Kitapla buluşmalar sanki mevsimlere bölüşülmüş; belediyeler güz aylarını daha büyük olan TÜYAP ise kış ya da ilkbaharı tercih ediyor.
Bakın etrafınıza özellikle Ege’deki pek çok belediye Eylül ya da Ekim ayı içerisinde yöresindeki insanları kitapla buluşturuyor.
Bu yönde organizasyonlar yapıyor.
İzmir Bornova Belediyesi de bu kervana katılanlardan, Eylülün son iki haftasını buna ayırmış.
Tam da pandemiden çıkıldığı bir dönem doğrusu hiç de fena olmamış.
Büyük Park onlarca kitap standıyla şenlikli bir ören yeri havasına bürünmüş.
Eylülün sondan bir önceki cumartesiydi, Aydoğan Yavaşlı ile kitap günlerine uğradığımızda.
Onlarca kitap standı, üç yerde oluşturulmuş etkinlik alanıyla şirin bir organizasyon…
Pandemiden sonra kalabalıkları, dostlarla bir araya gelmeleri özlemişiz.
Birçok dostu, yazarı görme fırsatı doğdu.
Hemen belirtelim Tüyap’tan alıştığımız o mahşeri kalabalıklar burada yok.
Sıra sıra gelen okullar, öğrenciler, gençler fazlaca görülür değil.
Tabii hemen belirtelim Milli Eğitim böyle olursa olacağı budur zaten…
***
Aydoğan Yavaşlı çocuklarla bir söyleşi çağrılı idi, ben de onu izlemek için oradaydım.
Konukları bir özel anaokuluydu, çocuklar cıvıl cıvıldı.
Yavaşlı işte bu çocuklarla söyleşti.
Onlara teatral bir eda içinde kendi kitaplığını, kitaplığındaki bir kitapla yaşadığı serüveni anlatıyordu.
Bir müddet dinledikten sonra bu işin son derece zor olduğuna kanaat getirdim ve başka stantlara doğru yola koyuldum.
Giderken de aklımda müdürlüğüm sırasında etkinliklere çağırdığımız Duvara Karşı Tiyatro’dan gelen usta tiyatrocular vardı. Nasıl da güzel anlatıyor, çocukları can kulağı ile dinletiyordu. Bir müddet sonra bu anlatıya çocuklar da dahil oluyor, hep beraber bir tiyatro oyununu sahneleniyordu. Sanki.
Şimdi anımsadığıma göre Samet Behrengi’nin Küçük Karabalık öyküsündeki küçük ve büyük balıklardan yana olanlar iki gruba ayrılıyor, bu öyküdeki düzene göre oynanıyordu.
Çocuklar belki de bilmeden epik tiyatronun birer aktörü oluyordu böylece.
**
Merakımdan biri de semt kitapları, kentleri anlatan kitaplar olduğu için İzmir’in semtlerinin anlatıldığı Heyemola Yayınlarını aradım. Bu stantta bana da kitabımı imzalamam konusunda teklif gelmiş, ancak Urla’da olmam bu güzel davete engel teşkil etmişti. Neyse ki yan tarafındaki karikatürist dostları gördüm; Eray Özbek, Abidin Köse oradaydılar.
Bu dostlarla onca yıl Konak Belediyesi müzesinde karikatürle ilgili sergiler açmıştık.
Abidin Köse “Başka Bir Dünya Mümkün!” adlı karikatür albümünü imzalayarak bana verdi.
Çok sevindim.
***
Kanguru yayınları standında Aydın Şimşek’i gördüm.
İyi bir aydın ve edebiyat emekçisi olduğuna hep inanırım, şimşek’ in.
Onlarca kitaba imza atmış biridir; şiir, roman, edebiyatın kuramını anlatan kitaplar…
Alsancak’taki özel Kanguru sanat merkezini sordum, pandemi boyunca zorunlu olarak kapalı tuttuğunu söyledi.
Aslında yerel yönetimlerin kendi bölgelerinde bu tür sanat merkezlerini destek vermeleri gerekir ama bunu kime anlatacaksınız!
Aydın Şimşek’le olunca haliyle kitaplar, yayınlar gündeme geliyor:
2020’de Mustafa Özturanlı’nın yayıma hazırladığı Kanguru’nun bastığı kitaptan söz etti.
Kitap, “İzmir’in Seyir Defteri”. İzmirli şairlerin şiirleri ve izmir üzerine kısa görüşleri kitabın içeriğini oluşturmuş.
Okuyunca çok sevdim, Özturanlı’yı kutluyorum.
Önsözü, “…bu güldesteyi, bu günden önce bir biçimde şehirden geçip Basma Fabrikası’ nın çizgili pazen hırkalarıyla göçen; ve bu günden sonra (…) patiska kundaklarında şehre doğacak; ya da yolu bir biçimde şehre düşecek şairlere adayalım.
Seyrüsefer kuşları ve biz…” diyerek bitirmiş.
Bizim de yolumuz şehre düştüğüne göre zevkle okuduğumuzu Özturanlı’ya söylemiş olalım.
Aydın Şimşekle konuşurken söz döndü dolaştı Donkişot’ a geldi.
Şimşek, dünyanın bu ilk romanı hakkında epeyi çalıştığını bir kitabında Donkişot’u çözümleyen denemesinin var olduğunu söyledi.
Doğrusu Şişek’in sözünü ettiği çalışmayı okumamıştım ama 1572 yıllarında Cervantes’in yazdığı dünyanın ilk romanını konu alan çalışması ilgimi çekmişti.
Tabii Donkişot’taki kahraman Sancho Panço’nun yel değirmenlerine saldırarak şovelyeliği eski görkemli günlerine getireceğine inanması, kürek mahkumlarına saldırıp onları güya özgürlüğüne kavuşturma isteği, iki koyun sürüsünden birini düşman sanıp saldırması ve sonrasında çobanlardan okkalı bir dayak yemesi hep Donkişot’taki roman kahramanımızın marifetleri…
Şimşek, konuşmamızda Sancho Panza’nın bütün bu eylemlerine bakıp, romanın arka planında kaybedenlere duyulan destek ve sevginin olduğu söylüyordu.
Bilenler olacaktır, aynı duruma Homeros’un İlyada’sında da var.
Burada da kitabın içeriğindeki metinleri çözümlemek ve yorumlar üretmek nerdeyse dünya çapında uzmanlık gerektiren bir uğraşa dönüşmüş durumda.
Aslında edebiyat haklıdan ezilmişten yana değil midir?
Geçen gün Yaşar Aksoy’un “Hayatım Kitap”ını okurken tıpkı Donkişot’ta Aydın Şimşek’in yorumuna denk gelen bir durumu fark ettim.
Orda Aksoy, ilkokul son sınıfta Mösyo Pardayyan’ la tanışıp on cilt Pardayyanları okuduğunu söylüyor.
Pardayyan’nın kılıcını; “Ahlak, dürüstlük, namus ve Fransa” diye kullandığını, bu şövalye ruhlu kahramanın daima ezilenden, haklıdan ve yoksullardan yana olduğunu belirtiyor.
Tıpkı Sacho Panço gibi…
Pardayyan bilindiği gibi krala karşı mücadele ediyor.
Belki de edebiyatın gücü bu olsa gerek; hepimizin vicdanını harekete geçirerek iyi olanı bulmayı hedefine koyuyor.
Evet, bütün bu güzellikler, tartışmalar, kitabın güzelliği beynimde gezinirken ben de güz sıcağının hararetine dayanamadım, evin yolunu tuttum.
Bir yandan da Ümit Yaşar Işıkhan ile Yücelay Sal’ın saat 18.00’deki şiir dinletisini izleyememiş olmanın ezikliği ile…
Çünkü çok zaman vardı akşam olmasına.
Eve vardım, kitaplar, güzellikler, Bornova…
Kafamda uçuşup duruyordu.