Muğla Bodrum’da, 74 yaşındaki İsmail ile 69 yaşındaki Hülya çiftinin aile içi sıkıntılar yüzünden el ele denize atlayarak intihar girişimleri, insanın içine ağır bir dert olarak oturuyor. Onları gören insanlarca kurtarılarak sağlık bakımına alınmaları, görülüp kurtulmaları ise sevinç yaratıyor.
Ya göremediğimiz, bilemediğimiz, kurtaramadıklarımız?
Şimdi savaş günlerinin yaşandığı, masum insanların öldürüldüğü, katiller arasında kim kahraman olacak arayışı sürerken, hangi emperyalistin hangi emperyalistten, ne kadar haklı olduğu yalanları, ortalığa saçılmış borazancılar aracılığı ile durmadan üflenmektedir dünyamıza.
Nurdan gelmek kadar normaldir nura dönmek. Ama öldürülmek, katledilmek normal değil. Dünyanın herhangi bir yerinde yaşatılan acının yaşadığımız acıdan farklı olmadığını bilmeli, yok saymamalıyız. Aktaracağım öykü bu noktaya parmak basmaktadır.
Rıchard Matheson’ın “Düğme, Düğme” adlı öyküsünde; Evlerinin önünde üzerinde ‘Bay Steward akşam 8’de sizi ziyaret edecek’ yazılı not bulunan bir paket bulurlar. Akşam olunca gelir bay Steward. Ev sahipleri Norma ve Arthur, onu bir satıcı olduğunu düşünerek karşılarlar ve alacakları bir şey olmadığını söyleyerek, paketi geri vermek isterler. Steward, satıcı olmadığını, “Denemesi size çok şey kazandırabilir” diyerek paltosunun cebinden küçük bir zarf çıkararak, “ Bunun içinde zilli cam kubbenin anahtarı var, zil bizim büroya bağlı.”
-Ev sahibi Arthur: Ne amaçla kullanılacak diye sorduğunda,
Steward: Düğmeye basarsanız dünyanın herhangi bir yerinde tanımadığınız biri ölecek. Karşılığında da 50.000 dolar alacaksınız der.
Ev sahibi Arthur ve Norma: siz neden söz ediyorsunuz? Eşek sakası mı bu? Saçmalıyorsunuz ve buna inanmamızı mı bekliyorsunuz? Siz kimi temsil ediyorsunuz? Diyerek tepki gösterirler.
Steward: Teklifimiz tamamen sahici bir teklif, size kimi temsil ettiğimizi söyleyemem ancak uluslararası ölçekte faaliyet gösteren bir örgüt olduğunu temin ederim, der.
Ev sahiplerinden Arthur karşı çıkarak paketinizi alıp buradan hemen çıkın der. Steward, iki gün düşünme payını da istemiyor musunuz? Diye bir açık kapı bırakmak istese de, Arthur kesinlikle bu konunun bir daha evine girmesini istemediğini belirterek gitmesini ister.
Steward, giderken telefon numarasının yazılı olduğu kartını masanın üzerine bırakır ve fikriniz değişirse bana bir telefon etmeniz yeterli der ve gider.
Evin erkeği kartı alır, yırtar atar. Evin kadını Norma, teklif edilen parayı önemsediğini bunu yapmanın ne zararı var demeye başlar. Kartı gizlice alıp işyerinde yapıştırarak birleştirir ve Steward’ı arar. Paketi alır saklar. Kocası Arthur’u ikna etmeye çabalar;
Norma: Ya hakiki bir teklifse?
Arthur: Pekâlâ varsayalım ki hakiki bir teklif. Ne yapmak istiyorsun? Alıp düğmeye basmak ve birini öldürmek mi?
Norma: On bin mil uzaktaki yaşlı bir Çinli köylüyse bu kişi? Kongo’da hasta bir yerliyse?
Arthur: Peki ölecek olan Pennsylvania’daki bir küçük oğlan çocuğuysa? Yan bloktaki güzel bir kızsa?
Norma: Ömründe hiç görmediğin ve görmeyeceğin biriyse, ölümünden haberdar olmak zorunda kalmayacağın biriyse, yine de düğmeye basmaz mısın?
Arthur: Mesele şu, Norma, Kimi öldüreceğinin ne önemi var ki? Cinayet cinayettir.
Kadın bir türlü anlam veremez bu algılamaya. Hâlbuki 50.000 dolar onlara adada bir yazlık ev aldırdığı gibi bir Avrupa seyahati yapmalarını da sağlayacaktı. Artık bir çocuk sahibi de olabilirlerdi bu durumda. Ama kocası tepki gösterip sinirleniyor. Bencillik yapmadığını, ailesinin geleceği için çabaladığını düşünüyordu.
Kocasının bu konuyu bir daha konuşmamak üzere kapatması nedeniyle kocası sabah işe gittikten sonra kendisi de işe gitmek için çıkmadan önce kutuyu çıkarıp, düğmeye basar. İşe gitmek için aceleyle giyinmeye başlar. Telefon çalar;
Lenox Hill Hastanesinden arıyorum, der ve kocası Arthur’un metro geldiği sırada birbirini sıkıştıran kalabalık yüzünden, kimin ittiği bilinmiyor, trenin altına itilerek ölmüştür.
Telefonu kapattığında kocasının 25.000 dolarlık hayat sigorta poliçesi geldi aklına, çifte tazminat ödemeyi öngören maddesiyle… Nefesi daraldı, ayağa güçlükle kalkabildi. Mutfağa yürüdü, tüm duyguları uyuşmuştu. Düğmeli üniteyi alıp parçalamaya başladı. Kendi ellerini de parçalayarak lavabonun kenarına vurarak kırdı.
Telefonun çalmasıyla yerinden fırladı, arayan Steward’ı.
Çığlık çığlığa “siz bana tanımadığım birinin öleceğini söylemiştiniz?” diyebildi.
“Ah, sevgili hanımefendi, siz kocanızı gerçekten tanıdığınızı mı sanıyordunuz?” dedi bay Steward.
Savaşa hayır diyen bir şiirimle yazıyı sonlandırıyorum.
***
HAYIR!
Duyurdular,
Çanlar çalıyordu, güç âşıkları
Ne Mecnun aşkıydı ne de Keremin yanışı
Elleri kan, gözleri kan
Savaşın rengine boyadıkları
döktüler onca nefreti, zehri.
-
Acının renginde kardeş ve adaş olunmuştu;
Adları insan
Siyah beyazdı, sarı kırmızı, mavi
düştükçe masum,
sarılırdı toprağa
ayırmazdı can
***
Sevgiyle, sağlıcakla kalın….
Turan Karatepe 3 Yıl Önce
İsmail amca ile Hülya teyzenin yürek burkan hikayesi ile başlayan makale, Norma ve Artur'un ibretlik hikayesi insanın şurasına oturuyor... Neyse ki yazarın hümanist yüreğinden dökülen savaş karşıtı şiir umudumuz oluyor.