Genelleme yaparak konuşmak istemem ancak, birçoğumuz deniz mevsiminde denize atlayıp, sahilinde kumlara uzanıp güneşlenmeyi, kışın kayakla kaymayı özler, heves ederiz. Hasretini çektiğimiz bu anları gerçekten yaşadığımızda mutluluk duyarız, iç sıkıntısı yerine değişimin getirdiği bir huzur... Ama vazgeçişleri asla kabul etmeyiz, kaybetmek canımızı sıkar…
Hesapsız kitapsız yaşayamaz olduğumuzdan, çevremizde belki muhtaç biri yoktur, sen İstanbul’dan kalkıp gider Balıkesir’de ki İskender GÜNDÜZ’e yardım edemez misin? Edemezsin. Çünkü, vicdanını rahatlatmak için harcayacağın yüklü gelecek yol parası bile bu istemden vazgeçirir, içinde ki iyilik meleğini bastırırsın. Hesapsız yaşayamayız biz. Afganistan’dan, Suriye’den kaçıp İstanbul’a gelenden daha mı çok yol yürütür iyilik meleğimiz bize…
İran'ın güneyindeki Fars eyaletindeki Dejgah köyünde yaşayan Amou JAJİ isimli bir adam vazgeçişleri ile hayatına çok insanın cesaret bile edemeyeceği bir tarzda yaşamaya başlamış. Bir evde bile yaşamayı istemeyen bu adama köylüler derme çatma briketten bir yer yapmışlar. Ne elektriği ne de suyu var. Hayatına yapaylığı, çağın getirdiklerini sokmuyor. Dinsel ibadeti de yok. Ne oruç tutuyor ne de namaz kılıyor. Ama keskin kuralları ve inancı var; kendisine kötü şans getireceğini ve öleceğini düşündüğü için 67 yıldır banyo yapmıyor. Banyo yapmanın kendisini öldüreceğine ikna olarak su ve sabundan vazgeçtiğini dile getiren Amou JAJİ, yol kenarında bulduğu hayvan ölüleriyle besleniyor ve yağmur sularının oluşturduğu birikintileri içme suyu olarak kullanıyor. Para kullanmadığı için sigarasını hayvan dışkısından yapıyor. Alışılmadık yaşam tarzı nedeniyle arkadaş olmaktan korkulduğunu ifade eden JAJİ, insanlardan kendisini soyutladığı bir yaşam sürdürüyor.
İran'ın güneyindeki Fars eyaletindeki Dejgah köyündeki kulübesini ziyaret eden sağlık görevlileri, JAJİ’nin yaşam tarzına rağmen tamamen sağlıklı olduğunu bildirdi. Vücudunda herhangi bir bakteri ve virüsün neden olduğu hastalığa rastlanmayan JAJİ’nin sağlık durumu bilim insanlarını şaşırttı.
JAJİ, bu yaşamıyla bir şeylere sığınan ama kaybetme korkusu içlerinden hiç eksiltemeyen, kalabalıklarına rağmen aslında paylaşımları, dayanışmaları sınanmamış olduğu için ne kadarı gerçekçi bilinemeyen yoksullara da inat vücudunu zorluklar içinde tutarken dokunulmazlığı da sağlıyor bir bakıma. Tek başına olması bir sonuç yaratamayacağı için ne polis baskısına maruz kalıyor, ne davranışlarının ahlakla sınırlandırılması baskısı oluyor. Nerede kalmış o yasalar, sağlıklı beslen güzel insan ol! Hani nerede uzun yaşama kaygısı için fanus içine kapanma. Aile bireyleri ile bir masa etrafında önce yemek duası sonra sohbetli yemek… Parfüm kokularıyla bir sarhoş edicilik, diş fırçasıyla sağlıklı ağız… Ütülü gömlek ve pantolonum nerede kaldı kaygısı… Bankada ki para ya da hisse senedi, borsa indi mi çıktı mı? Cumhurbaşkanı, belediye başkanı seçilir miyim telaşesi… Bunları diğer insanların korkulu yüreklerinde bırakarak yaşıyor…
Sadece bilim adamları mı şaşkın, onun bu cesaretini gören ama aslında ondan farksız olmayan garibanlar da şaşkın. İran’ın yayılmacı dinciliği de şaşkın.
Sorsanız bu yaşama niye tercih ettiğini tıpkı bizim Balıkesir’de mağarada 44 yıldır yaşayan 76 yaşında ki İskender GÜNDÜZ gibi, “Ne önemi var? Ha o sebepten ha bu sebepten…” diyecektir.
İskender GÜNDÜZ, yalın ayak çok az bir giyimle yaz kış aynı elbiselerle bir mağara kovuğunda yaşar. Ama çok okur. Şehirde, köy ahvalinde yaşamayı kabul etmez. Yalnızlık daha sevilir bir dosttur. Ama insan yalnızlığı… Yoksa kuşun, çiçeğin, ağacın, güneşin, karın dostluğunu geri çevirmez. Yani bizim göremediğimiz, zaman zaman da korktuğumuz şeylerle dostluk kurar.
Asıl dilenmeden yaşamayı seçişleri cesaret. Bir sıcak çorba vermek istesen alıp almamak kararını hayatına müdahale edip etmemene bakarak karar veriyor. El açmıyor, yalvarmıyor ve yaşıyor.
Onunla gibi yaşamayı bir kenara koyun onunla karşılaşsak mutlaka onun gözünden de dünyaya bakamayacağız. Empati kurmayı bırakın saatler geçirip yanında, uzanarak onunla onun mağarasında, en azından üç saat bakınsak çevresine kulak versek dinlediklerine… Yine de onun gözünden göremeyeceğiz. Kurtuluşu ondan uzaklaşmak ona acımakta bulacağız. Büyük insanlığımızla…
Müslim Dedem anlatıyor: “Bir gariban derviş vardı. Üstü başı perişan, yırtık. Kar kıyamette bile yoktu üstünde bir şey. Ama fukaralığından fazla, nura ayan ermiş biriydi. Alıp götür yeni üst baş al... Birden bire kaybolurdu… Geldiğinde de bakarsın aynı gariban elbiselerde, ‘ne oldu yenilere’ denildiğinde ‘İhtiyacı olan bir gariban gördüm ona verdim’ derdi. Korku bilmezdi.” Tıpkı anne – babamın anlattığı ermiş insan efsaneleri gibi… Tarihten gelip içimizi ısıtan o Diyojen, Neyzen TEVFİK olmak çok zor mu?
Özendirmek için yazmıyorum, kaybedecekleri bir şeyleri olmayanların sınırları, korkuları da olmaz. Biz korku çemberini kendi kendimize örüyoruz. Kendi yüzümüzden kendi özümüzden ve kendi sözümüzden korkan insanlar olarak. Açlık grevine yatanlardan bihabermiş gibi öğle yemeğini kaçırsak sanki açlıktan ölürüz korkusu. En doğal sahip olduklarımızı güneşimizi kaybetme, arıyı balı kaybetme korkusu, çocuğuna üç kuruş harçlık verebilme olanağını kaybetme korkusu, (Bu dünya hepimize değil de birilerine aitmiş gibi) işsiz kalma korkusu…
Elbette! Ölmeden önce ölmeyi beceremeyenlerin ölüm korkusu…
Kaybetmiş olduklarımızı hatırlayamadan hem de…
Sevgiyle, sağlıcakla kalın….