Karşı komşumun çocukları ne zaman geldilerse beni bir hüzün basıyor.
Ne hüznü? Hüzün ötesi…
Dalıp gidiyorum eski günlere… Gözlerim yaşarıyor, hatta ağladığım oluyor.
Aylarca sürdü bu.
Şimdi daha başkayım. Artık başka bir Erkut oldum.
Sağ olsun karşı komşum…
***
Girişin hemen üstündeyiz ya… Yoldan gelen geçen herkesin sesi evimin içinde.
Konuşmalar, kedi miyavlamaları, kopek havlamaları, "Karpuzcu geldi!", "Hanımlara beylere, piko yapılır!", "Domatesçi geldi, Çanakkale’nin domatesi bunlar!", "Eskici!"…
Artık kimin ne zaman geçeceğini ezbere biliyorum. Eskici, pazartesi ve cuma günleri geçiyor. Pikocu ayda bir, domatesçi Çarşamba ve cumartesi…
Ne zaman ki su motoru gibi çalışan eski Murat 124 evin önünde duruyor ve içinden beş kişi iniyor; işte diyorum benim serotonin saatlerim…
"Anne biz geldik!"i "Anneanne biz geldik!" çığlıkları izliyor.
"Babaanne, babaanne!" sanki daha canlı, daha gür…
Eşyalar arkadan indirilirken telaş içinde birbirine çarpıyorlar. Hatta düşen oluyor. ‘’ Senin yüzünden ! ‘’ diye birbirlerine bağırışlar ve eşkiyalar apartmanı basmış gibi merdivenleri birer ikişer çıkarken çıkan sesler…
Coşkularını bir göreceksiniz. Herbirinin sedece bir eksiği var gibi. Kanatları…
Apartman girişine adım attıkları an ben de hemen kapıyı açıyorum. Terliğimi alacak gibi ya da dışarıya ayakkabımı koyacak gibi oluyorum.
Şadan Hanım, kapıyı açmış beklemekte… Göz göze geliyoruz aşağıdaki girişin demir kapısı dan diye çarptığında. "Gözün aydın komşum, torunlar geliyor."
Yanıt bile veremiyor. Işıl nasıl boynuna sarılıyor komşumun göreceksiniz…
"Tamam, tamam artık, bırak babaannemi!" diye Güneş omzundan çekiyor Işıl’ı.
Ve ilk kavgalar kapıda başlıyor.
Hoş geldiniz çocuklar desem de beni duydukları yok. Ben de anne ve babaya diyorum.
Annenin kucağındaki de anneanneyi yeni hecelemeye başlamış, nerdeyse fırlayıp atlayacak komşumun kucağına.
Onlar girince benim de terlik ve ayakkabı düzenleme(!) işim son buluyor.
Hemen salona geçiyorum. Onların salonuyla bizimkisi arasında çok ince bir duvar olmalı ki bütün sesler bizde. İyi ki böyle bir arızası var apartmanın. İzolasyon sıfır!
Yukarıdakilerin hangi kanalları izlediğini artık ezberledim, alt kattakilerin tartışmaları ve muhabbetleri de olduğu gibi salonda.
Şadan Hanım, kapı ağzında "Bu bir şey mi, içeride gör sen bizi." Derken ne kadar da haklı.
Gelen sesler doğruluyor onu. Kuş cıvıltısı gibi, teneffüse çıkmış öğrenciler gibi…
Ve gün boyu sürüyor bu.
Ne kitap okuyorum ne de bir başka işle ilgileniyorum o saatlerde. Kulağımı dayadığım oluyor bazen. Fısıltıları da duymam gerek!
İlk dakikalar ortalık yıkılıyor gibi. Sonra sonra ağırlaşıyorlar. Bazen küt diye bir ses geliyor. Fırlayıp kapılarına dayanasım geliyor: "Bir şey olduysa yardım edeyim." demek için… Olur ya, kafa üstü düşer biri, Allah göstermesin, hiç olmazsa yardım edeyim.
Küt sesi bazen sert olunca artık biliyorum sesin kimden geldiğini. Komşumun düştüğü dakika o.
Çığlık atılırsa bil ki Güneş, Işıl’ın kolundan ısırıyor.
"Bizi ne kadar özledin bakalım?" diyen Işıl’ın sesini Güneş bastırıyor: "O en çok beni özledi ama yaa!"
Anne ve baba ise sık sık "Kudurmayın, bir daha getirmeyiz bakın!" demekle meşguller.
Dedenin sesi hepsinden az çıkıyor. "Kuzucuklarım mı gelmiş benim…"
"Siz yokken mezarlığa dönüyor bizim ev." deyince Şadan Hanım, Muazzez ile Mustafa "Anneeeee!" diye seslerini yükseltiyorlar. "Böyle şeyler konuşma demiyor muyuz biz sana!"
Ortalık biraz sakinleşince Güneş "Bizim için ne yaptın bakalım?" diyor.
"Dondurma da aldın değil mi?"
***
Haftada bir yaşıyorum bunu. Çarşıda pazarda işim varsa bile o gün dışarı adım atmıyorum. Bir gün önceden, onların hayalini bile kurduğum oluyor.
Her Çarşamba yeni yeni masallar öğrenmekteyim. Şadan Hanım, çok iyi bir masal anlatıcısı zira… Enstitüden terk ama bilmediği masal yok.
***
38 yıl önce annemin evi de böyleydi.
Çocuklar, "Baba, sakın kalabalık yerlere girip çıkma!" diye uyarıyorlar her telefonda.
Eşimi pandemide kaybettiğim günden bu yana kahveye adım atmıyorum zaten.
Çocukların gelip gittiği yok.
Yalnızlıktan da şikâyetim yok. Çarşambaları yetiyor bana. Yetiyor ne demek, artıyor bile!