Ayvalık’ta Cumhuriyet Caddesi’nde turluyorken cadde boyunca berber dükkânı, emlakçı, inşaatçı, kasap dükkânı çıkar karşınıza. Ayvalık’ın bilinen kanaat önderi kadınlarından Aysel Namlı’nın bürosu da bu cadde üzerindedir.
Sağ sırayı takip edip yürüyecek olursanız ileride bir takıcı çıkar karşınıza.
Son bir yıl açık mı değil mi bildiğim yok. Burnunun üstünde gözlüğüyle ince işler yapıyorken rastlıyordum ona. İçeri girip tanıştım da… Adını unuttum ama aklımda kalana göre Çandaroğulları’ndandı. Öyle demişti.
Bitmez tükenmez ara sokak arşınlamalarımda ona uğrar Hindistan maceralarını dinlerdim. Tek başına düşmüş yollara ve üç ay kalmış Hindistan’da. Anlattıkları, bendeki Hindistan aşkını depreştirdiyse de bir türlü gerçekleştiremedim o düşlerimi…
Daha öncesindeyse İran’ın Erdebil’indeki merkez kütüphanedeki Jaffar’dan dinlemiştim Hindistan’ı. Üniversiteyi orada okumuş. Hint kültürünün zenginliğini o anlatmıştı bana.
Merak bu ya… Uzakdoğu, Vietnam, Kamboçya, Laos, Avustralya, Hindistan’ı anlatan gezi notlarını edinip o coğrafyalarda bir gezintiye çıktım pandemi günlerinde.
En çok görmek istediğin ülke neresi denilecek olursa şimdi hiç düşünmeden Hindistan derim.
Kast sistemi, başka bir dinden neden Hindu dinine geçilemez olduğu, Sihlerin neden Hindistan’ın en zenginleri olduğu, Altın Tapınak, neden gölge ve tiyatro sanatının bu topraklarda çok gelişmiş olduğu, neden ölülerin yakıldığı ve ölülerin ardından ağlamanın en büyük ayıp olduğu gerçeği, uluslararası turizm kampı, neden tanrıların ve çöp çocukların Hindistan’da çok olduğu, Tac Mahal, 2000 yıldan bu yana sürüp gelen puja…
Tanrıların, tanrıçaların, yarı tanrıların, hayvan tanrıların ülkesi Hindistan’da hemen hemen her gün bir festivalin yaşandığını, bunların içinde en önemli olanın ‘Holi Festivali’ olduğunu da Işıl Özgentürk’ün ‘Büyülü Bir Yolda’ kitabından öğrendim.
Sağ olsun o kitabı bana armağan eden Hakkı Ülkü dostum!
Varanasi’de yaşayan insanların tek düşüncesinin ‘ölmek’ olduğunu da bu kitapta öğrendim.
Kutsal Ganj nehrinin kıyısında kurulmuş olan Varanasi’de ölmek, Ganj kıyısında yakılmak ve küllerin nehre atılması o kişi için büyük bir ödül kazanmak gibi… Ölümün aşkla harmanlandığı bir ülke olur mu? Hindistan’da yaşıyorsanız olur.
Çocuklar ve doğururken ölen kadınlar yakılmazmış sadece. Yakma işi de akşamüzeri oluyormuş.
Bir Hindu için ölüm, tekrar dünyaya gelmeden önceki bir uyku hali olarak kabul görüyor.
Binlerce tanrılı, binlerce festivalli Hindistan’da üç ay yaşamaya neler vermezdim… Bu topraklarda öğrenilecek öyle çok bilgi var ki, kim bilir kaç kitap okumaya bedel bir gezi olur benim için…
Bizde kız tarafına başlık ödenir ya… Hindistan’da tam tersi!
***
Bir de şunu öğrendim ki, Hindistan’a yola çıkacağım zaman kesinlikle kolera, tifo, Hepatit B ve menenjit aşılarını yaptıracağım. Cumhuriyet’te yazılarını zevkle okuduğum Işıl Özgentürk, bu gezisini çeyrek yüzyıl önce yapmış. Keşke benim yapacağım Hindistan turuna o da katılsa…
Katılsa da rehberliğimizi yapsa… Ondan öğreneceğim çok şey var aslında.
***
Hindistan, İran, Mısır, Çin ve Japonya…
Sahip olduğu petrol ve doğalgaz rezervi ve madenlerinden ziyade binyıllar öncesine dayalı tarihi ve kültürüyle mest ediyor beni bu ülkeler… Etkiliyor, etkilemek ne kelime, büyülüyor.
Portekiz, İngiltere, Macaristan, Letonya, ABD değil de özellikle bu ülkeler…
Can atıyorum gidip görmek, hatta uzun süre yaşamak için…
Dilleri, dinleri, yaşam biçimleri, iklimi ve insan malzemesiyle bir an önce gidip görmek istiyorum oraları.
***
Ünal Ersözlü’nün ‘Doğu Felsefesi’ tam da bu meraklı günlerime denk geldi.
“Su gibi okudum” derler ya…
Bu kitap su gibi okunacak kitaplardan değil… Öncelikle bunu söylemiş olayım.
Ünal Ersözlü, şiire sevdalı bir gönül adamı olarak girdi yaşamıma.
İzmir’in Büyükşehir Belediye Başkanının basın danışmanlığını yapıyorken Başkanı eleştirdiğim bir yazım nedeniyle üzerime çullanan işgüzar tayfasına karşı beni hiç tanımıyorken savunan/ sahip çıkan melek yüzlü çehresiyle tanıdım onu.
Sonra da dost olup gittik. Egeli Sabah’ta bana köşe vermesi, 24 Kasım Öğretmenler Günü yerine 5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü başlıklı yazıma yer vermesi, ona olan sevgimi büyüttü.
Sabah’ın Ege Temsilcisi olmasına takılmamıştım.
“Nerede yazdığıma değil ne yazdığıma bakın” diyordum beni eleştiren kimi arkadaşlarıma… Zülfü Livaneli gibi…
Ünal’a da o gözle bakıyordum.
Son üç kitabına gelince…
***
İzmir’de iki şair- yazar var.
Diğerlerinden farklı olan…
Birbirlerine uzak duran, buluşup görüşemeyen, aynı sokağı ya da semti paylaşmayan fakat aynı kaynaklardan beslenip yararlandığı kaynaklar üzerinden düşünce yürüten ve düşüncelerini kitaplaştıran iki yazar…
Avram Ventura - Ünal Ersözlü.
Felsefeyi, şiiri –uzak doğuyu- bilgeliği ve uygarlık tarihini merak edip akıl yürüten…
Avram Ventura’nın 'Bilgelik Ağacının Gölgesinde'sini okuduğum günlerde Ünal’ın da o yıl çıkan bir kitabını okumuştum. Şaşırmadım değil…
Yazdıkları, dile getirdikleri konular birbirine öyle yakındı ki…
Sanırsınız, her ikisi de aynı öğretmenden ders alan iki öğrenci…
Sanki aynı fakültede okuyan iki arkadaş…
Ya da ilgi alanları birbirinin aynı olan, aynı yolda yürüyen iki düşün insanı…
Avram Ventura’nın 'Ayın Aydınlık Yüzü', 'Yalnız Sen Varsın', 'Küldeki Kıvılcım', 'Kırk Ayna', 'İçimde Bir Başka Ben' kitaplarıyla dile getirdiği konular, liseli/ üniversiteli öğrencilere/ gençlere yol yordam gösteren metinler niteliğinde…
Doğu’nun inanç geleneğinin özneleri sayılan bilge kişilerin yolunu yol edinmişlikten ziyade, onların düşüncelerini, bilgece sözlerini/ düşüncelerini, öykü tadındaki yaşanmışlıklarını ya da düş dünyasını/ öngörülerini okurlara aktaran, rahat okunan, zevkle okunan örneklerle dolu dolu olan kitaplar… Eleştirmenin biri derse ki “Avram Ventura’nın kitaplarını okuyan kişi felsefenin kapısını da aralamış olur.” O eleştirmene hemen alo der, kutlarım. “Ben de sizin gibi düşünüyorum” derim.
Avram Ventura’yı dinledikçe, yanına kahve içimi uğradığımda, çoğu kez de verdiği kitaplarla kapısından zenginleşmiş olarak uğurlandığımda bir azizin evinden uğurlanıyormuşçasına bir duyguya kapılırım.
Bilirim ki her yazan, metinlerindeki gibi konuşmaz/ konuşamaz.
Konuşmak, güzel konuşmak biraz da Tanrı vergisi…
Duru Türkçesine kitaplarında da tanık olmak beni ona daha bir yakınlaştırıyor. Günde 100- 150 sayfa okuyan bir bibliyomandan/ bibliyofilden daha başka ne beklenebilir ki…
***
İkisinin de birer kitabını ay farkıyla okuyup bitirdiğimde Ünal Ersözlü’yü aramıştım. Her ikisinin de beslendikleri kaynak sanki aynıydı. Bu konuya değinmek için aramıştım.
Benimkisi şeytanın avukatlığıydı aslında. İkisini bir araya getirmek/ buluşturmak ve konuşturmak, sonra da “İki bilge ile” başlıklı bir yazı döktürmekti niyetim.
Benim Ayvalık günlerim, koşuşturmalarım, onun her zaman uygun olmaması ve sonra da pandemi belası nedeniyle bunu gerçekleştiremedik bir türlü.
23 Nisan Dünya Kitap Günü. Bildiğiniz gibi…
O gün yeğenim Janset’in ‘Çocuk Bayramı’nı kutluyordum telefonda… Kapı çaldı, o ne?
Kargo!
Ünal Ersözlü’den ‘50 Maddede Doğu Felsefesi’
Dünya Kitap Günü’nde Ünal Ersözlü’den ’dan kitap…
***
‘Dört Gün Buda Üç Gün Zorba’, ‘Tanrının Yaşam Kılavuzu’ , ‘Yeryüzü Misafiri ‘nin mütemmim cüzü gibi şimdi de ‘50 Maddede Doğu Felsefesi’
Ünal Ersözlü şiiri bıraktı mı yoksa diyesi geliyor insanın.
Avram Ventura gibi, bilgelik ağacının gölgesinde feylesoflarla/ bilge büyüklerimizle oturmuş söyleşiyormuşçasına dinliyor/ öğreniyor ve dostlarıyla da paylaşıyor bildiklerini.
Öncekilerde hep paylaştı, bu kez de öğretiyor.
Doğu’nun gizemli dünyasını, akıl almaz düşün ve inanç birikimini, kültürünü öğretiyor bize.
Doğu Felsefesi deyince akla ilk gelen; Doğulu bilgelerin kim olduğundan tutun, Doğu dünyasını bencileyin öğrenmek isteyenler için Google’a girmeye, ansiklopedi sayfalarını çevirmeye gerek duymadan bu 250 sayfalık kitapta aradığınız/ merak ettiğiniz her şeyi bulacaksınız.
Ansiklopedik bilgilerden Ünalist yorumlara kadar…
Dünyalılarca kabul gören bir yargı şu: “Doğu Felsefesi; ucu bucağı olmayan, sonsuz bir okyanus.”
Ünal Ersözlü de gerçeği arama sanatı olan felsefeye olan ilgisini/ sevgisini paylaşıyor bu kitapta.
Felsefenin dünün eseri olmadığını, insanlığın var olduğu günden bu yana olduğunu söylüyor.
Doğu Felsefesi deyince hepimizin aklına hemen Çin ve Hint Felsefeleri gelir ya…
Böyle olmadığını; Çin - Hint kadar İran, Mısır, İbrani ve İslam felsefelerinin de Doğu Felsefesinden ayrı tutulamayacağını söylüyor.
Ama bu kitapta İslam ve İbrani felsefesine girmiyor. Onların dev kitapların konusu olması gerektiğine inandığı için…
Doğu’nun hikmetinin hissetmek- sezmek- bilmek- anlamak ve aklın ötesi üzerinde olduğunu anlatıyor.
Günümüz Türkiye’sinde felsefe severliğin sormacası yapılsa sonuç ne olur bilemem ama felsefe sevmez bir toplum olduğumuz gerçeğiyle karşılaşacağımıza adım gibi eminim. İktidar sahiplerinin soru sorandan/ sorgulayandan/ eleştirenden hazzetmediği aşikâr.
Yolsuzlukların, hırsızlıkların ayyuka çıktığı, siyasi skandalların son bulmadığı, yozlaşmanın had safhada olduğu, mafyanın gündem belirlediği hangi gezegende felsefe sevilir ki…
Ünal Ersözlü; felsefeyle yaşamın iç içe geçtiği Doğu’nun felsefesini Tanrısal bir şiir gibi görüyor.
Bu felsefenin derdinin, insanın yaşamını anlamlı kılmak üzerine olduğunu söylüyor.
Hinduizm, kast sistemi, Upanişadlar, Brahman- Atman, Maya, Ruh- Civa, Karma, Samsara, Mokşa, Yoga, Çarvakalar, Mahavira, Buda, Nirvana, Dharma, Zen Budizmi, Satori, Konfüçyüs, Tao, Mohizm, Zerdüşt ve Avesta, Gnostik Sabiiler gibi konuları kapsayan kitap, Doğu Felsefesi hakkında bilgi edinmek isteyenler bir başucu kitabı.
Hindistan’a doğru yola çıktığımda elimde illâ bu kitap olacak. Başucu kitabı dediğim için…
Şu da var ki, insanın kim olduğunu, nereden geldiğini sorgulayan Doğu Felsefesi yanında Batı Felsefesinin de akla dayalı bir roman olduğunu dile getirmeden edemiyor Ünal Ersözlü.
“Batı Felsefesi gizemli bir kurguya sahip, adsız bir tarihtir” demeyi de unutmuyor.
Yaşam, her iki felsefeden de beslenir. Çünkü felsefe yolda olmaktır.
Yol, hepsini kucaklar. Hepsi insana aittir. Doğu- Batı kardeştir.
İnsanlık kardeştir. Birbirinden öğrenir, birbiri için vardır.
Bunları söylüyor Ünal Ersözlü…
“Selam olsun felsefenin kadim çocukları” derken aslında dünyanın dört bir köşesinde yaşayan insanlığa sesleniyor Doğu Felsefesi’nde.
“Işık Doğu’dan gelir” demeyi de unutmadan…
Böyle düşünmüyor olsaydı zaten bu kitabı da yazmayacaktı.
El- Harizmi, El- Kindi, Farabi, El- Biruni, Hallac-ı Mansur, İbn-i Sina, Gazali, Şirazlı Sadi, Hafız, Ömer Hayyam, Hacı Bektaş-ı Veli’nin doğduğu toprakların insanlığa ışık saçtığına kim itiraz edebilir ki…
Doğu’ya gidip de etkilenmemek ne mümkün ki…
Ünal Ersözlü bu kitabında felsefenin Doğu’dan yükselişine ışık tutuyor.
Ayrıntılar kitapta…
Arif Yılmaz 3 Yıl Önce
Teşekkürler.
Selahattin Tural 3 Yıl Önce
Aynı düşüncedeyim.Tum dogu felsefelerini öğrenmek isteyenlere bir başucu kitabı gibi" 50 Maddede Doğu felsefesi" Ünal ERSÖZLÜ; naif, hümanist,siirsel kişiliğine uygun bir şekilde,dogu felsefesinin derinliklerinde geziyor.Bu kez bizlere ışık tutuyor; anlaşılır bir dil, akıcı bir biçemdeki yazılarıyla...