Gerçek haber gazeteleri isyanını dezenformasyon yasası üzerinde yoğunlaştırarak özgürlüğe vurgu yaptılar. Cezaevlerinde özel bir sürecin geçtiği hak mağdurlarına göz kulak ve sesin kapatıldığı, bu süreçte halkın önüne konan halkında mecburen seçtiklerinden bazı yoldan dönenler görülünce işin adresi yine albayım Lütfi ALGÜN oldu: içten samimi duygularıyla seslenişi ve öyküsü:
E.Tümg. Kenan Deniz ve E.Tuğg. İdris Koralp paşalarıma saygılarımla...
Sizler büyük bir Fetö kumpası sonucu cezaevine konmuş yürekli ve yiğit kişilersiniz.
O günden bugüne hep siz ve sizin gibileri düşünmüş, uğradığınız haksızlıklar karşısında yüreğim yanmıştır.
Bildiğiniz gibi sınıfım jandarma sınıfı olduğundan cezaevini ve koşullarını az çok bilen biriyim.
İnanıyorum ki sizlerin şikayeti orada, sadece adalet doğru tecelli etmediği içindir.
Bunun dışında birde ailenize ve sevdiklerinize olan hasretiniz vardır.
Biz askerler bu hasreti tanır, bilir ve biraz da alışmışlığımız vardır.
Yeter ki onlar mutlu olsunlar.
Çok şükür arkanızda hiç bir şaibe ve kötü şöhret bırakmadığınız gibi, tam aksi sizi tanıyanlar tarafından sevilen ve takdir edilen onurlu insanlarsınız.
Bu üstün kişilik ve karakterinizden dolayı her zaman içimizde ve gönlümüzdesiniz.
Bu haksızlığın bir gün mutlaka üst mahkemeler tarafından görülüp, giderileceğine inanıyorum.
Bu nedenle diyorum ki,
Gün gelecek, keser dönecek, sap dönecek ve bu yanlış hesap bir gün gelecek tarafsız yargıdan geri dönecektir.
Bu kararı hep birlikte sabırla ve umutla bekleyeceğiz.
Açık ziyaretler açıldığında yüz yüze görüşmeyi mutlaka yapmayı arzu ettiğimizi de bilmenizi isterim.
Ve yine birlikte olacağımızı, eski günlerimize bir gün döneceğimizi hep aklımda tutup, umutla bekleyeceğim.
Şimdi size gerçek bir hikâyeyi anlatmak istiyorum.
Bu hikâye bir Anne ve Oğul Halil’in hikâyesidir.
Halil düşünceleri nedeniyle ağır işkenceler görmüş ve sonunda İstanbul’da cezaevinde yatan bir düşünce suçlusudur.
Düşünmenin dışında hiç bir suçu yoktur. Ama müebbet cezasını da yemiştir.
Ağabeyi Osman, bir gün kardeşi Halil’i ziyarete gidecektir. Gitmeden önce Toroslar’da yaşayan anasına gider ve Halil’e bir diyeceği olup, olmadığını sorar.
Yaşlı ana çok duygulanır ve kendisinden beklenmeyen bir canlanma görülür.
Oğlunun elinden tutarak ona "son emliğim" dediği Halil için şu kısa öyküyü anlatır.
"Siz bilmezsiniz oğul"
"Sizin büyük dedeniz kuşçuydu. Çok iri doğan kuşları besler büyütürdü. Kanca gagalı, yeşil çam gözlü, iri pençeli Avcı kuşlarını kolundan indirmezdi hiç. Dedeniz silah taşımazdı. Atı vardı, iyi biniciydi. 'Kaçanı kaçanla, uçanı uçanla yakalamak gerek' derdi.
Kara marsık sinir etleri, güneşte kurutur, taş gibi ettikten sonra onlarla büyütürdü kuşlarını, boyunları, pençeleri güçlensin diye.
Bir gün obamıza atlı bir bey geldi oğul. Şakakları sivri, yeşil gözlü, çizmeli, çilli yüzlü bir adamdı. Dedeniz 'Tanrı misafiri' konuğunu buyur etti çadırımıza.
Adam atından ağır ağır indi. İçeri girmeden önce, kıl çadırımızın ön direğinin üstüne sıra sıra tünemiş duran doğan kuşlarımıza hayran hayran baktı. Kuşlar çadır direğine ayaklarından ince, sağlam iplerle bağlıydı.
Adam elini uzatarak, anaç kuşlardan birini sevmeye kalktı. Anaç kuş, kendine yabancı bulduğu bu ele saldırdı. Güçlü pençeleriyle adamın elini parçaladı. Bir anda kan revan içinde kaldı adamın eli. Adam, bir kanayan eline, bir kuşlara baktı baktı ve belinden iri, keskin bıçağını çıkardı. İşte o an bir telaş aldı hepimizi; 'Eyvah! Dedemizin bin bir emekle besleyip büyüttüğü Avcı kuşlarını kesecek' diye.
Ama gel gör ki, adam tersini yaptı oğul. Doğan kuşlarının boyunlarını kesip uçuracağı yerde, ayak bağlarını birer ikişer kesti boşandırdı. Ardından tümünü salıverdi. Gökyüzüne uçan kuşlar bir daha geri dönmediler.
Büyük dedeniz sinirlendi: "Yahu ne yaptın sen? Onca emekle besleyip büyüttüğüm kuşlarımı nasıl salar boşandırırsın?" diye çıkıştı ona.
Ne ki adam, bilge, sakin birine benziyordu.
Hiç sinirlenmedi. Bıçağını kınına koydu. Kocaman kalın ipekli mendiliyle kanayan elinin yarasını silip sardıktan sonra, dedenize döndü: 'Bey! Bey!' dedi. 'Bir kuş düşün ki elleri ayakları bağlı da olsa kendini tutsak alan insan soyuna asla yalvarmıyor, asla yaltaklanıp pusmuyor.
Aksine saldırıyor. Görmüyor musun ki, bu kuşlar mağrur, yiğit, baş eğmez, cesur kuşlar.
Böylesi kuşları elleri kolları bağlı tutsak etmek senin şanına şan katmaz. Hele hele insanlığa hiç yakışmaz.
Günahtır dedikten sonra az önce indiği ata tekrar bindi. Bir acı kahvemizi içmeden, dörtnala süvari oldu çekti gitti.
Fena bozuldu dedeniz. Bakakaldı giden konuğunun ardından.
O günden sonra bir daha doğan kuşu beslemez oldu.
İşte şimdi sen bu anlattığım olaydan misal al, misal biç oğul.
İstanbul’a varınca bunu hapis yatan oğlum Halil’e aynen anlat.
De ki o içerdekilerin tümü birer "Kolları Bağlı Doğan Kuşlarıdır. Onlar aydınlık yüzlü, düşünen insanlardır. Onları, üzerlerine atılan yalan ve iftiralarda dolayı hapse atmak insanlığa yakışmaz. Ne yapmış benim oğlum? Birinin namusuna mı göz dikmiş, hak mı yemiş, hırsızlık mı yapmış, yoksa can mı almış?
Bunların hiç birini yapmamış. Oğlum düşündü diye, düşündüğünü yazdı diye kolundan tutulur da içeri atılır mı?
Bulutun önüne geçilmez, tohum taşta tutulmaz. Çekirdeğe günahtır bu; onları bir an önce salıversinler..."
Bu güzel anaya Allah’tan gani gani rahmetler diliyorum.
Ve bu yapıtı benim "içerideki" Kolları Bağlı Doğan’larıma (Paşalarıma)adıyorum.
Lütfi Algün
E.J.Alb.
***
Kaynak: Osman Şahin/ Ay bazen mavidir.
***
Sevgiyle, sağlıcakla kalın….