Karşıyaka’daki Latife Hanım Köşkü’nü bilirsiniz. Son yıllarda anı evi olarak toplumun hizmetine açılmasıyla bambaşka bir kimliğe dönüştüğünü de... Bahçesindeki kafenin işlevi ise olağanüstü. Şair-yazar Hidayet Karakuş’un deyişiyle ‘aydınların buluşma adresi’dir orası. Ben ise daha öncesinde ‘entelektüellerin, öğretmenlerin ve insan sıcaklığı taşıyanların buluşma adresi’ diye tanımlamıştım. Demem o ki, aydınlığa değer veren insanların uğrak yerinden ve içindeki bir köşeden söz edeceğiz bugün.
***
Köşenin adıyla başlayalım isterseniz: Mehmet Atilla Kitaplığı. Aslında biz bu kitaplığı 2016 yılında ve bir büfe şeklinde Karşıyaka İskelesi’nin önünde açmıştık. O günlerde belediyenin kültür müdürü olan Sayın Veysel Çıldır’ın ve arkadaşlarının önemli desteğini gördüğümüzü de yeri gelmişken belirtmeliyiz. Daha sonra kitaplığın Latife Hanım Köşkü’nün bahçesine taşınması uygun görüldü. Biz de öyle yaptık. Fakat şiddetli yağmurların etkisiyle kitapların zarar gördüğü fark edilince bu kez de kafenin bir köşesine alındı. Şimdi orada.
***
Kitaplığın kapalı alana alınmasıyla birlikte birçok şey değişti. Okur ilgisi arttı, kitap alışverişi hızlandı ve birbirinden renkli konuklara ev sahipliği yapmaya başladı. Bu verimliliğin arkasında gizli kahramanlar var elbette. Alaşehir ‘deki köy okullarına kütüphaneler kuran, Karşıyaka’da gereksinme duyan her kurum ve kuruluşa kitap yardımında bulunan Hasan Zeki Sungur ile Mavişehir Mahalle Muhtarlığı ve Latife Hanım Çalışma Grubu el ele verdiler ve buraya bir de “Atatürk Kitapları Köşesi” de eklediler. Böylece kitaplık iyice varsıllaştı.
Ancak aklıma takılan bir soru da yok değil. Dinlenmek, söyleşmek, bir şeyler yiyip içmek için Latife Hanım Köşkü Bahçesi’ne gelenler, kapalı alanda zengin bir kitaplığın bulunduğunu görüyorlar görmesine de, Latife Hanım Caddesi’nden yürüyerek geçenler kitaplığın ayırdına varıyorlar mı acaba?
Sanmıyorum.
Kitaplığın tanıtımı için caddeye bakan tarafına bir tabelanın konulması gerekmez mi diye yakındığımız, dedikodu yaptığımız da oluyor doğrusu. Neyse...
***
Basiret ve Boğaziçi adlı kitabım çıktığında CHP İzmir Milletvekili Kâni Beko ile birlikte basın açıklamasını burada yapmıştım. Belediyenin kültür müdürü Şebnem Güncü, kütüphanelerden sorumlu koordinatör Tuğrul Soylu, kitaplığın sorumlusu Sevim Uysal ve kitapsever dostlarım da omuz vermişlerdi katılarak.
O günden beri ayağım hiç kesilmedi desem yeridir. Kütüphaneci-aktivist Hasan Zeki Sungur ile burada buluşuyorum örneğin.
Karikatürist-yazar Hasan Efe ile burada buluşuyorum.
Emekli vali yardımcısı, değerli abim Fahir Işıksız ile burada buluşuyorum.
Diş hekimi -yazar Selahattin Tural ile burada buluşuyorum.
Öğretmen arkadaşlarımla, siyaset yapanlarla burada buluşuyorum.
Bergama’nın önceki belediye başkanı Mehmet Gönenç ile burada buluşuyorum.
Sözcü gazetesi muhabiri Gökmen Ulu ve Ajansbakırçay’ın sahibi Oben Ulu ile burada buluşuyorum.
Kütüphanelerimize kitap bağışlamak isteyenlerle burada görüşüyorum.
Hüseyin Yurttaş hele bir dönsün Kozbeyli’den, onunla da Kozbeyli’yi konuşacağız burada. Belki bir de şiirini dinleriz Sevim Hanım ile.
Her gelip gittiğimde elinde kitapla gördüğüm Sevim Hanım, yüzünden hiç eksilmeyen gülümsemesiyle bu kitaplık için büyük şans…
Özetle… Mehmet Atilla Kitaplığı benim gözümde önemli bir buluşma merkezi.
***
28 Haziran’da da özel bir buluşma ve sevinç yaşadım. Otuz yılı aşkın bir süredir tanıdığım, Karşıyaka’nın (sadece Karşıyaka’nın değil, İzmir’in centilmeni) şair-yazar Hidayet Karakuş ile buluştuk burada.
O Hidayet Karakuş ki, ilk kitabım çıktığında (Borlu Derebeyinin Ölümü- İleri Kitabevi Yayını) elimden tutan, eksiklerimi/yanlışlarımı söyleyen, beni uyaran ve önümü açan güzel dosttur benim için.
Dil yanlışı yapmaya gör, anında uyarmayı görev edinmiş bir dil sevdalısıdır o. Türkçesini anasının sütü bilendir. Dil kirliliğini içine sindiremez. Konuşurken de, yazarken de...
Şiirlerini, romanlarını, yazdığı her konuyu insanı temel alan, toplumsal gerçekçi bir anlayışla yazan Hidayet Karakuş’un Nevzat Üstün Şiir Başarı Ödülü, Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü, Mehmet Ali Yalçın Roman Ödülü, Ferit Oğuz Bayır Roman Ödülü, Orhan Kemal Roman Armağanı, Ömer Asım Aksoy Ödülü, Dil Derneği Türkçeye Emek Ödülü, Homeros Emek Ödülü gibi birçok ödülün sahibi olduğunu söylemezsem çatlarım. Edebiyatımıza önemli katkıları olan bir yazardır o.
42 yıllık Karşıyakalı. Onunla çok yerde birlikte olduk. Çalıştığım her okulda ağırladım, söyleşi için çağırdım. Tabii ki bu işi yaparken Muzaffer İzgü ve Hüseyin Yurttaş’ı da unutmadım.
Her üçünü öğrencilerimle buluşturmak için yıllarca olağanüstü çaba harcadığımı söylersem, abartı olmaz. Gerek arkadaşlarım gerekse o günün eğitim yöneticileri bilir bunu. Onların menajeri gibiydim adeta. Öğrenciler de öğretmenler de benim kadar tanımalıydı onları.
Önümden arkamdan çok konuşulmuştur: “Şu Recai var ya; Muzaffer İzgü, Hüseyin Yurttaş ve Hidayet Karakuş’tan başka şair-yazar bilmez!”
İzmir’in okullarına ve sendikanın etkinliklerine hep onları davet etmemden kaynaklanıyor bu yargı.
Bir günden bir güne de birbirimizi üzmedik bu “üçlü” ile. Karşılıklı saygı ve sevgi çerçevesinde yürüyen ilişkilerle geldik bugüne. Hidayet öğretmenime olan aşkım başkadır ama... Onu, İzmir’in en centilmen şairi diye tanıtıyor olmama hiçbir arkadaşımın itiraz etmemesi, beni doğrulamıyor mu?
Günün birinde baş başa oturacak olursanız, ona bir şiir okutun bence. Her şair onun kadar güzel şiir okuyamıyor çünkü. Çoğunu da belleğinden okuyor üstelik. “İşte,” diye geçiriyorum içimden, “Şiir böyle okunur!”
Şadan Gökovalı da öyle okurdu. Nasıl bir bellek vardı, şaşardım. Upuzun şiirleri hiç takılmadan seslendirirdi.
***
Hidayet Karakuş’la kitaplıkta geçirdiğimiz o güzel saatlerde okuduğu bir şiir, ona olan hayranlığımı daha da pekiştirdi. Bu arada, ağzımdan çıkan bir nitelemeye hemen karşı çıktı. Birinden söz ederken, o kişinin kendi alanında ‘marka’ olduğunu söylemiştim. Hem de Hidayet öğretmenimin yanında... Söylemez olaydım… “Kişiler için marka denir mi hiç?”
Demiştim maalesef…
Sonuç mu, Hidayet Karakuşça uyarıldım tabii ki… Elbette her zamanki incelikli tavrıyla...
Şu kadarını söyleyeyim ki, onun uyarıları zerrece batmıyor bana. Nasıl batsın ki! İzmir’in en centilmen şairince uyarılıyorsunuz…
Bir de… Uyarısında dostluk vardır onun. Sımsıcak, bambaşka bir dostluk…
İstediği, sizin yanlışınızın düzeltilmesidir sadece. Türkçe adına/dostluk adına…
Allah bilir, herkes bir yana, şair ve yazar arkadaşların bir kısmı da şu gerçeği bilmiyordur: yazarken ‘ve’ bağlacını kullanmaz Hidayet Karakuş.
Koskoca bir kitapta hiç ‘ve’ yok, düşünebiliyor musunuz? Hidayet Karakuş farkı!
İtiraf edeyim, konuşurken ‘bilgisunar’ demiyorum ben, ‘İnternet’ diyorum, ‘sayrıevi’ demiyorum, ‘hastane’ diyorum. Dil konusundaki savrulmalarım sürüyor. Feyza Hepçilingirler’e, Attila Aşut’a sorup öğrensem de kimi yanlışlarımın üstesinden gelmiş değilim ne yazık ki.
Bu yüzden de Hidayet abiyle telefonlaşırken ya da karşılıklı konuşurken birazcık geriliyorum doğrusu. Ya yanlış konuşursam… Ya Türkçeyi bozan bir sözcük kullanırsam…
Çünkü o ‘bilgisunar’ diyor. On sekizindeki gencin heyecanını taşıyor dil konusunda. Dayanamıyor Türkçe dışında bir sözcüğün kullanılmasına… Türkçe onun limanı, sığınağı… Her şeyi!
Bazen ikimizi kıyaslıyorum. Hidayet Karakuş 1946, ben 1954 doğumluyum. Yaptığım yanlışları göz önüne getirince “Yoksa 46’lı olan ben miyim?” diyorum kendi kendime. Ne yaparsınız ki gerçek bu! Ondan epeyce gerideyim. Demek ki takvim yaşıyla ilgili değil yenilikçi olmak. Onun benden daha yenilikçi olduğuna tanık oldukça eziliyorum. “Sınıf öğretmeni değil de Türkçe öğretmeni olsaydım keşke,” diyorum.
Bazı yaklaşımlarını arada bir ‘katı’ bulduğum da oluyor ama çabucak vazgeçiyorum bu yargımdan. Duyarlığına saygı duyuyorum. 75’inde ama benden çok daha ileride…
İhtiyaç, cevap, imkân, ihtimal ona göre değil… İlla ki gereksinme- yanıt- olanak- olasılık olacak.
İtirazım yok!
Gel gör ki bilgisunar, uzgöreç, sayrıevi de bana göre değil… Bu konuda farklıyız Hidayet öğretmenimden. İtiraz etmeye hakkımın olmadığını da bilmiyor değilim. Ona her zamanki gibi saygı duyuyorum ama bu tür ‘keskinlikler’ konusunda yanında yer aldığımı söylemem zor.
Annem, yıllar önce biz dört oğluna hep “Yanlış bir şey söylersem, beni düzeltin yavrularım!” derdi. Biz de annemize “olanak, gereksinme, yanıt, denli, olasılık”, ne varsa öğrettik. Bir günden bir güne ‘cevap’ dediğini duymadık örneğin. Bir günden bir güne ‘imkân’ dediğine de tanık olmadık. Öyle bir annenin oğlu olarak Hidayet öğretmenimin yanında zorlanıyor olmak ağrıma gidiyor doğrusu.
Gelgelelim işin bir başka boyutuna: Hidayet Karakuş yıllardır Karşıyaka’da yaşıyor, ama adı ne bir sokağa verildi ne de bir parka…
Neden?
Çok sayıda şehidin adına parklarda rastlıyorum. Anlamını çözemediğim park isimleri çıkıyor karşıma. Duru Park, Pelin Park gibi… Topluma kayda değer katkıda bulunmamış siyasetçilerin adlarını da görüyoruz. Meclis üyelerinin kıyağı nedeniyle… “Hangi biri Karşıyaka’da 42 yıl yaşamış?” diye düşünüyorum zaman zaman…
Onca ödül almış bir şair-yazarın adını, Karşıyaka’nın bir sokağına ya da parkına neden vermiyoruz, anlamakta zorlanıyorum. Büyük bir olasılıkla ihmal/ dalgınlık.
Eminim ki belediye meclis üyeleri onu tanımamış henüz. Gerçi o da kendini tanıtmanın derdinde değil ama burada bir değerbilmezlik var. Yıllarca Konak Belediyesinde yazarlık işliği yürüttü. Bu konu Konak Belediyesinin de aklına gelmemiş demek ki. Üzücü ve sorgulanması gereken bir durum... Aziz Kocaoğlu’nu, Hakan Tartan’ı ödüllendirmek güzel de, sıra şairlere gelince neden unutkanlık yaşıyoruz?
Böyle olmamalı.
Sokak, cadde ve park adlarında bilim- edebiyat- eğitim- sanat alanlarının özneleri yer almalı…
Şehitlere saygı göstermek istiyorsanız, onlar için özel bir şehitlik parkı açarsınız. Kadifekale’de olduğu gibi… Amaca uygun bir düzenleme yaparsınız, her şehitin adını çakarsınız, her gelen saygı duruşunda bulunur, olur biter. ‘Şehit edebiyatı’ oy getiriyor diye her parka şehit adı verme kurnazlığına sapmışsanız, o başka…
***
Dönelim 28 Haziran buluşmamıza... Eminim, yanı başımızdaki Sevim Uysal da çok yararlanmıştır iki buçuk saatlik muhabbetimizden (eyvah, söyleşi demeliydim aslında).
2019 yılında 24. TÜYAP Kitap Fuarı’nın ‘onur konuğu’ seçilen sevgili Karakuş’la dostluk yapmanın onurunu yaşıyorum dersem kimse yadırgamasın beni.
Yadırganacağı yok da, dedim işte!
Yıllar önce bir kolejde çalışmıştı. Kolejin öğrencileri arasında ünlü işadamlarının çocukları okuyordu. Kolej sahibi, notları düşük olan öğrencilerin notlarının yükseltilmesi konusunda Hidayet Karakuş’tan ricada bulunduğunda, bir puan bile eklemeyen güzel öğretmenlerdendir o, biliyor muydunuz?
Onunla buluşmak, onunla söyleşmek Nurullah Ataç’ı yanı başımızda görmek gibi…
Onunla olan birliktelik, Ömer Asım Aksoy’la çay içmek gibi…
Onunla çay içmek, Attilâ İlhan’la, Karamanoğlu Mehmet Bey’le dertleşmek gibi…
Onunla birlikte olmak ‘arınmak’ gibi.
***
Nerdeyse unutuyordum. Bir ara oğlundan söz etti Hidayet Bey. Kullandığı tümcenin başı şöyleydi: “Oğlumuz…”
Oğlum değil, ‘oğlumuz”. Bu kitaplığa adı verilen Mehmet Atilla da oğlu Erenus’tan söz ederken aynısını söylüyor biliyor musunuz? Ben ondan öğrendim bu şekilde konuşmayı. Eskiden ‘kızım’ derdim, şimdi ‘kızımız’ diyorum Deniz hakkında konuşurken…
Çünkü “oğlumuzda /kızımız”da saygı var. Bencilliğin ötesinde bir anlayış var. Eşine duyduğu sevgi ve saygı var. Daha sonra Sevim Hanım’a anlattım bunu.
Bir şey daha anlattım hatta. İkisinin ellerini/ tırnaklarını… Biliyor musunuz, hep aynı şekilde görüyorum her ikisinin de el parmaklarını, tırnaklarını… Sanki manikürden çıkmış. Hep bakımlı eller... Ayrıntı ama önemli. Bence çok önemli…
Gene çok şeyler öğrendik Sevim Hanım’la birlikte…
Mehmet Atilla Kitaplığı, zaten hep bir şeyler öğretiyor, kitapseverlere ev sahipliği yapmanın yanı sıra.
Daha başka arınmalar için, bol köpüklü kahveler için, dostlukları pekiştirmek için Latife Hanım Anı Evi’ndeki Mehmet Atilla Kitaplığı bizi/ sizi bekliyor diyerek bitirelim isterseniz.
Dostlarınızla buluşmak için bence en uygun adres.