11 Mayıs 1954’te ölmüş Sait Faik Abasıyanık.
Ben doğduktan 11 gün sonra…
67’nin içindeyim. Benim bildiğim 67 yıldır bu memlekette Sait Faik’in öyküleri okunup durmakta.
Ölümsüzlük dedikleri bu olsa gerek… Eminim yıllarca da sürecek Sait Faik okumaları…
Sait Faik, Sabahattin Ali, Orhan Kemal öyküleri kök saldı bu ülkeye bir kez…
Çevirmen dostum Arsalan Fasihi, onları okudukça Farsça’ya da çevirmeye çalışıyor.
****
11 Mayıs 1975, hiç unutamadığım bir gün.
Öğretmen olmak üzere gittiğim Sivas’ta; okulun sarkık bıyıklı/ kara yağız/ köylü öğrencileri tarafından sabahın yedi buçuğunda iki arkadaşımla birlikte zincirlerle/ sopalarla yaralandığım gün…
Düşünün ki yatakhanede uyumaktayız. Sabahın o serin vaktinde kimbilir belki de gençlik rüyalarındayız. Bir anda açılan kapı ve bir anda ellerindeki zincirlerle/ sopalarla üzerimize çullanan onlarca/ yüzlerce gözü dönmüş öğretmen adayları…
Dehşeti yaşamıştık sabah sabah…
Aradan 45 yıl geçti. Elinde zincir, sopa ve bıçak olan o öğrencilerin bir kısmı gözümün önünde… Gariban görüntülü, acımasız, öfkeli, dişlerini fırçalamadan yatan, yerken ağzını şaplatan sarkık bıyıklı tiplerdi her biri.
Şimdi her biri emekli olmuştur herhalde... Dede bile olmuşlardır.
O üç öğrenciyi / bizi sabahın erken saatinde yataklarından kaldırıp linç ettikleri günü anımsıyorlar mıdır acaba her 11 Mayıs’ta… Ya da neden bu işi yaptıklarını…
Ben, unuttum gittim. Görsem bile onlara bunun hesabını soracağım yok. Günde üç öğün düzenli yemeği belki de ilk kez o okulda görüyordular. Bize olan öfkeleri neydi diye düşünüyorum, bulamıyorum. Sınıfta hocalarla olan tartışmalarımız ve onlardan farklı düşünmemizden kaynaklanıyordu büyük olasılıkla…
Ne Sait Faik ne de Sabahattin Ali’den haberdardılar. Bildikleri tek şey iki üç slogan, ‘Çırpınırdı Karadeniz’ ve aşağı doğru bıraktıkları bıyıklarıydı. Onlarla ayrı bir statü kazandıklarını düşünen, çoğunluğu köyden gelen gençlerdi. Derste ve teneffüste bize olan dik dik ve öfkeli bakışları gözümün önünden gitmiş değil…
Eminim, şimdi o günlerin muhasebesini yapıyorlardır. Pişman mıdırlar bilmem… Hayatın onları medenileştirdiklerini düşünüyorum. Öğretmenlik yıllarında en azından Sait Faik iyimserliğiyle tanışmışlardır diye düşünüyorum.
Öfkelerinin altında biliyorum ki önyargılı düşünceleri, Sait Faik- Sabahattin Ali- Orhan Kemal bilmezlikleri, tiyatro ve sinemaya olan uzaklıkları, asosyallikleri vardı.
Öğretmenlik yıllarında tanıştıkları binlerce öğrenci ve öğrenci velisi; evlendikleri ve sonrasında yaşadıkları babalık duygusu/ şefkat ve yaşadıkları ekonomik sıkıntılar herbirini o yirmi yaşın önyargılarından/ kızgınlığından kurtarmıştır tahmin ediyorum.
İnsan duvar değil ki… Beton ya da taş değil ki…
Kimbilir, karşılaşsak biriyle caddede ya da parkta, belki de özür dilerler o günler için…
Doğrusunu isterseniz, yolum Sivas’a düşse ben onlardan birini bulup konuşmak isterim. Derdiniz neydi diye… Bir de ‘ Çizgili Pijamalı Çocuk ‘ u armağan ederim herhalde.
Mario’nun babasının psikolojisini anlayabilsinler diye…
İnsana düşmanlığın nelere mal olduğunu anlasınlar diye…
****
Kimileri hep düşman yaratmaya çalışıyor.
Yeni Zelanda Başbakanı Ardern’in neden böyle bir derdi yok?
Küba Devlet Başkanı neden felaket yaşayan ülkelere hemen doktorlarını gönderir ve yardıma koşar tüm sevecenliğiyle… Neden İrlandalı yöneticilerin ya da Palau’daki başbakanın yolsuzlukları ve yalanlarıyla tanışmayız hiç…
Neden öfke ve düşman üretmezler hiç?
Öfkenin ve stresin sağlığa olan zararlarını bilmez mi bu düşman üreticileri?
Ana muhalefet partisi ve tabibler odası bu ülkenin Türkiye düşmanı lobilerce tutulmuş ajanları mıdırlar da yok edilmeye çalışılırcasına üzerlerine gidilmekte, onların darbeci olduklarına dair söylemler üretilmektedir?
Ya, Canan Kaftancıoğlu’na duyulan öfke…
Nedir bu kızgınlık?
Maske dağıtımındaki beceriksizliğin dışavurumu mu yoksa?
Vatandaşı muhtaç iken 50’nin üstündeki ülkeye tıbbi malzeme göndermenin anlaşılmazlığı olmasın sakın?
Salgına hâkim olamamanın, karaborsacılara/ fırsatçılara ve doların yükselişine engel olamamanın sıkıntıları mı yoksa…
****
Stresli, sinirli, öfkeli siyasilere bir çay kaşığı yatıştırıcı tavsiye ediyorum.
Öfkelerinden arınmaları için de iki Sait Faik öyküsü…
Sinağrit Baba, Son Kuşlar, Haritada Bir Nokta, Hişt Hişt, Plajdaki Ayna...
Hangisi olursa…
Ey Cumhurbaşkanı, ey Cumhurbaşkanının yardımcıları, ey Cumhurbaşkanının yakınları, ey Cumhurbaşkanının gazetecileri/ televizyoncuları, ey Cumhurbaşkanının hık deyicileri, BİRAZ SEVGİ/ BİRAZ SAKİNLİK/ BİRAZ SAİT FAİK LÜTFEN!
Bakınız, o gülümsüyor hâlâ…
Gülmek, iyimser olmak çok mu zor?
Gülün biraz!
Lütfen!