İkililik durumunu anlatan bir sözcük. Bir bütünün iki eşit parçaya bölünmesi durumu…
Büyümesi için bir bütünün parçalanması ya da dallanması olayı… TDK’ye göre ikililik- ikileşim.
Ekşi Sözlüğe göre ise, birbirinin zıttı olan ancak biri olmadan diğerinin anlam ifade etmeyeceği şeyleri anlatan sosyal ve siyasal bilim terimi.
Uludağ Sözlük’te ise birbirlerine zıt olmakla birlikte yek diğerine anlam kazandıran kavramlar için kullanılan bir terim olduğu yazılı.
Kötülüğün olmadığı bir âlemde iyilik ne anlam ifade eder?
Gece gündüz birbirine zıt ama bu zıtlık birbirlerine anlam kazandırıyor.
Gibi örneklerle de pekiştirmeye çalışılmış.
***
İsmail Mert Başat’ın 'Gökyüzünden başka sınır yok' kitabında karşıma çıktı bu sözcük.
İçimdeki Mardin acısının tavan yaptığı günlerde…
***
2017’de dört gün yaşadığım, dinlerin/ dillerin ve kültürlerin harman olduğu Mardin’de, ziyaret ettiğim müzenin müdürüne "Mardin’de bir kütüphane açalım, zincirimizin bir halkası olarak…" demiş ve İzmir’e dönünce hemen harekete geçmiş, özene bezene seçerek dört- beş koli kitap göndermiştim. Sonraki günlerde de… Masraf olmasın diye iki kez de kargo giderini karşı taraf üstlenmişti hatta.
Dile kolay 2 bin kitap…
Bir okuyucu ve gezgin kulübü de yönlendirmem üzerine aynı adrese 10 koli dolayında giysi göndermişti.
Giysiler Dara’da dağıtılmış ama kitaplarımızla ilgili bir haber alamıyorduk. Kütüphaneyi ne zaman açacağımızı eşime dostuma bildirme heyecanı içindeyim. Çünkü sorup duruyorlar. Öğrendim ki kütüphane açılmıyor. Kitaplar ne oldu dediğimde de aldığım yanıt "Onlar okullara dağıtıldı" oldu. Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü sanki… Kütüphaneyi; çok sevdiğim, yıllardır elimizden tutan, bize sahip çıkan bir abimizin adına açacaktık. Ona nasıl anlatacaktım bunu?
Günlerdir ikili bir ruh hali yaşıyorum. Mardin’e gidip bu konuyu dinlemek, öğrenmek…
Telefonda ağzıma geleni söylemek istiyorum aslında ama biliyorum ki muhatabım olan müze müdürü çok beyefendi- çalışkan biri. Onun da başına olmadık işler gelmiş zaten.
Bana ne onun başına gelen işlerden de diyemiyorum.
Aklım fikrim kitaplarımda… Nasıl veririm ben bu işin hesabını eşime/ kızıma/ kardeşime, yeğenime…
Müdüre kızmak kızmamak ve kendisine geçmiş olsun demek dememek arasında bocalarken geçti elime 'gökyüzünden başka sınır yok' kitabı…
Emekli vali yardımcısı can dostum Fahir Işıksız’ın armağanıydı elimdeki İsmail Mert Başat’ın kitabı.
Dikotomi sözcüğüne takılıp kalmam bundan.
Okurken gözümün önüne geldi Mezopotamya coğrafyası. Eski Mardin’de tepelerde bir kafeye oturup gözümün önünde uzanıp giden Mezopotamya coğrafyası ve kültürüne dalıp gittiğim o günler geldi aklıma. Uçaktan seyrediyor gibiydim o muhteşem ovayı.
Öyle çok etkilenmişim ki, konakladığım öğretmenevinin müdürüne çıkışır gibi "Bu güzelim coğrafyayı bırakıp İzmir’de ne arıyor Mardinliler?" deyivermiştim.
Sanki her şey coğrafyanın güzelliğiymiş gibi… Ne yapsın adam, Mardin’de iş mi var?
Olayları, konuları değerlendirirken empati kurmayı, farklı açılardan bakmayı bir türlü öğrenemedim. Birisinin marketten ekmek ve süt çaldı haberlerine öfkelenirdim. Çok kızardım hırsız(?)a.
Sonra da kendimden utanır olmuştum. Ekmek çalmaya muhtaç olan kişiyi o noktaya getiren ya ülke yöneticileri?
Neyse…
Kitaptan neler öğrendiğime gelince…
Mezopotamya, yazının ve rakamların olduğu gibi site- devlet yapısının da ilk kez görüldüğü bir bölge. Sümerlerin tarih sahnesinde görüldüğü yıllar da M.Ö. 4000.
Sümerleri izleyenler de Babil ve Asur uygarlıkları…
3 bin yıllık Asur uygarlığının ardından Sami ırkının egemenliği başlıyor ve bu kültüre ekleniyor.
Musevilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet bu bölgenin bağrından çıkıyor. Üçü de aynı ırkın/ Samilerin dini olarak doğuyor.
Her üç dinin kökleri geriye doğru izlendiğinde Museviliğin temelinde Mısır dininin, bunun kaynağında da Brahma dini etkilerinin bulunduğu görülüyor.
İnsanlar, toplumlar, dinler, kültürler hep birbirlerinden etkilenmişler. İnsan olup da bir başkasından etkilenmeyen var mıdır zaten?
Beni ilkokul öğretmenim çok etkilemişti örneğin. En çok etkileyenin annem olduğunu söylememe gerek var mı bilmem…
Öcal Uluç’un etkisi ise bir başka… Ortaokul yıllarında babasının yönlendirmesiyle Dünya ve Türk klasiklerini okumaya başlayan Öcal Uluç’un demokratlığı, kardeşinin ise Sabah gazetesinde Fazıl Say’a sahip çıkışı beni önyargılarımdan kurtaran iki üç örnekten biridir.
Hangi ortamda olursa olsun konuşmalarında Öcal Uluç kadar köy enstitülerine değinen bir arkadaşım olmadı benim. Kendisini anlatırken geçtiğimiz günlerde Ayvalık’taki dostlarımı kahkahadan kırdı geçirdi. Yıllar önce bir gazetenin yayın kurulunda kimlerin olduğunu anlatıyordu. Adını verdiği her yazar bizim bildiğimiz sosyal demokrat ya da sosyalistti. Onların arasında daha başka kim mi varmış? Öcal Uluç’un yanıtı şöyleydi o gece: "Faşist olan ben!"
Kendisiyle barışık olan az sayıdaki dostlarımdandır o. Tam bir kitap kurdudur. Onun okuduğu kitapların sayısına hâlâ ulaşabilmiş değilimdir herhalde. Okuduğu yüzlerce/ binlerce kitabı yıllar önce Sarıgöl Belediyesi’ne bağışlamıştı.
Bize olan desteği de malum…
Aklından bir şey mi geçiyor… Bülent Ecevit gibi eee demeden şak diye söyleyiverir. Dobradır dobra!
Bugünlerde çok üzgün…
Yazdığı Gözlem Gazetesi’nin sıkıntıları onu çok üzüyor.
Güçlü demokrat kadrosuna karşın gazetenin sahiplenilmeyişi onu kahrediyor.
***
Özetle…
İnsanlar birbirlerinden çok etkileniyor.
Yetiştirdiğim üç öğrencimin şimdi babalığına tanığım. Öyle güzel babalık yapıyorlar ki çocuklarına… Pişmanlık duyguları içinde kıvranıyorum zaman zaman… Ben, onlar kadar güzel babalık yapamadım çünkü. Bu konuda kendimi haklı çıkaracak hiçbir gerekçem de yok.
Cehalet deyip geçelim…
Nerden nereye geldik.
Mardin’de yaşadığımız sıkıntıyı eylül sonunda İzmir CHP İl Örgütünde açacağımız kütüphaneyle aşmaya çalışacağız.
Öfkenin ne olduğunu bilmeden mutlu olmanın anlamını bilebilmemiz mümkün mü?
Kış soğuğunu yaşamadan yazın güzelliğini anlayabilmek olası mı?
O misal!
Hakkı Ülkü 3 Yıl Önce
Bir çırpıda okudum. Nefis bir yazı