Babam doktor olmamı istiyordu.
Branşım bile belliydi: Askeri Göz Doktoru!
İlkokuldan lise sona kadar doktor olacağım beynime kazınmıştı. ÖSYM’yle son buldu düşlerim.
Öğretmen oldum.
Doktorlara ve tıbba olan ilgim, sevgim/ saygım hiç tükenmedi ama…
****
Yeğenim Emrah, iç hastalıkları uzmanı.
Teyzekızım Handan, emekli hekim. Akupunkturla ilgili aldığı eğitim sonrası sürdürüyor hekimliğini.
Kuzenlerim Yasemin, Yasin hekim… Biri dâhiliyeci diğeri genel cerrah.
Halaoğlum ve eşi hekim…
Abim/ babam bildiğim Veli Lök ortopedist.
Yakın arkadaşım Arif Yılmaz kalp damar cerrahı.
Dört yıl okuttuğum öğrencim Tanju Çelik, çocuk doktoru.
Nikah şahidim bile doktor… Göz Doktoru Ahmet Kocabıyık.
****
Askeri göz doktoru olamadıysam da doktorlara hep yakın oldum.
Toz kondurmam doktorlara…
İnsanı yaşatmak için, sağlığımızı korumak için elinden gelen çabayı gösteren doktorlara yapılan saygısızlığa ise hiç tahammülüm yok. Yaşam boyu birlikte çay içemeyeceği/ muhabbet edemeyeceği doktorlara saldıran/ onları darp eden zavallıları duydukça tiksiniyorum onlardan.
****
Bizde bir laf vardır, bilirsiniz: “Tıbbiyeden her şey çıkar, arada bir de doktor çıkar.”
Çok ince bir övünme mi, bir gurur vesilesi mi, kibir mi var bu sözde bildiğim yok.
Tıp fakültesi mezunu olup da beste yapan, müzikle ilgilenen, sinema/ tiyatro sanatçılığı yapan, döviz bürosu işleten doktorlar için söyleniyor galiba bu sözler
Hekimliğinin yanı sıra şair/ yazar olanlar da yok değil… Psikiyatr Yusuf Alper geliyor hemen aklıma. Ercan Kesal da…
****
Suat Çağlayan, onlardan biri.
Prof. Dr. B. Suat Çağlayan, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesini havacı askeri hekim olarak bitirdi.
Diyarbakır 8. Hava Üssünde uçuş doktoru, GATA’da ve hava hastanelerinde çocuk hastalıkları uzmanı olarak çalıştı.
Milletvekilliği yaptı. Kültür Bakanlığı yaptı. İyi Parti kurucuları arasında yer aldı. Şu an İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi İkinci Başkan Vekilliği yapmakta.
Kent Koleji Kurucusu. Yönetim Kurulu Üyesi.
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyeliğinde bulundu.
Yeni Asır ve Hürriyet gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı.
Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünde bulundu.
Ege Üniversitesinde Türk Müziği Konservatuvar Müdürlüğü yaptı.
Zeytin ağaçları konusunda özel fotoğraf merakı var/ hatta bu konuda bir kitabı bulunuyor.
Sokak Kedisi, Göç Yarası, Zeytin Kız İle Zeytin Nine, Umut, Fındık Yaprağı, Büyük Kanatlı Küçük Mavi Kelebek, Yaşadıkça, İyi Pençe gibi yayımlanmış kitaplarıyla da edebiyat dünyasında yer alan bir yazar.
Özetle… Suat Çağlayan Sağlık, düşün ve eylem adamı.
Belki daha başka bilmediğim özellikleri de vardır/ bilemiyorum.
****
2019 Ocak’ında basılmış ‘Tıbbiyeli Hikmet’ kitabı.
Ülkemizin kurtuluşu ve aydınlanması için her dönem savaşım veren yurtsever hekimlere ve başta Gülhane Askeri Tıp Akademisi olmak üzere tüm askeri hastanelerin kapatılmasıyla yuvaları dağıtılan askeri hekimlere armağan etmiş kitabını…
Tıbbiyeli Hikmet; yaşamıyla/ azmiyle/ kararlılığıyla/ devrimci ruhuyla ve çalışkanlığıyla tüm hekimlerimiz için bir gurur kaynağı olduğu için, bu değerli meslektaşını büyüteç altına almış ve 436 sayfalık bir romanla onu bize tanıtmaya çalışmış.
Kaynaklardan yararlanmış, ilgili kişilerle görüşmüş ve bir çırpıda okunan bir roman yaratmış.
Evet… Bir solukta okunan bir roman Tıbbiyeli Hikmet.
Elime alıp ta bıraktığımda 260. sayfadaydım ben. İkinci günde de bitti.
Eli kalem tutan bir öğretmenin Ertuğrul Satı Bey ya da İsmail Hakkı Tonguç dosyası hazırlaması gibi, o da bir hekim olarak kendi meslektaşı olan Dr. Hikmet Boran hakkında oylumlu bir dosya çıkarmış ortaya.
1928- 2012 yılları arasında yaşamış olan, Türkiye’de ilk Stand-Up geleneğini başlatan ünlü mizah ustası/ radyo ve televizyon sunuculuğunda unutulmaz bir ad olan Orhan Boran’ın babası olan Tıbbiyeli Hikmet’i bütün yönleriyle anlatıyor sayın Çağlayan.
Bilgelik demek olan Hikmet’in adı, Hikmet doğmadan önce belirlenmiş zaten annesiyle babası tarafından…
1901’de doğup 1945 yılında İstanbul’da ölen Tıbbiyeli Hikmet, Çarlık döneminde Rusya’dan kaçarak Trabzon’a gelen Kafkas göçmeni bir ailenin çocuğu.
Posta memuru olan babası Hakkı Beyin Savaştepe’de görev yaptığı yıllarda doğuyor.
Babasının yönlendirmesi, kendisinin de isteğiyle Askeri Tıbbiyeye kaydoluyor.
Bu da ayrı bir başarı öyküsü…
Tıbbiyeli Hikmet olarak destansı bir yaşama imza atması da tıbbiye yıllarında oluyor.
Sivas Kongresi’ne Askeri Tıbbiyeyi temsilen katıldığında yaşı henüz 18’dir.
18 yaşın verdiği heyecan ve devrimci ruhla Sivas Kongresi’nde yaptığı konuşma, onu tıbbiyeliler arasında unutulmaz bir kahraman yapıyor.
Şöyledir konuşması:
“Beyler, delegesi bulunduğum Tıbbiye, beni buraya bağımsızlık yolundaki çalışmalara katılmak üzere gönderdi. Mandayı kabul edemeyiz. Eğer manda fikrini kabul edecek olanlar varsa bunları şiddetle reddeder ve kınarız. Eğer manda fikrini kabul ederseniz sizleri de hain ilan ederiz.”
Ardından da Mustafa Kemal’e dönerek aynı heyecanla şunları söyler:
“Paşam, siz de manda fikrini kabul ederseniz sizi de reddederiz. Mustafa Kemal Paşayı vatan kurtarıcısı olarak değil, vatan batırıcısı olarak adlandırır ve lanetleriz.”
Neden böyle konuşur Hikmet?
Çünkü delegeler arasında Amerikan mandası taraftarı hiç de az değildir. Çünkü konuşup/ tanışmıştır kendileriyle Sivas’a gelir gelmez.
Çünkü o yıllarda Halide Edip ve Yunus Nadi bile mandacıdır.
Ne var ki, onların yurtseverliklerinden ne Mustafa Kemal’in ne de arkadaşlarının kuşkusu vardır.
Hatta Mustafa Kemal, Halide Edip için Amerikan mandası isteyen delegelere “Lütfen Halide Edip Hanım’a haber gönderiniz, birkaç Amerikan gazetecisinin dolduruşuna gelmesin.” der.
Mandacı Kara Vasıf da “Paşam, bizim amacımızın sizinkiyle aynı olduğunu biliyorsunuz. Biz sadece olanaklarımızın yetersizliği nedeniyle Amerikalıların bize yardımcı olabileceğini düşünüyoruz.” Diyerek aslında kendilerinin de bir ülkenin mandası altına girmeyi düşünmeyecek kadar yurtsever olduklarını açıklamak zorunda kalıyor.
Mustafa Kemal’in ince zekâsına tanık oluyoruz burada. Mandacı olarak onları dışlamıyor, çoğu yurtsever olan bu mandacı delegeleri işin başında yitirmek istemediğinden iknayı yeğliyor.
Her şeye karşın Mustafa Kemal’in “Ya tam bağımsızlık ya ölüm!” sözleri kongrenin kaderini belirliyor.
Tıbbiyeli Hikmet, olanca coşkusuyla aklından geçenleri haykırmasaydı, delegeleri etkilemeseydi kongrenin sonucu ne olurdu acaba diye düşünmeden edemiyor insan.
Tıbbiyeli Hikmet’i kahramanlaştıran bu konuşma, hiç unutulmuyor.
Ona bambaşka bir saygınlık kazandırıyor.
****
Yurt sevgisi, yoksulluk, işgal yılları, işgalcilerle içli - dışlı işbirlikçi portreleri, ihanet, gençlik aşkı, özveri, dostluk- arkadaşlık ilişkileri, zor koşullarda çalışan hekimlerin psikolojisi romanı bir çırpıda okunur yapıyor.
Sakallı Celal, Nazım Hikmet şiirleri, Mazhar Müfit Kansu ile de karşılaşıyorsunuz ilerleyen sayfalarda.
Trajik olan şu ki, ilerleyen günlerde Tıbbiyeli Hikmet için Mazhar Müfit’e “Onu bul da önümüzdeki seçimlerde milletvekili yapalım.” diyen Mustafa Kemal yanıltılıyor. Balıkesir milletvekilleri Tıbbiyeli Hikmet’in öldüğünü söylüyor. Bazıları da Balıkesirli değil de Giresunlu olduğunu söyleyerek kandırıyorlar Mazhar Müfit’i.
Çünkü doğduğu köyün adı Kilesun’dur Hikmet’in. Savaştepe’nin eski adı yani…
Kısaca… O günlerin siyasi ayak oyunlarına kurban gitmiştir Hikmet.
“İnsanım. İnsana ait olan hiçbir şey bana yabancı değildir.” sözünü anımsatan gerçekler…
Tıbbiyeli iken İstanbul’un işgaline karşı direniş örgütlenmesinde yer alan Hikmet, kurtuluşun sonunda milletvekili, belki de Sağlık Bakanımız olacaktı.
Mazhar Müfit’e “Edremit’teki görevimi bırakarak Ankara’ya gitmek istemezdim.” diyen/ yaptığı işler nedeniyle beklentisi olmadığını gösteren bir kimliğin sahibi.
****
Hıfzı Topuz’un kitaplarını okuyunca aydınlanıyoruz ya…
Suat Çağlayan’ın Tıbbiyeli Hikmet’i de onu yapıyor.
Satır aralarında bazı tarihsel gerçekleri anımsatıyor/ öğretiyor bize.
Tıbbiyeli Hikmet, Suat Çağlayan’ın araştırmacı/ gazeteci özelliğinin bir ürünü adeta.
****
Son yıllarında mutsuz bir yaşam sürüyor Hikmet Boran.
Çok sayıda hastayı o mahir elleriyle şifaya kavuşturan genel cerrah Hikmet Bey’in mutsuzluğu ve trajik sonundan sonra düşünüyorum, Suat Çağlayan’ın yakın tarihimize ışık tutan ikinci romanı ne olacak acaba?