"Dağlı Mangal’da bir akşam yemeğinden…"
19 Ekim’in heyecanını, coşkusunu 2002’de Bergama’nın Hacıhamzalar’ında yaşadım ilk kez.
Vali yardımcısı, kaymakam, il milli eğitim müdürü, ilçe milli eğitim müdürü, sendikacılar ve çevre köy muhtarlarıyla 3600 kitapla bir kütüphane açmıştık o gün.
Rasime- Recai Şeyhoğlu Kütüphanesi…
Annem, kemoterapi görüyordu o günlerde.
Açılışta Pir Sultan Abdal’dan deyişler okuyan ve bir türkü söyleyen de annemdi o gün. Canım babam ise yılların hayat arkadaşı/ amcasının kızıyla gurur duyuyordu. Annemin söylediği türkülere ve deyişlere, semah dönmesine hayran bir kocaydı babam.
19 Ekim 2002’yi hiç unutamıyorum.
19 Ekim 2021 sabahı Hacıhamzalar’ın muhtarı Ahmet Kara’yı arayıp muhtarlar gününü kutlarken "Mehmet Erpulat’ın mezarına gidip benim için de hayır dualar okuyuver Ahmetçiğim." dediğimde gözlerim yaşla dolmuştu. Ahmet muhtarım da sanki ağlar gibiydi.
Mehmet Erpulat’ın damadıydı Ahmet Kara.
Hacıhamzalar’ı nasıl unutabilirim ki…
Üstelik bir de bir dönümlük toprağım var orada. İçinde fıstık çamları olan, meyve ağaçları bulunan…
2004’te almıştım orayı.
O günlerin kaymakamı hayretle sormuştu. "Kozaklılar bir metrekare toprak satmazlarken sen nasıl aldın o araziyi?"
Şaka maka, Bergama’nın 11 köyüne kütüphane açmışız.
Çok sayıda köyünü ziyaret etmiş, muhtarlarıyla görüşmüşüm/ konuşmuşum.
Benim Bergama aşkımı bilmeyen dostum yoktur zaten…
O araziyi ne diye aldığıma gelince…
İstanbul’dan, Ankara’dan ve yurdun dört bir köşesinden ozan- yazar arkadaşlar gelecek, köyün ekmeğini yiyecek/ havasını soluyacak ve burada öyküsünü/ romanını yazacak. Akşamları da köy kahvesine çıkıp köylüyle konuşacak, onlara edebiyatla/ bilimle ve sanatla ilgili bildiklerini aktaracak. Köye kültür tohumları ekecek.
Benim 1008 metrekarelik toprağımın üstünde kurulacak olan evimin Orhan Kemal, Sabahattin Ali, Sait Faik Abasıyanık adlı odalarında konaklayacaklar, Yaşar Kemal adı verilen bahçesinde çay – kahve içecekler, canları istedikçe bahçedeki meyvelerden koparıp yiyecekler, öte yandan da çiçeklerin suyunu verecekler, türküler söyleyecekler, şiirler okuyacaklar.
Dört bir kenarı çevrili bahçede soyunup güneşlenebilecekler de…
Akşam üzerleri Rodrigo’nun Gitar Konçertosu, Beethoven’ın Ayışığı Sonatı, Vivaldi’nin Dört Mevsimi çalarken onlar da kuşların sesine kulak verecekler.
Öğle vakti ise Ruhi Su türküleri ile kendilerine halk müziği ziyafeti çekecekler.
Zaman zaman Elvis Presley’den, Tom Jones’tan, Edith Piaf’tan, Tina Turner’dan ezgilerle geçmişe doğru bir yolculuğa çıkarcasına nostalji yaşayacaklar.
Hergün gelen üç dört gazeteyle olup bitenlere kulak kabartacaklar.
Ama bu evde, yani DÜM’de ( Düşünce Üretim Merkezi’nde) kimse televizyon izleyemeyecek. Çünkü DÜM’de televizyon olmayacak.
Arada bir çevre köylere ziyaretler gerçekleştirilecek.
İlkokula giden öğrencilerin arzu edenlerine Türkçe- Dilbilgisi verilecek.
Evde yapılan yemeklerde kullanılan yağ, yumurta, tavuk eti ve yoğurt illâ Hacıhamzalar marka olacak.
Konaklanılan süre içinde gerekli olan her malzeme köyden sağlanmaya çalışılacak.
***
Hacıhamzalar DÜM, Kozak Yaylası’nın cazibe merkezi durumuna getirilecek.
Burada yapılan aktiviteler Bergama ve Ayvalık’taki kültür merkezlerine bildirilecek.
Haftada bir çevre ve doğanın korunması/ geliştirilmesi konusunda söyleşiler düzenlenecek.
Viyolonsel dinletisi gerçekleştirilecek. İllâ viyolonsel!
Kozak, Bergama’nın yeşil cenneti…
Ozanların, yeşil cennetle ilgili yazdıkları şiirler, köyün kahvesine/ bakkalına ve köye giriş ve çıkışlara asılarak şiirin bu topraklara kök salması sağlanacak.
Bahçenin uygun bir köşesine de mini etnoğrafya müzesi kurulacak. Müze değilse bile ona benzer bir kültür mekanı…
***
DÜM, benim için bir düş!
Ben düşlerin/ projelerin peşinde biriyim. Biliyorum ki her düş, gelecekte bir cisme dönüşecek.
Öne doğru attığınız her adım, elbette birilerinin dikkatini çekecektir.
Bu projeyi ilk kez dile getirdiğimde Bergamalı işadamı/ siyasetçi Özcan Durmaz "Taşlar benden!" demişti, Alsancak’taki bir kitap tanıtma kokteylinde.
20 Ekim akşamı Yılmaz İstanbullu, Hasan Zeki Sungur, Özcan Durmaz ve bir bürokrat dostumuzla Balçova’da Dağlı Mangal’da bir araya geldiğimizde kâh anılara daldık kâh kimi can yakıcı sorunlara…
Can yakıcı sorunlardan biri "eğitim" sorunuydu.
Özellikle de içimizi yakan konu, "taşımalı eğitim"di.
Şimdi köylerde İstiklal Marşı okunmuyor. Köylü, kafasının takıldığı bir konuyu lojmanda oturan öğretmene gidip sormuyor. Ulusal bayramlarda öğretmen ve öğrenciler köyün içinde düzenli sıralar halinde yürüyüş yapmıyor artık.
Çünkü köyler ışık saçan öğretmenden mahrum.
Binlerce köy okulu kapalı. Binalar çürümeye terkedildi. Ulusal servet göz göre göre ölüme terkedilmiş gibi.
Sabahın erken saatlerinde köy çocukları dolmuşlarla merkezi okullara taşınmakta. Burnunun dibinde okul varken köyün dışında bir yerlere okumaya giden yüzbinlerce çocuk…
Köyler, kuşlar gibi cıvıldaşan öğrencilerden yoksun.
İktidarın yanlış eğitim politikası nedeniyle.
Her iş başına geçen milli eğitim bakanı müfredatı değiştiriyor. Oysa müfredatını hiç değiştirmeyen ülkeler de var. İkide bir değiştirilen müfredatla ne amaçlandığını bize birilerinin yüksek sesle söylemesi gerek.
Valibrin içmiş gibiyiz. Durgun, sessiz ve tepkisiz.
Oysa işin ucundaki çocuklar bizim yarınlarımız!
Onlar bizim geleceğimiz!
Geleceğimiz olan çocuklarımızın sabahın kör saatinde uykulu uykulu gözlerle servis araçlarında dağ /dere/tepe yolculuğa çıkması, paydos sonrasında yorgun argın köye dönmesiyle daha iyi bir gelecek düşleniyorsa, bunun aldatmaca olduğu haykırılmalıdır.
Yapılan eziyettir. Bedenen ve zihnen çocuklarımızı hırpalamaktır bunun adı.
Köylerden öğretmenin çekilmesi Victor Hugo’yu anımsatıyor bana.
"Her köyde ışık yakan bir öğretmen ve o ışığı söndürmeye çalışan bir papaz bulunur."
Yağmurun bir doğa olayı olduğunu anlatan öğretmen yerine, duayla yağmurun yağacağına inanan hocalara bırakılmıştır köyler.
Meteoroloji denilen bir bilim varken, hava durumunu meteoroloji raporlarına bakarak takip etmek varken kuraklığa karşı hâlâ yağmur duasına çıkılıyor olması, Bangladeş ve Pakistan düzeyinde olduğumuzun bir göstergesi gibi…
Köy okullarının kapalı tutulması, kırsalın öğretmenden mahrum kalması ülkemizin gelişmesi/ ilerlemesi adına atılmış bir adım olamaz. Bunu görmek gerek!
Annelerin, babaların, öğretmenlerin, sendikaların, muhtarların ve eğitime kafa yoran herkesin Victor Hugo’nun sözlerinin ne anlama geldiğini düşünmesinde sayısız yarar var.
Kırsal, bilimin aydınlığından yoksun bırakılıyor.
Kırsalın cahilleştirilmesi, iktidarın ömrünü uzatıyor.
***
Düşünce Üretim Merkezleri, Hacıhamzalar ‘da benim bir projem. Kırsala ışık saçacak bir özgün proje…
Becerebilir miyim bilmem.
Şu da bir gerçek ki bu proje kitleselleşmedikçe düş olmaktan öte geçemez.
Başarıya ulaşması el ele vermekten geçiyor.
Biz deneyeceğiz.
Ne sonuç alırız?
Ona da bir fıkrayla yanıt vermiş olayım.
Karıncaya sormuşlar: Orman yangınını taşıdığın bir damla suyla mı söndüreceksin?
"Hayır" demiş karınca.
‘"Hayır ama hiç değilse tarafım belli olsun."
Aysel Korkut 3 Yıl Önce
Orhan Kemal, Sabahattin Ali, Sait Faik Abasıyanık adlı odaları ile Yaşar Kemal bahçesi çarptı beni. Hayallerinize sağlık. Bir an önce bu hayalinizin de diğerleri gibi gerçekleşmesini diliyorum.