Dünya Barış Günü Etkinliği.
Konak Mülteci Derneği,
Türkiye Yazarlar Sendikası,
Uluslararası Aktivist Sanatçılar Birliği ve Ege Barış ve İletişim Derneği birlikte düzenliyorlar.
Konuşmacılardan biri olarak davet edildiğimde, Mülteciler Derneği sorumlusu Mete Han telefonda, etkinliğin Mülteci Merkezinde yapılacağını bildirirken sordu :
“Hocam, Merkez Basmane’de Aziz Vukolos Kilisesi Sokağı’nda. Kiliseyi biliyor musun?..”
Gülerek yanıtladım:
“Bilirim, ilk çocukluğum oralarda geçti…”
Konuşmama da bu anıyla başladım.
Kocaman bir Aile Evi’nde geçti ilk çocukluğum.
Her oda bir aile. Yuva tanesi denirdi…
Dayanışmanın, yaşadıkları zorlukları yenmeye yardımcı olduğu aileler….
Birkaç yahudi ve hristiyan, çoğunluk müslüman aileler…
Birlikte, iç içe…
Unutamadığım bitmeyen bayramlardı:
Ramazan’ı, Noel’i, Kurban’ı,
Hamursuzu, Paskalyası…
Ardından etkinliği düzenleyen kurumları kutladım.
Niçin?
Çünkü zordur ‘Barış’ı savunmak…
Cesaret, kararlılık ister.
Göze almak gerekir, başına gelmeyen kalmaz.
Hele de Türkiye’de…
Örnek mi?
1950 yılında, Behice Boran’ın başkanı olduğu Türkiye Barışseverler Cemiyeti kurulur. Kore’ye asker gönderilmesine karşı çıkarlar:
“Aziz Türk Halkına,
Adnan Menderes hükümeti Kore’de harp olsun diye 4500 Türk çocuğunu Amerikan genareli Mc.Arthur’un emrine veriyor. Buna karşı çıkıyoruz…”
Yargılanır,tutuklanırlar.
Behice Boran çocuğu Dursun’u hapiste doğurur.
Geriye Anday’ın dizeleri kalır:
“Merhaba Dursun Bebek Merhaba
İşte su, işte ışık,işte hava
İşte Dursun bebek bizim dünya
Daha neler var daha
İşte kundak, işte hapis,işte kavga
İşte Dursun bebek bizim dünya…”
Anımsadığım ilk anımı aktardım. İzmir Kordon…
Babamın omuzlarındayım.
Kıyıya yanaşan gemiden yaralılar iniyor.
Kore gazileri…
Babamın tepesinde,gözünden akan yaşları görüyorum…
Sonra Barış güvercini…
Babam, Fuar’daki Göl Gazinosu’nun şefi.
Konuk, ülkemizi ziyaret eden Almanya Şansölyesi Konrad Adenauer.
Çalışanların maskotu gibi mutfakta koşturuyorum.
Rahmetli babam, iki ülke arasındaki dostluk ve barışı simgelesin diye olacak, yemek sonrası sunmak için dondurma hazırlıyor:
Dondurma, altta açtığı kapaktan içeri canlı beyaz bir güvercin yerleştirdiği büyük beyaz bir güvercin heykelciği…
Üzerine az ispirto döküp yakıyor ve yanan dondurmayı bizzat servis ederek hızla konuğun masasına bırakıp, kapağı açıyor ve yanan güvercin heykelciği dondurmanın içinden alevler arasında, beyaz bir güvercin pırrrr uçup havalanıyor…
Picasso’nun güvercini ile böyle tanışıyorum…
Ardından Barış Derneği İzmir Şubesi kuruluşunda üyelik…
Kordon’daki NATO binası önünde, “NATO ve VARŞOVA paktlarının aynı anda lağvedilmesini isteyen bildiriyi okuma…
Yüzmeyi öğrendiğim Meles Çayı kenarındaki Kızılçullu Köy Enstitüsü’nün kapatılıp binanın NATO’ya tahsis edilmesini protesto…
Bir toplantıda, o günkü bir gazetenin ilk sayfasını kaplayan; ’Kanatlı Askeri Tatbikatı’ adı verilen tatbikatta çekilmiş, yerel giysileriyle yöre insanının temsil edildiği birinin üzerine süngüsünü dayamış bir asker fotoğrafını göstererek kınama ve uyarma …
Sıkıyönetim Mahkemesinde yargılanma ve tutukluluk…
12 Eylül faşizminin, Barış Derneği kurucularını, başta değerli diplomat Mahmut Dikerdem olmak bu ülkenin onuru insanlarını zindanlara tıkması…
Zordur barışı savunmak…
Ülkeni saldırganlara karşı korumayı bir yana bırakırsak,
savaş bir cinayettir, ölüm makinesidir…
Savaştan ölenler dışında geriye ne kalır?
Sakatlar ordusu…
En başta kadınlar, yas tutanlar
ordusu…
Ve haramiler,vurguncular ordusu…
Ne deniyordu güzelim Azeri ağıtında?
“Ben Ana’yım, bu sesimde yerin göğün derdi var
Sulha gelin ey insanlar
Yoksa Dünya mahvolur…”
En çok acıyı da çocuklar çeker.
Nazım’ımıza bir kulak versek…
“Dünyayı verelim çocuklara
Hiç değilse bir günlüğüne…
Allı pullu bir balon gibi verelim
oynasınlar
Oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların altında
Dünyayı çocuklara verelim
Bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı…”
O yüzden de nasıl sesleniyordu Hiroşimalı kız?
“Benim sizden kendim için
Hiç bir şey istediğim yok
Şeker bile yiyemez ki kaat gibi yanan çocuk
Çalıyorum kapınızı
Teyze amca bir imza ver
Çocuklar öldürülmesin
Şeker de yiyebilsinler…”
Savaş ve şiddet mağduru mültecilerin çektiği sıkıntıları yine deneyimlerimden yola çıkarak aktardığım konuşma,
Yanis Ritsos’un dizeleriyle sonlandı:
“Sımsıkı kenetlenerek ellerin,
‘Kardeşim’ diye seslenip,
‘Yarın yeni bir dünya kuracağız’ demektir BARIŞ…
Kardeşler uzatın ellerinizi…”