Ajans Bakırçay
2022-02-18 09:42:11

Salaklık Üzerine

Recai Şeyhoğlu

recaiseyhoglu1952@gmail.com 18 Şubat 2022, 09:42

Giden kişiye güle güle yerine hoşça kal demeyi Ekşisözlük.com salaklık olarak değerlendirmiş.

Dondum kaldım. Çünkü gittiğim bakkaldaki kasiyer dükkândan ayrılırken bana hep hoşça kal diyor çünkü. Kitap satın aldığım kitabevindeki tezgâhtar da…

Gözlükçüm, gazete bayisi, eczanedeki kız da…

Bereket versin ki Kim Marketteki kasiyeri ikna edebildim.

Herkesi ikna etmek için de bu işe zaman ayıramam doğrusu…

Ekşisözlüğe göre salak bir toplumuz.

Bilgisunara girip anlamına baktım.

"Giyinişinden, konuşma ve davranışlarından düzeysiz, dengesiz ve saf olduğu anlaşılan kimse" diyor. Kimi sosyal medya kanalları da 'aptal' yorumunu yapmış.

Neden salaklığa yer verdiğime gelince…

Adamın birine soruyorlar, elektrik zamlarıyla ilgili yorumunu; "Yaşasın Reis!" diyor. Zamlardan da etkilenmediğini anlatıyor.

AKP’li Mahir Ünal "Elektrik zamlarını devlet yapmadı" derken Ahmet Hamdi Çamlı adındaki AKP’li milletvekili de "Bu zamların oluşmasında bizim bir dahlimiz yok. Bugün olan doğal gaz, elektrik zamlarının tamamı CHP zihniyetinin ürünüdür" deyiverdi.

Sokak röportajlarındaki kişilerin kılık kıyafetlerine bakıyorum. Çoğu gariban… Oy verdiği ve vereceği partinin AKP olduğunu söylerken bir de zamları savunuyor üstelik…

Bu kişiler sonuçta benim ülkemin insanları. Çok merak ediyorum, ne yiyorlar ne içiyorlar da hiç uyanasıları yok… Fabrika sahibi, dükkân sahibi, çift maaşlı aileler zamlardan yakınırken yoksula benzeyenlerin zamları savunmasını anlamakta beynim zorlanıyor.

En iyisi sözlüğe bakmak tabii ki…

Tanımını yapmakta zorlandığım öyle çok örnek var ki…

İşte onlardan birisi…

Habercinin biri bir açılışa gitmiş. Bir siyasi partinin genel başkanının yapacağı açılışa… Binanın girişinde kurdele kesilmiş, sonra da zemin kattaki kütüphane ziyaret edilmiş. Kütüphane bu! Her türden kitap var. Raflar yetmemiş, ortadaki masanın üstüne de yığılmış. Kimi kitaplar da 'beni oku' der gibi ziyaretçilerin gözüne sokulur gibi konulmuş. O kitaplar üç ayrı dinin/ inancın kitabı…

Okurlar merak edip öğrensin diye belli ki… Her bilgiye kütüphanede ulaşmayacak mıyız zaten?

Masada şiirler, Dede Korkut Masalları, romanlar, siyasi partinin kitapçıkları, kuramsal kitaplar, bir magazin dergisi ve eğitimle ilgili kurulan bir derneğin dergileri, köy enstitüleriyle ilgili hazırlanmış bilimsel kitapların tümü hep yeni yayımlanmış eserlerden oluşuyor. Kütüphanemiz derme çatma kitaplardan değil yepyeni kitaplardan oluştu der gibi…

Habercimiz haberini nasıl döşeniyor?

"İl Başkanı, binayı gezdirdiği liderini bir ara üzeri kitaplarla dolu bir masanın bulunduğu odaya götürdü."

Zavallı haberci, kapısında kütüphane tabelası olan partinin kütüphanesini 'üzeri kitaplarla dolu bir masanın bulunduğu oda' olarak tanımlıyor.

Orası oda değil, kütüphane kütüphane! diye bağırmak mı gerek?

Tabii ki kitaplar olacak kütüphanede. Tabii ki değişik değişik kitaplar yer alacak raflarda. Hep Ali Baba Ve Kırk Haramiler mi okunur, elbette Andersen Masalları, Grimm Kardeşler de okunacak.

Hep Nasreddin Hoca mı olacak? Tabii ki Şirazlı Sadi ve Beydeba da olacak.

Habercimizin Beydeba’yı da Beybaba bildiğine bahse girerim.

Belli ki zavallı haberci, ömrü boyunca ne il halk kütüphanesine girmiş ne de milli kütüphaneye. Anlaşılan o ki, okuduğu okulların kütüphanesine de adım atmamış.

Ya kütüphane tanımından habersiz ya da haber için gittiği yerde ziyaret ettiği kütüphanenin kütüphane olduğunu bilmiyor.

Gel gör ki 'gazeteciyim' diye aramızda dolanıp duruyor.

Bu haberciyi kim okuttu diye merak eder oldum. Öğretmenleri 'Üzeri kitaplarla dolu bir masanın bulunduğu oda' şeklinde mi öğretti kütüphaneyi acaba?

Öğretmeni, sözleşmeli bir veteriner ya da inşaatçı mıydı yoksa?

15 bin nüfuslu bir ilçedeki meslek yüksekokulu mezunu muydu acaba?

Acaba gazeteciliği nerede öğrendi?

Sözlüğe baktım, adamın yaptığı neye uyuyor diye, bulamadım.

***

Bor, krom zenginiyiz ya…

Eksantirik adam zenginliğimiz de bordan geri kalmıyor gibi…

1999’da Ceyhan Belediyesi Kaltakiye Mahallesi’nin adını Ergenekon Mahallesi olarak düzeltmiş. Bota Mahallesini Osmangazi yapmış. Türlübaş Mahallesi’ni de Türkyurdu…

Galiba İstanbul’da da Devrim Sokağı, İnkişaf Sokağı olmuştu.

Yıllar önce Sarımsaklı’da Yekta Güngör Özden Sokağı vardı. Şimdi yok!

Yıllar önce açtığımız kimi kütüphaneler yerinde değil. Birini ilkokula taşımışlar bir diğerini kapatmışlar. 4255 kitaplı olan merkezi de muhtar istemedi.

Muhtarlar değişti diye oluyor bu. Garibime giden şu:

Muhtarları anladık, ya mahalleli?

Dün kütüphane isteyen mahalleli neden bir anda istemez oldu?

İstiyorsa neden kütüphane istemeyen muhtara tepki göstermiyor?

Gel de anla!

Edilgin çatılı bir toplumuz.

Çobanın koyunları gibiyiz.

"Koyun gibisin kardeşim/Gocuklu celep kaldırınca sopasını/ Sürüye katılıverirsin hemen/ Ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye./ Dünyanın en tuhaf mahlûkusun yani…"

Diye bir şiiri var ya Nazım Hikmet’in… O hesap!

Yıllar önce sokağa isim konulurken alkışlayanlar/seyredenler, isim değiştirilirken neden gıklarını çıkarmazlar anlayamıyorum.

İkide bir sokak adları mı değiştirilir?

Garip bir toplumuz.

Kapısının önünde düşürdüğü anahtarı beş metre ötedeki sokak fenerinin altında arayan, anahtarını neden düşürdüğü yerde aramadığı sorulunca da "Işık burada!" diyerek aramasını kaldığı yerden sürdüren sarhoştan farkımız yok…

Bu örneği Tahsin Yücel’in 'Salaklık Üstüne Deneme'sinde okumuştum.

O gün bugün de düşünüp duruyorum sarhoş toplum muyuz, salaklar topluluğu muyuz?

Aslında ikisi de değiliz. Aksine, kurnazlar topluluğuyuz.

Gelene ağam, gidene paşam diyen biz değil miyiz?

Böyle mi olmalı diye soracak olursanız?

Ben söylemeyeyim bunun yanıtını, kendiniz verin.

Ya da biraz düşünün isterseniz…

Bir doktordan anı aktarayım sizlere:

"Bak oğlum, sen de benim gibi nörolog olmuşsun. Kimsenin önem vermediği hastalıklar beyin hastalıklarıdır. Adam çalışır kazanır yahut çalışmadan kazanır, zengin olur. Yaşlanır, bunama olur ve bize gelir. Daha doğrusu getirilir. Ama bu arada paralara aile sahip çıkmıştır. Adamın hastalığına ne kadar az para sarf ederlerse onlara o kadar fazla para kalacaktır. Doktora ve ilaca asgari parayı sarf ederler ama bak bizim Vahdet’e o senin benim gibi nörolog değil ürolog olmuş. Zengin adamlar yaşlanınca prostat olurlar. Adamın gözü para görmez. Kendisine yardım edecek ve eden her doktora istediğinden fazla para verir. Kendi hastalığını kendisi tedavi ettirir. Kendi parasına hükmü vardır."

(Unutulan Beyin/ Turan İtil- Kaynak Yayınları)

Hiç içime sindiremedim bu sözleri…

Ne yani? İnsan illâ para için mi bran seçer?

İdealizm diye bir şey yok mudur insan yaşamında?

Tahsin Yücel bir bilge kişi.

Salaklık Üstüne Deneme’yi yazarken kim bilir neler neler düşündü de bu kitabı ortaya çıkardı.

Ondan esinlenerek benim yazacağımın adı bir başka "Eksantrik insanlarız Vesselam!"

Yorumlar (1)

Arif Yılmaz 3 Yıl Önce

Teşekkürler.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.