Hiçbirimiz, denek taşına sürülmüş, ayarı belirlenmiş bir ziynet altını gibi, herkes için aynı değerde değiliz.
Başkalarının hakkımızda düşündükleri, hissettikleri doğaldır ki farklı olacaktır. Kimi bizi tutkuyla sevebilir, kimi nefret edebilir, kiminin çıkar ilişkisi vardır, kimi birlikte olmaktan keyif alıyordur… Bu ilişkileri etkileyen, bize değer katan ve eksilten farklılıklar, elbette ki yalnızca bizim yapımızdan ya da kişiliğimizden kaynaklanmıyor. Bunu karşılıklı olarak da yaratabiliyoruz. Nitekim çevremde gördüklerim bir yana, ünlü insanların yaşam öykülerini okuduğumda bunu daha iyi anlayabiliyorum. Öyle ki dünyaca ünlü bir bilim insanının, bir işverenin ya da bir sanatçının özel yaşamı, ondan beklenen kişiliğin çok ötesinde, düşünceleri ve davranışlarıyla artık beni şaşırtmıyor. O anlarda Montaigne’in sözleri aklıma geliyor, onlar da her türlü haliyle insandır diyorum, bu yüzden her şeyi doğal karşılamalı diye düşünüyorum.
Her birimizin değerinin, bir başkası için farklı olduğunu söylerken, kuşku yok ki onların bakış açıları kadar, bizim onlara olan yaklaşımımızın önemli olduğunu belirtmek isterim.
Ünlü Fransız düşünür ve yazarı Jean-Paul Sartre, Varlık ve Hiçlik kitabında şöyle diyor: “Kimileri için bir hiçken başkası için her şeysin… Her şey olmayı umarken… Bir bakıyorsun ki hiçsin…”
Sartre’ın bu sözleri üstüne sayfalarca yorum yapılabilir, ancak bunları okurken düşünce tarihinin ünlü sorusu aklıma geliyor:
Ben kimim?
Binlerce yıldan bu yana yazarlar, düşünürler bu soruyu tartışmışlar, ancak yanıtlarını bulmakta güçsüz kalmışlardır. Geniş anlamıyla ele alındığında, benim kim olduğum elbette ki adımın, fiziksel özelliklerimin, mesleğimin çok ötesinde, düşüncelerim ve davranışlarımla birlikte ele alınmalıdır ki, bu da soruyu çok yönüyle tartışmaya açmaktadır. Bu dünyadaki yerim, diğer insanlarla olan ilişkilerim, niçin var olduğum, hayattan beklentilerim… Kısacası beni ben yapan, beni tanımlayan her şey bu sorunun içinde yanıtını beklemektedir. Diyelim ki hepsini kendimce doğru bir şekilde ortaya koydum. Bu vereceğim yanıtlar, ancak o an için geçerli olacaktır. Benimle birlikte, ilişkide olduğum tüm insanlar kadar, doğa koşulları da sürekli bir değişim içindedir. Aynı şekilde duygu ve düşüncelerim de… Yine bir yanıt vermeyi düşünürken felsefi görüşlerim mi öne çıkacaktır, yoksa bağlandığım inançlar mı? Bu sıradan soru, hiç de görüldüğü kadar yalın ve kolay yanıtlanabilir gibi değil! Çünkü işin içine, aklım kadar duygularım da karışıyor.
Delfi Tapınağının girişinde yer alan “Kendini bil!” sözünü anımsatmak isterim. Bu söz, kim olduğumuzu, kendimizi tanımamızı öneren, yine birçok öğretiye kaynaklık eden, düşünsel bir yaklaşım olarak günümüze kadar gelmiştir.
Önce “hiç” ya “her şey” olmak gibi iki uç noktayı düşünürken, sonradan bu iki kavram arasında kim olduğumu sorgularken buldum.
Düşün okyanusunda kulaç atmanın en keyifli yanı belki de bu!