Bostanlı’da Çörçil’in Kahvesine yakın minik havuzun başında arkadaşlarımı beklerken gözüm hep martılarla kargalardaydı.
Karganın biri havuza girmiş duş(!) yapıyordu. Başını suya sokup sağa sola sallıyor, sonra da çırpınarak üstündeki sulardan arınıyordu... Defalarca da yapıyordu bunu. Arada bir başkaları da geliyordu yanına ama onların duş yaptıkları yoktu.
Bizimkisi suya dala çıka, çırpına çırpına bir haller oldu.
Arkadaş banyo yapıyor ya…
Mayo giymek, havlu taşıma dertleri de yoktu bizimkilerin…
Kuş olmanın değerini biliyorlar mı dersiniz… İstedikleri yerde/ hem de ortalık yerde banyo yapıyorlar, bir de diledikleri yöne uçabilmekteler…
Ornitolog değilsem de kuşların dünyasını öğretmenlik yaptığım köyden az çok biliyorum. Güvercinlerimin yaptığı ahlaksızlığı sizlere anlatsam roman olur. Ne ana dinliyorlar ne bacı…
30 cins güvercinim, 6 muhabbet kuşum vardı. Mesai bitince dört beş öğrencimle köyün dışındaki mağaraya gidip yarasaları gözlüyor, ağaçlardaki kuş yuvalarını yokluyor, su birikintilerinde de bazen yılan yakaladığımız oluyordu. Kanatlılarla sürüngenler arasında geçen günlerdi Sarıdere günlerim.
Daha da ilginci… özellikle Ahmet Çam öğrencim beni bu keşif gezilerimde yalnız bırakmıyor, asistanım gibi el veriyordu bana. Okula yakın bir kayalık arazide sarı sarıakrepleri yakalıyor, kibrit kutusuna dolduruyorduk. Onlarla nasıl deneyler yaptığımızı burada anlatırsam hayvanseverlerin kulağına gider diye anlatmaya çekiniyorum.
Özetle, hayvanlar dünyasıyla doğduğum köyden bu yana hep çok yakın oldum. Salihli’de apartman katında beslediğim güvercinlerim oldu. 10 da muhabbet kuşum…
Yeşilyurt’taki opal mavisi muhabbet kuşumuza beş altı sözcük bile öğrettiğim oldu. Şaka değil, "canım", "cicikuş"u öyle güzel söylüyordu ki dinleyenler bir çocuğun/ bebeğin konuştuğunu düşünüyordu. Müfettiş Emin Öztürk’tü onlardan biri…
Omzumdaydı. Tam o sıra Emin’den telefon geldi. "Ne yapıyorsun Recai?"
Bizimkisi omzumda ya… Sanki ahizeye seslenircesine "Cicikuş canım!" deyivermesin mi?
Emin’in sesini bir duymalıydınız: "Ne diyon lan sen!"
Tavuk, horoz, yılan, kirpi, ördek de besledim. 2 yıl da 10 kadar japon balığı… Akvaryumun yeşilli kırmızılı rengi karşısında kendimden geçtiğim gecelerim az değildi…
Hayvan sevgisi, babamdan geçmiş bana… Kaz, ördek, koyun, köpek, tavşan beslemişliğimiz çok….
Yeğenim Janset de kedilerin, atların ve köpeklerin bir numaralı dostu.
Onun yanında köpeğe köpek bile demeye çekinirim ben. "Amcaaaa!" deyişi hep gözümün önüne geliyor… "Köpek deme onlara!" der gibi.
****
Önümdeki elektrik direğine ötelerden gelen kargaların öyle mükemmel bir inişi/ konuşu var ki, izlemeye doyamıyorum. Süratle gelmesine karşın direğin tam üstünde o harikulade fren sistemiyle yumuşak / sert harmanlaması bir hareketle durup, öyle mükemmel bir iniş yapıyor ki lambanın üstüne, ne sağa sola sallanma ne de kayma…
Bir dakika kadar çevresine bakınıp tekrar uçmaya başlıyor. Bu kez bir başkası…
Her karga Boeing 727 pilotundan çok daha usta, bunu bilesiniz…
2008’de Kopenhag’tan İzmir’ e geliyorum. İstanbul’da uçağımız öyle yumuşak bir iniş yaptı ki ayağa kalkıp avuçlarım kızarana kadar alkışlamıştım pilotu. Beni gören koltuk arkadaşım, önümdeki, arkamdakiler de eşlik ettiler. Uçaktan ayrılırken de, hostesin birine "Benden selam söyleyin o pilota… Teşekkür ettiğimi söyleyin." demiştim. Aynı gözümün önündeki kara kargalar gibi iniş yapmıştı piste…
İzmir’de Ankara’ya gider, gelirken demek ki yaşamamışım öylesine mükemmel inişleri…
Kara kargaların pilotluğuna on üstünden on vermişken bir anda doluşan martılar da dikkatimi çekmişti. Onlar da duş yapmaya gelmiş olmalıydı. Fakat, hiçbiri on dakika önceki karga gibi değildi. Duş yapan karga, yıllar öncesinin dansözü Zennube’den farksızdı. Suya dalışı, suyun içindeyken başını sağa sola sallaması, Zennube’nin o kıvrak hareketlerini taklit edercesine estetik yüklüydü.
Kolej yıllarımda, Kordon’daki Sibel Gece Kulübünde Hasan İnce’yla birlikte izlediğimiz Anjelik kadar da diri ve gençti gözümü ayırmadığım kara karga.
Ancak… Martılar Adile Naşit sıkletindeydi. Yaşları da sanki ninemin yaşında gibindeydiler.
Her sudan çıkan martının elektrik direğine havalanıp konması karşısında şaşaladım.
Her birinin lambanın üstüne konuşu, kargaların pilotluğundan farksızdı.
Türk Hava Yollarının, Pegasus’un pilotları mutlaka bu karga ve martılardan ders almalı.
Böylesine yumuşak bir iniş alkışlanır doğrusu…
****
Tepemde uçuşan, lambanın üstüne konan, sağımda solumda dolaşan kargalara ve martılara sorasım geldi: "Bu uçuş ve inişler için nerede eğitim aldınız arkadaşlar?"
Sanmayın ki sormadım. Sordum ama "Annemiz/ babamız bize insanlara karşı ölçülü olun, onların ne yapacağı belli olmaz. Bostanlı’dasınız diye saldırmazlar / taş atmazlar ama tenhada bir yerde yakalanmayagörün." der gibi geldi bana biri.
İçtiğim ciplarex’in etkisinden mi bildiğim yok, biri bana böyle dedi gibi geldi.
Martıların çok iyi birer nişancı olduklarını Konak- Karşıyaka arası vapur yolculuklarımdan biliyorum.
Havaya fırlattığım ekmek ve simit parçalarını hiç ıskalamadan nasıl da yakaladıklarını biliyorum. Bir tekini bile denize düşürmeden havada kapan martıların ustalığını güvertedeyken alkışlayanlara rastladım.
Yıllardır iç içe yaşadığım, her gün seslerini burnumun dibinde duyumsadığım / duyduğum martıların usta birer pilot olduklarına hiç bu denli yakından tanık olmamıştım.
Martılar
Sevdiğim martılar
Şimdi de ellerini sıkasım gelen
Pardon kanatlarını tutasım gelen martılar
Miguel de Unamuno’nun her kitabı aslından okumak gibi bir takıntısı olduğundan Yunanca ve Latince dışında on altı yabancı dil öğrenmişliği var ya…
Ne olurdu ki sanki, beyni martılardan çok daha gelişmiş insanoğlu, martıların/ kargaların neler konuştuklarını anlayabilseydi…
Gemiyi yüzdürmeyi, helikopteri uçurmayı, arabayı sürmeyi, savaşları çıkarmanın binbir türlü numarasını öğrenmiş, tehlikeli bir salgını bile ranta çevirmeyi beceren insanoğlu her şeyi beceriyor da bir türlü kuşların dilini çözemiyor.
Papağan bile dilimizi öğreniyorken biz onların muhabbetlerini anlayamıyoruz. Ondan sonra da kuş beyinli diyoruz birbirimize... Ya da 'hayvan herif'
Böylelerine hoop diyesim geliyor.
Karga kadar, martı kadar yumuşak iniş yapamayan pilotları kınıyorum.
O kadar fizik, o kadar matematik ve bir o kadar teknik bilgiye karşın hâlâ inişlerde deprem oluyor gibi uçakları salladıkları için…
Gidin de kara kargadan ders alın biraz, diyesim geliyor onlara…
Gidin de martıları izleyin biraz…
Balkonda otururken bir sağa bir sola uçuşan/ çığlıklar atarcasına tepemizde dolaşan martılara, arada bir apartmanın önündeki kedi eniklerine musallat olan kara kargalara kızdığım oluyordu. Bostanlı’da gördüğüm manzara sonrasında kafama taktım, Miguel de Unamuno’dan bir adım daha ileri gidip martıların/ kargaların dilini öğreneceğim.
****
Günlerden 31 Mayıs’tı.
Mayıs’ın ve baharın son günüydü.
Camide içki içtiler ve Kabataş yalanının yedinci yılıydı.
5 bini aşkın gözaltı, 9 binden fazla yaralı, 10 kişinin gözünü kaybettiği ve ölümlerin yaşandığı Gezi Olaylarının yedinci yıldönümüydü.
Martıların/ kargaları dillerini öğrendiğimde onlara soracağım ilk soru da buna benzer konular olacak zaten.
"Uçuyorsunuz, istediğiniz yere konuyorsunuz, aklınıza gelen şarkıları söylüyorsunuz diye size de karışan oluyor mu?"
Bizlere gaz sıktılar, kimimizi kör ettiler.
Öfkeleri hâlâ yedi yıl öncesindeki gibi…
Diyesim geliyor onlara…
****
Çarşı iznimizdi o gün.
Hasan Zeki Sungur, Şahin Bey ve Fahir Işıksız dostlarımla birlikte olacaktık.
Olduk da…
Kitap takas, Kıbrıs, gazete, anılar, geride kalan yıllarımız…
Bostanlı, martılar, kargalar ve biz…
Mutluyduk.
****
Dönüş yolunda Sokrates, Eflatun, Zenon ve Descartes ile konuşup duruyordum.
"O kadar matematik, fizik ve astronomi okumuşuz. Hâlâ uçmayı bir öğrenememişiz."
Sokrates, "Güzel, hiç olmazsa bunu düşünebiliyorsun. Düşündüğüne göre bir çözüm de bulursun." derken Descartes," Bunu düşünüyorsan günün birinde illâ uçarsın. Yeter ki düşüncen doğrultusunda çabalarını sürdür." diyordu.
Arkamızdan gelen Şair Eşref muhabbetimizin içine etti.
"Gelmişiniz bir araya lak lak edip duruyorsunuz."
Eeee dedik hep bir ağızdan… "Sen ne diyorsun?"
"Düşün düşün boktur işin!"