Üç büyük kentte 5 devlet lisesinden biri, İstanbul’da ise 4 devlet lisesinden biri imam hatip…
Zorunlu din derslerine, binlerce camiye ve gene binlerce tarikat şefine karşın; Bingöl Belediyesine sınavsız işe alınanlara bir göz atalım mı?
Yusuf Demir: İnşaat mühendisi. Bingöl Belediye Başkan Yardımcısı Yaşar Demir’in oğlu.
Abdullah Budan: Jeoloji Mühendisi. AKP Belediye Meclis Üyesi Hüseyin Budan’ın kardeşi.
Mustafa Güler: Jeoloji mühendisi. Eski milletvekili Mahfuz Güler’in yeğeni.
Furkan Berdibek: Çevre mühendisi. AKP milletvekili Fevzi Berdibek’in yeğeni.
Bora Tuğ: İnşaat mühendisi. Bingöl’ün eski belediye başkanlarından Bedri Tuğ’un oğlu.
Ali Artan: İnşaat mühendisi. Bingöl Orman İl Müdürünün yeğeni.
Levent Baluken: İnşaat mühendisi. AKP İl Başkan yardımcısı Diyap Bazencir’in yeğeni.
Sevilay Arıkan: Çevre mühendisi. Bingöl Belediye Başkanı Erdal Arıkan’ın yeğeni.
Torpil, kıyak, kayırma…
Nepotik uygulamalar, nepotik ahlak…
Son yılların ürünü… AKP’nin ürünü…
İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, Batıda, Doğuda, Güneyde ve Kuzeyde…
Ülkemin her yanında…
Basına yansıyınca da harlıyorlar, parlıyorlar.
Basına ve gazetecilere öfkeleri bundan…
****
Son bir buçuk yılda Bursa’da 5 bin 373, Manisa’da 4 bin 568, Muğla’da 4 bin 449 esnafın işyerini kapatmak zorunda kalmasını yazan gazetecileri sevmiyorlar.
Düşünebiliyor musunuz son bir buçuk yılda 56 ilde toplam 90 bin 743 esnaf kepenklerini indirmek zorunda kalmış.
Akşam sabah 'Tek devlet- Tek Millet- Tek Bayrak- Tek vatan' nutukları atan birinin şimdi 'Çoklu Baro' diyor olmasını karikatürize eden Zafer Temoçin gibi sanatçılar iktidar gözünde 'kötü adam'
"İşler yolunda gitmeyince sorunları çözmek yerine yeni sorunlar yaratmak ve hatta sorunların nedeni olmayan kesimlerle kavgaya girişmek akıllı adam işi değil!" diyen gazeteciler- televizyoncular iktidar gözünde 'bozguncu'.
Meslek örgütleri, örgütçü olan herkes ile kavga eden, avukatı yerlerde sürükleyen/ üzerlerine biber gazı sıkan iktidar, ele geçiremediği yüzde beşlik medyaya savaş açmış gibi.
İstediğini yazmayan medyaya öfkeleri anlatılacak gibi değil…
Konu bulamayınca eski defterleri kurcalamayı iş haline getiren iktidar, Bodrum’da bir porsiyon dönerin 370 liraya satılmasından habersiz gibi. Almanya gibi gelişmiş bir ülkede bir porsiyon dönerin 4,5 Avro, Bodrum’da ise 48 Avro olmasından rahatsız değiller.
Güzelim ülkenin adına leke sürdürenler, bize olan güvenlerini un ufak edenler…
Avrupa Birliği’nin 1 Temmuz’dan itibaren sınırlarını açma kararı aldığı aldığı 15 ülke arasında Türkiye’ye yer vermemesine öfkeleniyor bizimkiler.
'Koronaya yakalandı diye geçmiş olsuna giden Türkler' haberlerini okumuyorlar mı sanki Avrupalılar? Bilmiyorlar mı bizimle ilgili gerçekleri…
Koronayla ilgili olarak Bilim Kurulu üyesi olan Prof. Dr. Seçil Özkan "Beklediğimiz düşüşü bir türlü yakalayamadık." deyip duruyorken bu açıklamanın Avrupa ülkelerine haber olarak uçmayacağını mı sanıyor acaba bizim akıllılar.
Turisti yolunacak kaz gören anlayışı dillendiren gazetecilere kızmanın gereği var mı?
Bir porsiyon döner 370 lira mı olur hiç?
****
14 yaşındayken Metris Cezaevi’nde RTE ile birlikte kalan, RTE’nin gönüllü şoförlüğünü yapan, 7 Haziran 2015’te AKP milletvekili adayı olan ama kazanamayan 1 Kasım 2015’te ise AKP İstanbul milletvekili olarak TBMM’ye giren Ahmet Hamdi Çamlılardan, arazi vurgunlarından, çocuk tacizlerinden, kadın cinayetlerinden habersiz mi sanıyorsunuz Avrupalıyı siz?
AKP döneminde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden AKP’lilere sağlanan ayrıcalıkların önünün arkasının kesilmediğini gazetelerden öğrenmiyorlar mı sanıyorsunuz?
İBB İştiraki olan KİPTAŞ’ın AKP İstanbul Milletvekili Ahmet Hamdi Çamlı ve eski AKP milletvekili Harun Karaca’nın şirketine akaryakıt istasyonu fonksiyonlu arazi sattığının ortaya çıktığından habersizler mi sanıyorsunuz onları?
Doktorlara yapılan saldırıları görmüyorlarsa da okuyup öğreniyorlar.
Avrupalı, basın özgürlüğü konusunda duyarlı.
İfade Özgürlüğü Derneği 2019 Raporunda Türkiye’de 408 bin 494 web sitesinin erişime engellendiğini biliyorlar.
RTE’nin sosyal medyaya savaş açtığından habersiz değiller…
İYİ PARTİ’li Lütfü Türkkan’ın bu konuda söylediği şu sözleri bilmiyor değiller: "Sosyal medya nerede yasaklandı? Çin’de, Kuzey Kore’de, İran’da. Biz nereye gidiyoruz? Biz de mi oraya gidiyoruz? Eğer gitme vaktiniz geldiyse ne yaparsanız yapın mutlaka ve mutlaka iktidardan gidersiniz. Yasaklar bu gidişi hızlandırır. Hızla totaliter rejime gidiyoruz."
Lütfi Türkkan’ın sosyalist/ sosyal demokrat olmayıp Ülkücü- milliyetçi bir siyaset adamı olduğunu da biliyorlar üstelik. Bu yüzden konuyu daha da önemsiyorlar. CHP’lilerin açıklamalarından çok daha fazla önemsiyorlar.
İşten çıkarmalar ve yoksulluk almış başını gidiyorken iktidara yakın İsmailağa Cemaatinin lideri Mahmut Ustaosmanoğlu’nun yoğun bakımda yaşadığı şu günlerde cemaat mensuplarının 100 kurban kesmesini anlayamadıkları gibi Hz. Muhammed’in "Komşusu açken tok yatan benden değildir" sözüyle bu yapılanın nasıl bağdaştığını bile düşünüyorlar. Bu işte bir mantıksızlık olduğunu bilmiyor değiller… Güzel sözlerle yapılan çirkin/ yanlış işleri ayırt edemeyecek kadar cahil değil ki onlar…
Şaşıyorlar bize…
Kısaca… Avrupa, her hareketimizi izliyor. Onların bize olan güvenleri/ güvensizlikleri bundan!
Kızmanın, fevri çıkışlarda bulunmanın gereği yok!
Dayılanmanın yararı olmadığı gibi, mantığı da yok!
Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 180 ülke arasında Türkiye’nin 2002’de 180 ülke arasında 99. İken 2019’da 157. sıraya gerilediğimizi biliyorlar.
Dinç Bilgin, Cem Uzan, Mehmet Emin Karamehmet, Aydın Doğan gibi medya devlerinin bu iktidarca medya dünyasından sildiğini bilmiyor değiller.
Gazetecilerin, televizyonların kapatıldığından haberdar her biri. WhatsApp, Facebook ve İnstagramın zaman zaman engellendiğinden haberdarlar.
860 gazetecinin basın kartının iptal edildiğini biliyorlar.
Cumhurbaşkanına hakaretten mahkum edilen gazeteci sayısının 53 olduğunu bilmiyor değiller…
Soner Yalçın’ın yazdıklarını okuyanlar sadece Sözcü’nün okurları değiller. Avrupalı da takip ediyor kimin ne deyip ne demediğini…
Özgürlükler konusunda 41 OECD ülkesi arasında sonuncu sırada olduğumuzu bilmiyorlar mı sanıyorsunuz?
Özetle… iktidarın söz geçiremediği yüzde beşlik medyayı susturmaya çalıştığını biliyorlar.
Şu işe de şaşmıyor değiller…
Şeriat var diye Arap ülkeleri liderlerinin bembeyaz çarşaflarla dolaştıklarını, çorapsız ayaklarıyla terlikle gezip dolaştıklarını/ konuk ağırladıklarını biliyorlar. Kendi ülkelerinde köşkler/ kâşaneler/ araziler ve sokaklar aldıklarını biliyorlar. Londra’da bir sokağı tamamen alanların kimler olduklarından/ milliyetlerinden haberdarlar.
Şeriat özlemcisi olan AKP’li siyasilerin ise grand tuvalet, marka ayakkabılar ve marka saat ve gözlüklerle arz-ı endam ettiklerini de görüyorlar.
Ne Kenan İmirzalıoğlu ne Burak Özçivit ne de ülkenin en önde gelen simalarının RTE kadar şık giyinmediklerini, bizim kadar onlar da görüyorlar.
Süslüman kardeşlerimiz öyle şık giyiniyorlar ki, öyle pahalı aksesuvarlara sahipler ki…
Örneğin cumhurbaşkanının sayın eşi milyon dolarlık çanta taşıyor kolunda…
RTE’nin ceketine, pantolonuna, ayakkabısına ve kravatına dikkatli bakın lütfen.
Haftada iki kez yarışma programı düzenleyen milyonların sevgilisi Kenan İmirzalıoğlu ile mankenlerimize de bakın bir lütfen… Kıvanç Tatlıtuğ, Kadir İnanır gibi şöhretler bile soluk kalıyor Cumhurbaşkanının yanında. Allah için çok çok şık giyiniyor. Çok da pahalı…
Avrupalı, şeriat özlemcisi siyasilerimizin neden Şeyh Temim Bin Hamed El Sani gibi giyinmediklerini neden Suudiler gibi terlik ve çarşafla dolaşmadıklarını merak etmiyor mu sanıyorsunuz?
Biz de sormuş olalım şeriatçı çevrelere: "Şeriatçılar gibi, örneğin Müslüm Gündüz gibi/ İsmailağa cemaati önderi gibi neden giyinmiyorsunuz? Neden Cüppeli Ahmet gibi değil de Paris’in/ Londra’nın beyefendileri gibi…
Huzur içinde yaşamak için Müslüman Pakistan’ı, Yemen’i, Mısır ya da Suudi Arabistan’ı değil de Hıristiyan İngiltere’yi, Fransa’yı tercih edenlerin çelişkilerini anlayamıyorlar.
Bizim anlayamadığımız gibi…
****
3 Y, diyerek gelmişlerdi 18 yıl önce. Yoksulluk- Yolsuzluk-Yasaklarla mücadele edeceklerdi.
2020’nin Temmuzunda bu üçü bitti mi yoksa katlandı mı?
Temmuzun 3’ünde Sakarya’daki fişek fabrikasında patlama oluyor. 4 ölü, 114 yaralı. 3 de kayıp…
Öğreniyoruz ki bu fabrikada 2009, 2011 ve 2014’te de patlamalar yaşanmış.
Cahilleştirilmişlerimiz ve siyasetçilerimiz buna 'fıtrat' ya da kader diyebilir, konunun dallandırılıp budaklanmasını istemeyebilirler.
Ya Avrupalı?
Haziran ayında 27 kadının öldürüldüğünü, adliyeden Meclis’e kadar yürümek isteyen avukatların üstüne biber gazı sıkıldığını, sosyal medyayı en çok kullananların AKP’lilerle MHP’lilerin olduğunu bilmiyor mu sanıyorsunuz?
TBMM tarafından kamu yararına çalışan dernek statüsüne alınan, izinsiz yardım toplama izni verilen/ TBMM Üstün Hizmet Ödülü verilen yardım derneğinin hırsız çıktığını yazan Yılmaz Özdil’i okumadığını mı sanıyorsunuz Avrupalının?
****
Ülkemizin, iktidarları hop oturtan hop kaldıran bir küçük dev adamı vardı.
Aziz Nesin!
İki sözüyle her şeyi anlatmış oluyordu. İğne gibi/ çuvaldız gibi batıyordı onun sözleri işbaşındakilere… Toplumun vicdanıydı o. Sinen/ saklanan/ susan değil, hep meydanda olan/ konuşan bir öncüydü o.
5 Temmuz 1995’te sonsuzluğa yürüdü Çeşme’de…
O sabah abim aradı: "Recai Aziz Nesin ölmüş."
İlk işim hemen Cumhuriyet İzmir Bürosuna gitmek oldu. Aziz Nesin’in hiç istemediği bir şeyi yapmaya… Onun için gazeteye ilan vermeye…
"Türkiye en büyük aydınını kaybetti. Perikles, Şeyh Bedrettin, Bruno ne kadar ölümsüzse Aziz Nesin de o kadar ölümsüzdür. Hep yolunda oldum. Olmaya da devam edeceğim. Seni çok seviyorum."
Sonra da bir avuç BSP’li olarak Çeşme yoluna düştük. Hastaneden cenazesini alıp İzmir’e getirmek için… O gün hastanede polisle kovalamaca oynar gibiydik.
Aziz Nesin’i almaya gelmiş olan bizler onun için bir şey yapmayacağız ha…
Bir anda kitle oluvermiş ve yürüyüşe geçivermiştik.
Daha sonra da cenazesini alıp İzmir’e geldik ve havaalanından İstanbul’a uğurladık. Şükran Kurdakul da ağlayan gözleriyle aramızdaydı o gün.
Beni etkileyen bir numaralı adamdı o. Çok sevdiğim bir yazardı.
Eşim ve kızımla fuardaki imza günlerinden birinde sıradaydım. Sorduğum bir soru ve aldığım o yanıt hiç kulağımdan çıkmıyor:
"En güzel/ beğendiğiniz kitabı imzalamanızı arzu ediyorum Aziz Bey. Hangisini alayım?"
"Efendim, benim en güzel kitabım en pahalı olan kitabımdır."
****
Bir başkası…
İstanbul’dan getirecektik ve Karşıyaka’daki bir söyleşide birlikte olacaktık.
İzmir’e geliş uçak parasını sağlama işi bana verilmişti sevgili Nurdan arkadaşım tarafından…
O günlerde Bozyaka’da bir okulda çalışıyorum. Öğretmenler odasında çay saatindeyiz. Ayağa kalkıp heyecanlı bir konuşmayla konuyu anlattım ve arkadaşlarımdan Aziz Nesin için bize yardımcı olmalarını istedim. Tam o sırada da öğretmenler odasına sağ eğilimli müdür yardımcısı girmez mi… Olaya da tanık olmuş oldu tabii ki…
Tam sınıfıma girmek üzereyken o müdür yardımcısı kolumu tuttu: "Oğlum sen ne yaptığının farkında mısın? O komünist adam için okulda para topluyorsun. Bunun ne demek olduğunu bilmiyorsun galiba!"
Daha başka bir şeyler daha söyledi.
Olsun, ben görevimi yapmıştım.
Sonunda, onu getirdiğimiz gün babamı da alıp Karşıyaka’daki o etkinliğe katıldık. Babamla tanıştırdım. O gün herkes, hayranlıkla/ ilgiyle onu dinlemişti.
Yazışıyordum küçük dev adamla. Her yazdığıma da üşenmeden yanıt veriyordu. Öyle güzel bir el yazısı vardı ki… Ben de onun gibi yazmaya başlamıştım hatta.
Yazık ki onları saklamayı beceremedim. Onu hiç ölmeyecek gibi bilmemdendi bu. Yıllarca durdu o mektuplar bende. Şimdi ise sadece ikisi kalmış elimde. Maalesef…
Tek başına Darbeci Kenan Evren’e kafa tutan adamdı o.
Çok özlüyorum.
O’nsuz çok eksiğiz!
Eksikliğini duyumsayanların İzmir’de 'Aziz Nesin Parkı' için bir girişimde bulunmaları gerekmez mi?
Sayın Tunç Soyer’in bu konuda öncülük yapması ne kadar da güzel olur.
Aziz Nesin Parkı, Aziz Nesin Kültür Merkezi, Aziz Nesin Bulvarı çok da yakışır güzel İzmir’imize…
Nurdan Çaypınarlı 4 Yıl Önce
Cok güzel ve kapsamlı bir yazı olmuş arkadaşım kutlarım..