Allah sağlıklı ve uzun ömürler versin, her telefon açtığında merhaba/hoşbeşten sonraki ilk sorusu bu oluyordu oğlumun.
Akşamları karşı komşum bana gelmezse ben ona giderdim. En altta oturan Şahende Hanım gibi. O genellikle cumartesi akşamları gelirdi. 4 katlı apartmanımızın adı Mutlu Apt. idi. İçinde oturacak olanlar mutlu yaşasınlar diye konulmuş bu isim. İşe de yaramış ama… 10 yıl öncesine kadar cıvıl cıvıldı. Çocuklar evlenip yuvadan uçunca sessizleşiverdi birden. Eşim,Yıldız ve Kübra Hanımların eşleri de rahmetli olunca daha bir yalnızlaştık. Mutlu Apartmanı Suskunlar Apartmanı oldu. Yıldız’ın iki kızı da öğretmen idi. İkisi de birer öğretmenle evlendi. Kızları aynı Yıldız gibiydi. Kara kaşlı, kara gözlü. Boylu poslu eşleri de kendileri gibiydi. Son üç yıl Yıldız’ın ne eksiği varsa tamamladılar. Kızları da damatları da hayırlı evlatlar doğrusu. Sıkışınca ondan alıyorum. “Oğlan bir şeyler vermiyor mu abla?” dediğinde lafı eveleyip geveliyorum. Şahende de soruyor aynı soruyu. Keşke sormasa hiç…
Cuma akşamları Kur’anımı okuyup kendi kendimle konuşuyorum. Karşımda oğlum var gibi…
O hiçbirini duymuyor tabii ki… “Oğlum, her telefon açışında bende para olup olmadığını soruyorsun. Baban öldüğünde ben elimde avucumda ne varsa sana vermedim mi? Babandan kalan emekli maaşıyla ben idare ederim demedim mi? Kira vermiyorum. Elektrik, su, telefon masrafım dışında bana para ne gerek ki dememiş miydim?
Sizler gelince etli sofra kuruyorum. Konu komşu geldiğinde onlara elma, portakal ya da tatlı çıkarıyorum. Bayramlar geldiğinde senin çocuklara ufak tefek bir şeyler alıyorum. Ellerine harçlık veriyorum. Buzdolabının bozulduğu oluyor. Televizyon arıza yapıyor. Gözlüğümün kırıldığı oluyor. Hepsi para!"
Yıldız Hanım, o malum soruyu soracak diye ondan da isteyemez oldum. Diğer komşulardan da istemeye utanıyorum. Oğlum bana, "paran var mı anne?" demesen olmaz mı?