Ajans Bakırçay
2022-11-24 11:13:24

Onlarsız Olmaz!           

Recai Şeyhoğlu

recaiseyhoglu1952@gmail.com 24 Kasım 2022, 11:13

Son yıllarda mı desem son zamanlarda mı desem bilemiyorum, sevdiklerim iyice çoğaldı ve ben onlarsız yapamaz oldum.

İllâ seslerini duymalıyım Avram’la Mehmet Atilla’nın örneğin…

Her ikisi de hep bir şeyler öğretiyor bana. Sesleri dinlendiriyor beni.

Şair ve yazarları anarken bu iki arkadaşımın yeri bir başkadır bende. Birikimleri ve kullandıkları dil konusundaki yetkinlikleri ve çevreleriyle olan ilişkilerindeki ölçü ile dikkate alınacak iki isim…

Avram Ventura’nın günde ortalama 200 sayfa kadar kitap okuduğunun canlı tanıklarındanım. Nasıl saygı duyulmaz böylesi bir edebiyatsevere?

Mehmet Özçataloğlu’nun sesi, sanki oğlumun sesi…

Feruz Bozaslan hakeza… Her ikisi de oğlum mu kardeşim mi anlamaz durumdayım. Nasıl seviyorum onları bir bilseniz…

Düşünün bir kere…

Feruz’un işyerinde, masasının üstünde hemen hemen bütün kitaplarım gelene gidene merhaba diyor gibi. Onlar ve diğer kitapları için odasına mini bir kitaplık yaptıracakmış yanlış anlamadıysam…

Feruz Bozaslan, Karşıyaka Belediyesi’nin gülen yüzü!

Çağdaş Güneş Gündüz’ün eşi ise "Benden daha fazla konuşuyorsun Recai Hoca ile" deyip duruyormuş.

Çağdaş’ın babası Şeref, ilk görev yerim olan Urfa’dan tanıdığım bir Urfalı’ydı. Birlik- Dayanışma Grubu’nun aktif öğretmenlerindendi. Kafa dengimdi yani…

Şeref’in sonraki yıllarda evlendiği Filiz öğretmense benim Yeşilyurt’taki A.Ragıp Üzümcü’den meslektaşım. Çağdaş, çalışkan mı çalışkan Filiz’le Urfalı Şeref’in oğlu…

Yeğenim gibi, oğlum gibi, arkadaşım gibi…

Son bir yıldır onunla fazlasıyla görüşüp konuşuyoruz. İyice alıştık birbirimize. Kitap- kütüphane-siyaset vb. konularda el veriyoruz birbirimize…

Fena sevdirdi kendisini.

Anayasa Mahkemesi’nin efsane Başkanı Yekta Güngör Özden ile konuşurken çok yakın akrabalarımdan biriyle konuşuyor gibi oluyorum. Sesini duymazsam olmuyor! Sık sık da arar, halini hatırını sorarım.

Biliyorum ki ben de onun çok sevdiklerinin arasındayım. Eşim dostum, yeni kitabımın çıktığını ondan öğreniyorlar Sözcü’deki köşesinden…

Şaka bir yana, 90’lı yıllarda Anayasa Mahkemesi Başkanıyken Ankara’da üç gün konuk etmişti beni. Ankara’yı ilk kez o günlerde tanımıştım etraflıca.

Bergama’nın dört köyündeki kütüphanelerimizi de o açmıştı. Ta, Ankara’dan gelerek…

Bendeki Yekta Bey aşkı bir başkadır!

Türkçe aşkına olan saygım ise daha başka… Bir kez olsun ona 'cevap', 'hatırlamak', 'imkân' dedirtemezsiniz. 5 Haziran 1932 doğumlu Yekta Bey, yazarken de konuşurken de Türkçesinden asla ödün vermez. Beni etkileyen özelliklerinden biri de zaten bu!

Öcal Uluç’a "Öcal Bey" deyip duruyordum bir- bir buçuk yıl öncesine kadar. Beni bir gün öyle haşladı ki artık bey değil o benim için "Öcal abicim"

Kahkahasına bayıldığım gibi muhabbetine ve dostluğuna da bayılıyorum onun.

Ayvalık’taki söyleşi ve imza günüme ta Urla’dan çıkıp geldiğini düşününce ne denli güzel bir dostum olduğunu düşünmüşümdür hep.

Beni gazeteci olarak ilan eden de odur. O böyle dediyse itiraz ne mümkün…

Dobra dobra konuşmasına hep hayran kalmışımdır. Bir de köy enstitülüden, sıradan bir öğretmenden çok daha fazla enstitü ruhludur o!

Bir yerde konuşacak da köy enstitülerinden söz etmeyecek ha!

Tarihler bunu yazmadı henüz.

20 Kasım’da kaybettiğimiz sevgili kardeşi Hıncal Uluç’un ve kendisinin Türk ve Dünya klasiklerini ortaokul yıllarında okuduğunu bilenlerdenim. Uluç ailesi= kitap ve aydınlanma dense yeridir.

Veli Lök, bir başka abim… Biraz da babam gibi sanki…

O beni arar durur ben onu… Dile kolay 40 yıllık dostuz/ yoldaşız.

Son aylarda yeni bir projeyi hayata geçiriyoruz onunla. Birlikte, örgütlü bir şekilde eş dost ziyaretlerine çıkıyoruz. Siyasileri, belediye başkanlarını, sivil toplumcuları ve kütüphaneleri ziyaret ediyoruz.

Kokteyllerimin değişmez konuklarından… Yağmur demez çamur demez gelir, yanı başımda yer alır, güç verir bana.

En bayıldığım konuşması ise, telefon açıp nasılsınız dediğimde "Spor yapıyordum" deyişi…

’32 doğumlu ama hâlâ delikanlı… Aracını kendi kullanır, düzenli sporunu yapar ve hâlâ bilimsel arayışlar peşinde.

Günün birinde 'Veli Lök- Rasime Şeyhoğlu Aydınlanma Evi' açmak, en büyük arzum…

Fahir Işıksız, görmeden edemediğim bir başka abim. Sesini duymalıyım illâ… Neler neler paylaşıyoruz onunla bir bilseniz… Siyaset, dertler, kitap, dedikodu… Aklınıza ne gelirse…

Kitap kurdudur Fahir Bey.

Bergama’da açtığımız kütüphanelerin demirbaş konuşmacısıydı.

Bilgi Üniversitesi Konferans Salonundaki barkovizyon gösterisi eşliğindeki konuşmamda Tırmanlar köyündeki kütüphane açılışında yaptığı konuşmayı dinleyen bir profesör sormuştu bana: "Vali Bey emekli değil mi?"

İnanamamıştı onun kitap gibi/ yiğitçe konuşmasına. Emekli sanmıştı. Ben de kasıla kasıla "O hep öyle konuşur!" demiştim.

12 Eylül 1980’de görev yaptığı ilçede sabaha karşı askerler aynı zamanda belediye başkanı olarak da görev yapacağını kendisine bildirdiğinde ilk sözü şu olur:

"Belediye başkanlığı görevimden maaş istemem!"

Çevrenizdeki insanlara sorun soruşturun. Kaç Fahir Işıksız vardır sizce, deyin

Kemal Nehrozoğlu bir başka… Hayran olduğum abim… Bir türlü 'abi' diyemediğim abim… Asalet elbisesi üstüne cuk diye oturmuş olan abim… Öz be öz abim adeta… Bana/ bize olan katkılarını unutamayacağım canım abim benim…

Açtığımız her kütüphanenin hikâyesini yakından bilen, attığımız her adımı izleyen, yol gösteren, elimden tutan, katkılarda bulunan Canım Kemal Bey’ciğim!

Ona olan bağlılığım, sevgim, saygım sanki yüzyıllar öncesinden…

Sadelik, bilgelik ve hümanizma… Üçü de onu anlatıyor bana.

İsmet İnönü’yü hep devlet adamı bildim. Fahri Korutürk’ü de…

Kemal Nehrozoğlu da kendisini vali olarak/ devlet memuru- bürokrat olarak değil de 'devlet adamı' olarak kabul ettirmiş biri.

Sımsıcak sesiyle "Merhaba Recai Bey!" diyen bir başka dost… Ardahan Totuk… Sıkıştığımda elimden tutan güzel arkadaşım… "Kitap taşıyacağın zaman beni ara!" onun sözü.

Uzak yakın demeden imdadıma yetişen dostum.

Çook güvendiğim kardeşim. Bana en güzel "Recai amca" diyenlerden biri de onun sevgili kızı Nilhan!

Günün birinde Bayındır’ın belediye başkanı olmasını öyle arzu ediyorum ki…

Yıllarca kaymakamlık/ vali yardımcılığı yapmış olan Ardahan Totuk’un çok başarılı bir başkanlık yapacağına adım gibi inanıyorum çünkü.

Barış… Barış Akyol… Benim aslan oğlum!

Damadım mı oğlum mu bilemediğim benim sevgili damadım… "Babacığım" derken kucaklayasım gelen sevgili kızımın sevgili eşi…

Zaman zaman kızıp köpürdüğüm ama hep sevdiğim/ takdir ettiğim bir başka oğlum… Tanju Çelik…

1980’in Eylül’ünde tanımıştım onu… Mini mini biriyken…

Soğuk, rüzgârlı, yağmurlu kış gecelerinde lojmana gelip kapımı çalan, "Öğretmenim bana matematik öğret!" diyen öğrenme âşığı öğrencim…

Sene 2022. Hâlâ aynı… Hep bir şeyler öğrenmek isteyen, hep soran biri…

Koca Yusuf’un oğlu mu benim oğlum mu bilemediğim Doktor Tanju Çelik…

Hayatıma öyle girmiş ki, onun için kız istedim. Nikâh şahidi oldum. Oğlunun adını bile ben verdim. Şimdi yine eskisi gibiyiz onunla…

Pazaryerinde her gördüğümde illâ mola verip muhabbet ettiğim Aydın Demir ise aynı Tanju gibi… Nasıl da büyük bir saygı duyuyorum ona… Şimdi koca bir adam… Hem de üç çocuklu… Üniversite bitirdi ama pazarcılık yapmakta…

Bir araya gelince sarılıp sırtına bir iki vurmazsam edemediğim canım kraliçem Feyza Hepçilingirler…

Nasıl bir sevgidir ki bu, her seslenişim Feyza Hanım değil de hep "Aslan Kraliçem!" ya da "Canım Kraliçem!"

Dostum, yoldaşım, komşum… Öğretmenliğine/ yazarlığına hayran olduğum Türkolog.

Takıldığım bir dil konusu olduğunda danıştığım iki kişiden biri.

İşini iyi yapan iki kişi söyle bana deseler hemen aklıma İlhami Güler ile Şakir Uçak geliyor.

Biri grafiker, diğeri apartman yöneticimiz… Benim için köşe yazısına layık iki portre… Sadece bir kez ricada bulunuyorum onlara… Sonuç mu? Her zaman olduğu gibi, mükemmel!

Bir apartmana Şakir Bey gibi bakan ikinci kişinin varlığını aklıma getiremiyorum bile… 

İlhami ise 'proleter ahlak' kavramıyla birebir örtüşen kimliğin sahibi… 

***

Kendi kendime mırıldandığım oluyor bazen: "Allahım onların acılarını sakın gösterme bana!"

Dayanamam!

Sevmediklerim çoktu eskiden.

Pinti diye, yalancı diye, ağzı bozuk diye, üçkâğıtçı diye, korkak diye, ikiyüzlü diye dışladıklarım az değildi.

Aklıma şiirin nasıl yazıldığı geliyor böylesi düşüncelere dalıp gittiğimde.

Fazlalık sözcükleri atarak yazılır ya…

Oysa günden güne çevremdeki insanların sayısı da artıyor. Kütüphaneler kurduğumuz için, belediyelerle olan ilişkimiz nedeniyle, yazıp çiziyoruz diye, kent konseyindeki görevimiz nedeniyle, gazetecilik yapıyoruz diye…

Dahası da var ama her şeyi bir anda yazmak olmaz ki…

Örneğin son aylarda bir muhtarla abi kardeşten farksız olduk. 'Abi' derken o, ben de onu kardeş bilir oldum. Nasıl da samimi bir görseniz… İbrahim Akçe’den söz ediyorum anlayacağınız… Demirköprü muhtarından…

Mehmet Atilla Kitaplığı sorumlusu Sevim Uysal ise son bir yılın bana kazandırdıklarından…

Kütüphane görevlisi işte böyle olur dedirten bir kadın Sevim Hanım. Kitaplara nasıl da dostça bakan biri, bir görseniz…

2022’nin Şubat’ından beri Mehmet Atilla Kitaplığı’nda düzenlediğimiz söyleşilerdeki en büyük yardımcım desem yeridir. Başkan, iyi ki onu burada görevlendirmiş…

Semih Balaban’a gelince…

'Abi' derken ağzından 50 tane abi dökülüyor, 'abicim' derken ise 100 gibi…

İş bitirici, devrimci, atak, dinamik, halkla ilişkilerde bir numara, siyaset erbabı, sevimli sözcükleri onu anlatıyor dersem inanın bana. Bir işe el atacak da o iş olmayacak ha! Tarihler bunu yazmadı henüz…

Yolunuz Manisa’ya düşerse sokaklarda sorun onu, mutlaka biri bulunduğu yeri tarif edecektir size…

***

Öcal abi beni iki yıl kadar önce gazeteci ilan etti ama benim gazeteciliğimin öncesi de var. Cumhuriyet’te Deniz Som’un köşesinde, Yeni Asır’da Erkin Usman’ın köşesinde yıllarca yazılarım yayımlandı. Yurt gazetesinin Ege ekinde, Milliyet’in Ege ekinde, Egeli Sabah’ta, Kuzey Ege’de köşe yazılarım yayımlandı. Egeli Haber’in genel koordinatörlüğü, Yenigün’de köşe yazarlığı, İmece Gazetesi’nde sorumlu yazı işleri müdürlüğü…

Bitmez tükenmez bir heyecan ve coşkuyla yazdım.

Bu nedenle gazetecilere her daim yakın oldum. Onlarla dostluklarım hiç yara almadı.

92 yaşındaki Erdal Atabek’i sık sık olmasa da arar/ sorar konuşurum örneğin.

Saygı Öztürk de o gazeteci dostlarımdan… Dost demeyelim de kardeş diyelim bunun adına…

Abisi Refik Arslan Öztürk Manisa’da valiyken sıkça uğruyordum yanına. Açtığımız ve açacağımız kütüphaneler için, düzenlediğimiz şenlikler için…

Çok da desteğini gördüm dersem bu abartı olmaz.

Saygı Öztürk’le olan abi/ kardeş ilişkimiz abisinden kaynaklanıyor. Vali Bey ile ilgili yayımlanmış bir yazımı ona da göndermiştim. İyi ki de göndermişim…

"Recai abi" derken sanırsınız ki o da Kâzım’dan olma Rasime’den doğma…

Semih, Yasin Peker ve onun kadar bana güzel abi diyen yok!

Sadece sevimliliğiyle değil gazeteciliğiyle de baştacı ettiğim gazetecilerden o!

İşini iyi yapan, asla bir yerlere angaje olmadan görevini sürdüren aslan kardeşim benim!

Yüce Gök, onların eksikliğini göstermesin bana!

Bunu bilir bunu söylerim.

***

Can dostlarımı sayarken bile serotonin salgılıyorum adeta.

Adları bile yetiyor bana…

Akşam karanlığında evime dönerken suratım sirke satardı öğretmenlik yıllarımda…

Şimdi mi?

Karşıyaka Kent Konseyi’nde, Sancar Maruflu Yerleşkesi’nde, Mehmet Atilla Kitaplığı’nda ve CHP İzmir İl Başkanlığı’nda yapılan/ yapılacak olan etkinliklerin planlamasının heyecanı ile dopdolu günler yaşadığımdan son zamanlarda sirke satan surat gitti, hep umutlu hep heyecanlı Recai girdi yaşamıma.

Kısaca… Bana bir haller oldu!

Edebiyatseverlik, gazetecilik ve sosyallik!

Sabah tok karna her birinden birer draje…

İlâcım bu!

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.