,2 trilyon vergiden vazgeçebiliyor. Vergi borçlarını siliyor.
Dünya Bankası’nın önerileri doğrultusunda asgari ücretliye, emekliye, çiftçiye ‘kaynak yok’ demesini iyi biliyor. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek; "Muhalefetin iteklemesi ile emeklilikte yaşa takılanları emekli ettik, bize 724 milyat TL yük getirdi", "Emekli hak sahiplerine 1.2 trilyon TL ödedik" diyebiliyor. Ücretlilerin dolaylı vergiler dahil ödedikleri vergi miktarı şirketlerin ödediği vergi miktarının iki katı. Sermaye sahiplerinin oranı nüfusun %1-2’sini geçmez. Fakat bütçedeki kaynakların çoğu bir avuç yerli-yabancı tekellere ve yandaş şirketlere ayrılıyor. Tek Adam İktidarı tercihini yerli ve yabancı tekellerden yana yapıyor. Halka gelince zırnık yok!
Örnek mi? Örnek çok. Ödeme garantili 44 şirket var. Bunların 37 ‘si zarar gösterdiği için vergi vermeyecek. Siyasi iktidar ödeme garantili şirketlere bu yıl 162 milyar TL ödeme yapacak. Köprü ve otoyollara 73 milyar, şehir hastanelerine 83 milyar geri kalanı da havalimanları vb. ödenecek. Osmangazi Köprüsü’ne 1 Temmuz’dan itibaren geçen her araç 399TL ödeyecek. Devlet ise her araç için ödeme garantili şirkete ayrıca 1.409 TL ödeyecek. Çünkü köprüden geçiş ücreti 1808 TL. Devletin ödediği para yani 1.409 TL kimin cebinden çıkacak. Bizim cebimizden çıkacak. Asgari ücretliden vergi almayan devlet sadece 100TL’den vaz geçerken, köprü için bunun tam 14 katından vazgeçmiş oluyor. Bir yandan milyonlarca insanın yaşamı söz konusu diğer yanda ise birkaç ödeme garantili şirketin kârı söz konusu.
Asgari ücret ülkede ortalama ücret haline geldi. Çalışanların %60’ı asgari ücretle veya biraz üzerindeki bir ücretle çalışıyor. Emeklilerin, çiftçilerin hali de perişan 3 milyona yakın emekli 10 bin Lira ile geçinmek zorunda. Ev kiraları emekli aylıklarını ikiye hatta üçe katlar seviyeye ulaştı. Çifti GSMH’den (Gayri Safi Milli Hasıla) alması gereken %!’i yıllardır alamıyor. Taban fiyatları düşük verilerek üreticilik bitirilmek isteniyor. Dünyada gıda fiyatları düşerken Türkiye’de devamlı artıyor. Siyasi iktidar tercihini zenginden yana yaptığı için kıymetli taşlar denilen elmastan, pırlantadan, yatlara konulan mazottan, KDV ve ÖTV alınmıyor ama çitçinin traktörüne koyduğu mazotundan, tarlasında kullandığı gübreden, ilaçlardan ÖTV, KDV almasını çok iyi biliyor. Siyasi iktidarın politikası çok açık. Sermayeye kaynak çok, halka gelince kaynak yok!
Ekonomi Bakanı Mehmet Şimşek, "Türkiye’de asgari ücret düşük değil" dedi. Siyasi iktidarın yetkilileri de "Asgari ücret ve emekli aylıkları artarsa enflasyon artar" diyor. Külliyen yalan. Merkez Bankası bile ücretlerin enflasyona etkisini %11 olarak açıkladı. IMF ise %4,5 olduğunu söylüyor. Enflasyonun asıl nedeni aşırı kâr oranları, şirketlerin ödemediği vergiler, verilen teşvikler, kur korumalı mevduatlara, faiz lobilerine ödenen paralardır.
Enflasyonla mücadele ediyoruz denilerek ‘Tasarruf Tedbirleri Paketi’ açıklandı. Tasarrufu halk yapacak, kemerini daha çok sıkacak. Onlar daha da yoksullaşırken zenginlerin servetleri ikiye, üçe katlanacak.
Asgari ücretle kök emekli aylıklarına Temmuz ayında zam yapılmayacak, eğitim hizmetleri kısılacak, nitelikli eğitim ortadan kaldırılacak, sağlık çalışanları daha çok insana yetişmeye çalışacak, sağlık hizmeti almak zorlaşacak, kamuya personel alımı durdurulacak, belediyelerin bütçeleri kısılacak. Sarayda, Diyanet’te tasarruf mu? Sorma geç, bir başka bahara kalacak.
Açlık sınırının 19 bin, yoksulluk sınırının 61 bin Liraya dayandığı bir dönemde "Yumuşama", "Normalleşme" masallarıyla halk uyutulmak isteniyor. Temmuz ayında muhakkak Asgari ücrete, emekli aylıklarına insanca yaşanacak şekilde zam yapılmalıdır. Üretici köylülere hak ettikleri GSMH’nın %1’i verilmeli, mazottan, gübreden, tarım ilaçlarından ÖTV, KDV kaldırılmalıdır. Servet vergisi getirilmeli çok kazanandan çok, az kazanandan hiç vergi alınmamalıdır. Sağlık ve eğitim parasız, nitelikli ve erişilebilir olmalıdır. Dolaylı vergiler kaldırılmalıdır.
İstemekle olmuyor. Birleşilmeden, mücadele edilmeden hiç bir hak kazanılmıyor.