Şiir coğrafyamızın üretken/ kendine özgü şiir dili olan Gültekin Emre, yılın dört ayını Ayvalık’ta, kalanını da 8 Şubat 1980’den bu yana yaşadığı Berlin’de geçiren bir şairimiz.
Yaklaşık 20 yıldır Ayvalık ikametgâhlıyız ya… Suat Çağlayan sormuştu bir gün: "Gültekin Emre’yi görüyor musun oralarda?"
Ben de merak etmiş Ayvalık Sanat Fabrikasındaki bir etkinlikte tanışmıştım kendisiyle. Onunla tanışınca Kidonya’yı da tanımış oldum. Kidonya, onun mimarlığını yaptığı bir kültür- sanat dergisi. Turgut Baygın’la birlikte çıkardığı… Gültekin Bey’i öğrenmişliğim Kidonya’dan…
Geçmiş sayıları okuyunca Ayvalık’ımı daha da iyi öğrenmiş oldum.
Resim yazıları olduğunu da Bedri Karayağmurlar’dan öğrenecektim sonraki günlerde.
Şeytanın Kahvesi’nde de mutfağa, yeme-içme günlükleriyle, olan ilgisini öğrenmiş oldum bir imza gününde. Bu konuyla ilgili kitabını ‘Yiyelim, İçelim, Okuyalım, Yazalım’ (Oğlak Yay 2017) imzalatmış, o gece okumuştum hemen.
Gültekin Emre, Ayvalık kültür- sanat yaşamının öznelerinden. Öne çıkmayan ama önde olan…
Şu günlerde Yeniden Kidonya’yı çıkarıyor. Arif Buz, onun için şöyle dedi bir görüşmemizde: “Dergi çıkarmak onun için yarım saatlik iş.’’ Nasıl yani deyivermişim. “Valla, telefonla bitiriyor işi. Bir Ataol’a bir Cevat’a bir Haydar’a telefon açıyor, al sana Kidonya!”
Şu sıralar, Yeniden Kidonya’nın ikinci sayısını hazırlamaktaymış.
Yeşille mavinin sürekli aşk yaşadığı Ayvalık’ta; Sanat Fabrikasında, Arif’in atölyesinde, Şeytanın Kahvesinde ya da deniz kıyısındaki bir dost meclisinde karşılaşabilirsiniz onunla.
Geride bıraktığı yıllara gelince… Ülkede yaşadığı sıkıntı ve yaşadığı burukluklar, korku iklimi nedeniyle 1956 yılından bu yana Almanya’da yaşayan abisinin yanına gidiyor Eşini ve üç buçuk yaşındaki oğlunu bırakarak… Ancak sekiz ay sonra onlara kavuşuyor.
Askerliğini yaptıktan sonra Sol Ve Onur Yayınlarında redaktör olarak çalışmışlığı, Yeni Ülke’ye Rusça’dan makaleler çevirmişliği ve Türkiye Yazıları’nda şiirlerinin yayımlanmışlığı onu mutlu etmiyordu. Yaşanan faşizan koşullar sonunda onu gurbetçi yapmıştı.
Dile kolay 30 yıl Alman Ortaokulunda öğretmenlik yapıyor. Tabii ki bir başka toplumun geleneklerini, tarihini, yaşam biçimini, iş dünyasını öğrenmek kolay olmuyor. Anadili farklı olan birileriyle birlikte yaşamanın zorluklarını yaşamıyor değil…
Türkiye’den gelen dergiler, gazeteler ve kitaplarla avunuyor hep. Şiire sığınarak ayakta kalmaya çalışıyor. Vatanındaki kaosu, korkuyu, siyasi baskıları, düzensizlikleri görmese de unutamıyor ki… Onlarla yaşıyor kilometrelerce ötede. Yeni bir dil ve anlatım bulma da o günlerin/ o yılların ürünü… dergilerin, yeni basılan kitapların kendisini Gültekin Emre yaptığını söylerken hiç de haksız değil. Şiire sığınarak ayakta kalmak… Bunu başarıyor.
Merak edip soruyorum. Aziz Nesin’i Karşıyaka’ya getirdiğimiz bir etkinlikte şöyle demişti küçük dev adam: “Bizde her üç kişiden beşi şair”
Almanya’da böyle mi? Sorum buydu. Verdiği yanıtı unutmam mümkün değil. “Bizdeki gibi bir yargı yok orada. Alman toplumunun yüzde kaçı şairdir onu da bilmiyorum doğrusu.” Ardından da eklemişti: “Almanlar ne olduklarını, ne olmadıklarını bilirler. Olmadıkları/ olamadıkları bir durumu böbürlenerek başkalarının gözüne sokmaya kalkmazlar.”
Başta Nâzım Hikmet olmak üzere, Turgut Uyar, Edip Cansever, Cemal Süreya, Ülkü Tamer, İlhan Berk, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Ece Ayhan, Attila İlhan, Gülten Akın, Oktay Rifat, Metin Eloğlu, Melih Cevdet Anday, Ahmet Oktay, Orhan Veli Kanık… şiirleriyle beslendiğini söylüyor Gültekin Emre. Döne döne okurum onları diyor.
Şiiri nasıl tanımlarsınız diye sorduğumda ise “Şiir hayatın kendisidir.” diyor. “Hayatın aynasıdır, yaşadıklarımızı/ duyumsadıklarımızı/ bilinçaltımızdakileri yeni bir dille ve anlatımla yeniden günışığına çıkarmanın adıdır.”
Şiir atölyeleri konusunda da sorum oluyor elbette. “Şiir yaşayarak öğrenilir. Elbette sürekli şiir ve edebiyat dergilerini okuyarak, dünya ve ülkemiz şiirinin has şairlerini okuyarak öğrenilir. Her çok şiir okuyan şair olacaktır diye de bir kural yok ama okumadan şiir yazılamayacağını da bilmek gerek. Tabii ki bir de yetenek! Şiir atölyelerinde, şair adaylarına, şiir yazmayı nasıl öğrettiklerini bilmiyorum. Şiir atölyeleri de çok moda oldu. Şiir atölyesi yapan şairlere bakıyorum da, içim sızlıyor şair adaylarını düşündükçe.”
Günlük yaşamımızda ikiyüzlülüklerle karşılaştığımız her birimizin malumu... Riya, yalan, sahteci gülüşler suda balık kadar değilse de var. Şiirsever bir toplum olup olmadığımızı soruyorum Sayın Emre’ye: “Şiirsever bir toplum olduğumuzdan emin değilim. Şiir sevdiğini göstermeyi seven bir toplumuz gibi geliyor bana.”
Şiir kitaplarının 1000 bile basmayışı bunun kanıtı değil mi?
Bir ay yaşadığım İran toprakları geliyor gözümün önüne. Parkta şiir okuyan amca, Tebriz’den Erdebil’e taksiyle giderken yanımda oturan Deniz adlı dördüncü sınıf öğrencisinin Şehriyar’dan okuduğu şiir, Tebriz’deki Şairler Mezarlığı, Şiraz’daki Hafız ve Sadi’nin türbesini ziyaret eden yüzlerce Acem ve şehirlerin meydanlarına şairlerin heykellerini diken İranlılar…
Şiirler okundukça onlar da olacak. Buna inanıyorum.